D. H. Lawrence – Adaları Seven Adam

Adaları seven bir adam vardı. Bir adada doğmuştu, ama çok kalabalık olduğu için oradan hoşlanmıyordu. Onun istediği, tümüyle kendisinin olacak bir adaydı: Orada ille de bir başına yaşaması gerekmiyordu, ama orayı kendi dünyası kılmalıydı. Kocaman bir adanın bir anakaradan farkı yoktur. Bir adanın, kendini ada gibi duyumsaması için, enikonu küçük olması gerekir. Kaldı ki, bu öykü de, insanın bir adayı kendi kişiliğiyle doldurabilmesi için, o adanın ne kadar küçük olması gerektiğini anlatıyor. Gel zaman git zaman, adaları seven bu adam, otuz beşine vardığında kendine bir ada edindi. Gerçi mülkiyet hakkını edinmemiş, doksan dokuz yıllığına kiralamıştı; ama burada bir insan ömrü söz konusu olduğuna göre, yaşadığı sürece ada onun sayılırdı. Udžstelik, Hz. Ibǚ rahim gibi, dölünün deniz kıyısındaki kumlar kadar çoğalmasını istiyorsa insan, üremek için bir ada seçmez kendine. Çünkü çok geçmeden nüfus öyle büyük bir hızla artar ki, ada kalabalıktan geçilmez olur, gecekondu mahallesine döner. Adayı, ıssızlığından dolayı seven biri için ürkünç bir durum çıkar ortaya. Hayır, ada tek yumurtalık bir yuvadır; yalnızca tek bir yumurtaya yer vardır orada. O da, adalının kendisidir. Adalı adayımızın edindiği ada, okyanusun ortasında değildi.


Karaya yakındı; öyle palmiyeler, kayalara çarpıp parçalanan dalgalar falan da yoktu bu adada. Isǚ kelenin yukarılarında, belki biraz iç karartıcı, ama sağlam bir ev; daha ileride de, sundurmalı küçük bir çiftlik eviyle uzanıp giden birkaç tarla vardı. Aşağıdaki koyda ise, sahil muhafızlarının kulübelerini andıran, tertemiz, badanalı üç küçük ev göze çarpıyordu. Daha dingin, daha sevimli bir yer olamazdı. Denizdeki dik kayalarla, çuhaçiçeklerinin bezediği küçük çayırlarla çevrili ada, katırtırnakları ve çalıdikenlerinin arasından geçerek çepeçevre yürünürse, altı kilometre tutuyordu. Yok eğer, ineklerin geviş getirdikleri kayaç çayırlardan, seyrek yaban yulaϐlarının, sonra gene katırtırnaklarının arasından, alçak uçurumların kıyılarından vurup iki tepeciği aşmaya kalkılırsa, adanın bir ucundan öbür ucuna yirmi dakikada varılıyordu. Adanın bitimine ulaşıldığında, daha büyük bir adayla karşılaşılıyordu. Ama araya deniz giriyordu. Ve kısacık gelingüllerinin gerdan kırdıkları çimenlerin arasından geri dönülürken, doğuda, bir başka ada daha beliriyordu; ama daha küçük bir adaydı bu, ineğin buzağısı gibi. Bu küçük ada da adalınındı. Anlaşılan, adalar bile âşıktaşlık etmekten hoşlanıyordu. Adalımız, adasını çok seviyordu. Ilǚ kyaz geldiğinde, keçiyolları ve açıklıklardaki çalıdikenleri ak çiçeklere büründü; sık yeşillikler ve boz kayaların Kelt diyarına özgü kımıltısızlığı ortasında capcanlı bir beyazlık. Karatavuklar, beyazlığın içinden, ilk uzun, coşkun ötüşleriyle çığrışıyorlardı. Çalıdikenlerinin ve birbirine sokulmuş gelingüllerinin ardından, çalılar arasında ve ağaçların dibinde, sümbüllerin mavi tayfı sökün etti, tıpkı peri kızlarının yıkandığı göller, suda seyreden mavi yelkenler gibi.

Tümüyle senin olan adada, yuvalarına yerleşen türlü türlü kuşları izleyebiliyordun. Olağanüstü, benzersiz bir alemdi!

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir