Fyodor Mihailoviç Dostoyevski – Ebedi Koca

Yaz gelmişti ve beklenilenin tersine Velchaninov Petersburg’da kaldı. Rusya’nın güneyine yapmayı planladığı yolculuk suya düşmüştü. Davasının sonu da geleceğe benzemiyordu. Çiftlikle ilgili olan bu dava çok aksi bir hal almıştı. Üç ay önce gayet kolay gibi görünüyordu, ama birdenbire her şey değişti. “Her şey nasıl da kötüye gitti!” Artık Velchaninov bu cümleyi sık sık tekrarlar olmuştu. Yetenekli ve seçkin bir avukat tutmuş, ona bir sürü para ödüyordu. Parayı falan esirgediği yoktu, ama hem sabırsızlıktan hem de güvensizlikten kendisi de davaya karışmıştı. Belgeleri okuyor, avukatının kesinlikle beğenmediği şeyler yazıyor, mahkemeden mahkemeye koşup duruyordu. İpucu topluyor ve büyük olasılıkla da pek çok şeye engel oluyordu. Avukat bu durumdan yakmıyor ve ne olursa olsun onu yazlığa postalamaya uğraşıyordu. Ama Velchaninov bir türlü gitmeye karar veremiyordu. Petersburg’un tozu, boğucu sıcağı ve sinirleri altüst eden beyaz geceleri onun en çok sevdiği şeylerdi. Büyük Tiyatro yakınlarında yeni tuttuğu ev de tam bir fiyaskoydu. “Her şey fiyasko!” diye düşünüyordu.


Asabiliği gitgide artıyordu; zaten uzun zamandır asabi ve evhamlıydı. Hayatı hep dolu ve değişik geçmiş bir adamdı, artık genç falan da değildi. Otuz sekiz, hatta otuz dokuzundaydı ve kendi deyimiyle yaşlılığı ‘hiç beklenmedik’ bir şekilde gelmişti. Yaşından erken çöktüğünün farkındaydı. Gitgide azalan gücüne bakılırsa içten içe çöktüğü açıktı. Yoksa görünüşte güçlü ve dinçti. Uzun boylu, sağlam yapılı bir adamdı. Gür sarı saçları ve neredeyse göğsüne kadar inen upuzun sakalında tek bir beyaz tel bile yoktu. İlk bakışta biraz hantal ve uyuşuk gibi görünüyorsa da, dikkatle bakıldığında bir zamanlar iyi bir eğitim almış, mükemmel bir adam olduğu anlaşılıyordu. Sonradan edindiği ters ve tembel ifadeye rağmen Velchaninov’un tavırları serbest, kendinden emin ve hatta zarifti. Hâlâ kararlı ve küstah bir özgüveni vardı; kendisi bile bunun farkında değildi. Yalnızca akıllı değil, zaman zaman çok mantıklı, kültürlü ve hiç kuşkusuz yetenekliydi. Pembe yüzü, gençlik yıllarında kadınsı bir yumuşaklık taşıyan teni hanımların dikkatini çekerdi. İnsanlar yüzüne bakarlar: “Ne sağlıklı bir adam! Bu ne güzel ten!” derlerdi. Ama bu sağlıklı görünüm artık asabiyet taşıyordu.

İri mavi gözleri on yıl önce çok canlar yakmıştı. Parlak, güleç ve aldırışsız bakışları karşılaştığı herkesi etkisi altına alırdı. Artık kırkına merdiven dayadığı şu sıralarda parlaklığı ve güleçliği de kalmamıştı. Küçük küçük kırışıklarla çevrelenmiş bu gözler sağı solu belli olmayan bitkin bir adamın ikiyüzlülüğünü, alaycılığını, insanlara güvensizliğini, yeni ortaya çıkan bir hüznü ve acıyı taşıyordu. Dalgın ve derin bir hüzündü bu, özellikle de yalnız kaldığı zamanlarda ortaya çıkıyordu. Gariptir ama, birkaç yıl öncesine kadar eğlenceye düşkün, umursamaz ve güler yüzlü olan, fıkralar anlatan bu adam yapayalnız kalmaktan başka bir şey istemez olmuştu. Mali zorluklar içindeydi ve hiç gerek yokken pek çok arkadaşıyla ilişkisini kesmişti. Gururunun da bunda rol oynadığı kesindi. Gururu ve kuşkuculuğuyla eski arkadaşlarına bile dayanamıyordu. Ama zamanla yaşadığı yalnızlık içinde gururu bile karakter değiştirmişti. Azalacağına artmıştı. Bambaşka bir hal almıştı. Daha önce hiç akla gelmeyen ve beklenmedik nedenlerden acı çekmeye başladı. “Nedenler arasında bir sınıflandırma yapılacak olsa onunkiler yüksek sınıftan nedenlerdi.”

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir