Hasan Ali Toptaş – Kayıp Hayaller Kitabı

Dışarıda, Sinemacı Şerifin jeneratöründen yükselen pat pat sesleri… Hamdi, duyuyor musun dercesine gene yüzüme baktı heyecanla. Başımı kaldırıp kitaptan ben de ona baktım. Bir yandan da, herhalde anonslar kesildiğine göre artık film başladı diye düşünüyordum. Yani, kasabalılar biletlerini alıp keyifle yerlerine oturdular. Derken, bileğindeki fosforlu saate baka baka, tıpkı bir başrol oyuncusu gibi yavaşça sandalyesinden kalktı Şerif; gitti, merdiven basamaklarında bekleyen beş parasız çocukların suratına kapıyı çat diye kapattı. Salonun ortasından sarkan, çevresi örümcek bağlamış tozlu ampuller söndü sonra… Sandalye gıcırtıları sustu… Hamdi, “Filmin adı neydi?” dedi fısıltıyla. “Bilmiyorum,” dedim ben. Dede gözlerini dikmiş, duvar dibinden dikkatle bize bakıyordu. “Kesin sesinizi!” diye homurdandı birden. Öyle şiddetli homurdandı ki, onun soluğuna yakalanan gaz lambasının alevi hızla küçüldü şişenin içinde, büyüyeceğim derken bir daha küçüldü, can havliyle çırpındı, bir süre pır pır etti ve durulup ansızın eski halini aldı. O sırada kilimin üstünde tembel tembel uyuklayan gölgeler de hareketlendi tabii, silkinip doğruldular önce, belki sessiz sedasız yer değiştirdiler, kıyasıya çarpıştılar, sonra hızlarını alamadılar ve tavana doğru sıçrayıp orada, henüz hangi şekle girecekleri kestirilemeyen tuhaf yaratıklara dönüştüler. Hatta, Hamdi’ye ait olanı uzun süre inmedi yere, dedesinin yüzüne bakarak ikide bir kıpırdandı durdu… “Oturup efendi gibi dersinize çalışın,” dedi dede. Bu sözlere Hamdi pis pis sırıttı tavandan. Ben de, sırıtan benmişim de sanki dede bunu az sonra görecekmiş gibi telaşlandım. Bir ara, telaşımın Hamdi’yi etkileyerek belki onu bu saçmalıktan vazgeçireceğini bile düşündüm, ama arsızlığına devam etti o, bacaklarını aşağıya sarkıttı ve usul usul oynatmaya başladı.


Anlaşılan bu hareketiyle hem dedeye, hem de hayata karşı açıkça bir savaş ilan etmişti de, ne pahasına olursa olsun sonuna kadar direneceğini belirtmeye çalışıyordu. Doğrusu, benim nicedir hayalini kurduğum ve ne yazık ki dedem yıllar önce öldüğü için asla gerçekleştiremediğim cesur bir davranıştı onun yaptığı; bir yandan hayranlık duyup içten içe takdir ediyor, bir yandan bakışlarımın ışıltısıyla sessiz sessiz alkışlıyor, bir yandan da dede görüp öfkelenecek diye hâlâ korkuyordum. Olup bitenler karşısında ben değildim de artık ben, biraz Hamdi, biraz dedeydim sanki… Gerçi dede henüz hiçbir şeyi fark etmemişti ve anladığım kadarıyla torununu hâlâ kilimin üstüne uzanmış, benim yanı başımda ders çalışıyor sanıyordu. “Şu lambanın fitilini de açın biraz,” dedi bu yüzden, “gözlerinize yazık!” Uzanıp açtım fitili. Bu kez Hamdi düpedüz kahkaha attı yukarıda. Ama dede duymadı onu; hiç kuşkusuz, bir çift film bobinine benzeyen gözbebeklerinin neredeyse incecik bir cırıltı çıkararak fırıl fırıl dönmeye başladığını da görmedi. Görmüş olsaydı, herhalde asasını kaptığı gibi ayağa fırlardı hemen ve; in ordan hergele, derdi sakalını titreterek, insene ulan! Tabanca çekercesine sırıtırdı Hamdi… İnsene ulan hergele, bak dersin seni bekliyor! Kıkırdardı Hamdi bu sefer, yani dedesinin alnına nişan alıp acımasız bir gangster gibi takır takır boşaltırdı da tabancasını, dedenin suratında kırışıklık halinde biriken yıllar tuzla buz olurdu. Gene de o, in dedim sana, diye diretirdi; insene ulan! “Hadi sen de gel!” Başımı kaldırıp yukarıya baktım; Hamdi, Hamdi kılığına bürünmüş karanlık bir kuş gibi çatıya tünemiş, elini yıldızlara çarpa çarpa beni yanına çağırıyordu. “Kaçak mı gireceğiz?” diye sordum aşağıdan. “Para mı var?” dedi öfkeyle, “tabii kaçak gireceğiz!” “Ben çıkamam,” dedim duvarın yüksekliğini gözlerimle ölçerek.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir