Marcel Proust – Kayıp Zamanın İzinde #2 – Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde

Karakterlerde farklı yönelişler. – Norpois Markisi. – Bergotte. – Bir süreliğine Gilberte’i göremeyişim; bir ayrılığın sebep olduğu ilk hafif keder gölgesi ve unutuşta düzensiz gelişmeler. M. de Norpois’yı ilk kez akşam yemeğine davet etmek söz konusu olduğunda, annem Profesör Cottard’ın seyahatte olmasına ve kendisinin de Swann’la bütün ilişkisini kestiğine hayıflanmıştı; hem profesör, hem de Swann, hiç şüphe yok, eski büyükelçinin ilgisini çekerlerdi. Babam buna cevaben, Cottard gibi seçkin bir davetlinin, ünlü bir bilginin, hiçbir yemekte uygunsuz kaçmayacağını, ama en ufak bir ilişkisiyle bile böbürlenen, gösteriş meraklısı Swann’ın bayağı bir numaracı olduğunu ve Norpois Markisi’nin onu zaten kendi deyimiyle “farfara” bulacağından kuşkusu olmadığını söylemişti. Babamın bu cevabını birkaç kelimeyle açıklamak gerekiyor; kimileri Cottard’ı oldukça vasat bir adam, Swann’ı da, kibarlık, tevazu ve ölçülülükte sınır tanımayan zarafette bir kişi olarak hatırlayabilirler. Annemle babamın bu eski dostu, “Swann’ın oğlu” ve “Jockey Kulübü üyesi Swann” kimliklerine yeni (ama sonuncu olmayacak) bir kimlik eklemişti: “Odette’in kocası” kimliğini. Öteden beri sahip olduğu yetenek, heves ve gayretliliğini bu kadının basit ihtiraslarına uydurmuş ve kendisiyle birlikte yeni konumunu paylaşacak olan eşine uygun, eski konumunun çok daha aşağısında bir mevki edinme gayretine girişmişti. İşte bu yeni konumunda Swann, bambaşka bir insan olmuştu. Kendi arkadaşlarıyla, onlar eşiyle tanışma isteği belirtmedikçe Odette’i zorla kabul ettirmek istemediğinden, tek başına görüşmeyi sürdürdüğü halde, karısıyla birlikte, yeni insanların ortasında ikinci bir hayata başladığına göre, bu yeni çevredeki kişilerin seviyesini ve dolayısıyla onları misafir etmekten duyabileceği izzetinefis tatminini ölçmek için, kıstas olarak, evlenmeden önceki çevresinin parlak kişilerini değil de, Odette’in eski ilişkilerini seçmesi, yine anlaşılabilecek bir şeydi. Ama görgüsüz memurlarla, bakanlık balolarını süsleyen çökmüş kadınlarla ilişki kurmak istediğini bile bile de olsa, bir zamanlar, hatta bugün bile, Twickenham veya Buckingham Sarayı’ndan gelen bir daveti incelikle gizleyen Swann’ın, bir özel kalem müdür yardımcısının karısının Mme Swann’a yaptığı ziyareti bağıra çağıra duyurması, çok şaşırtıcıydı. Bunu açıklamak için, Swann’ın zarafetindeki sadeliğin, aslında kibirin incelmiş bir şeklinden başka bir şey olmadığı, annemle babamın bu eski dostunun da, kimi Yahudiler gibi, en naif züppelikten, en çiğ kabalıktan en ince nezakete kadar, ırkının geçtiği bütün aşamaları tek tek temsil ettiği söylenebilir belki. Ama asıl sebep, genel olarak bütün insanlık için geçerli olan sebep, şuydu: “Erdemlerimiz, özgür, değişken, kullanımı daimi şekilde bize ait şeyler değillerdir; zihnimizde erdemlerimiz, karşılaştığımızda kendilerini harekete geçirmeyi görev bildiğimiz olaylara öyle sımsıkı bağlanmıştır ki, karşımıza farklı nitelikte bir olay çıktığında, gafil avlanır ve bu erdemlerimizi kullanabileceğimizi aklımıza bile getirmeyiz.


” Swann, bu yeni ilişkilerini şevkle, gururla sıralarken, tıpkı hayatlarının sonunda mutfak veya bahçe işlerine merak salan, mütevazı, cömert büyük sanatçılar gibiydi; yarattıkları şaheserler konusundaki eleştirileri rahatlıkla kabul eden bu sanatçılar, eleştirilmesine tahammül edemedikleri yemekleri veya tarhları övüldüğünde, safça bir haz sergilerler; veya, resimlerinden birini hiçbir karşılık beklemeden hediye edebildikleri halde, dominoda üç beş kuruş kaybetseler suratları asılır. Profesör Cottard’a gelince, onu çok daha ileride, Raspeliere Şatosu’nda, Patroniçe’nin yanında uzun uzun tekrar göreceğiz. Kendisiyle ilgili olarak şimdilik şunu belirtmek yeterli: Swann’daki değişiklik, yine de şaşırtıcı olabilir; çünkü ben Gilberte’in babasını Champs-Elysees’de gördüğümde bu değişim olmuştu ve ben bunun farkında değildim; zaten karşılaştığımızda benimle konuşmadığı için, benim karşımda siyasi ilişkilerini sayıp dökemezdi (gerçi bunu yapmış olsaydı bile, kibirini hemen fark edemeyebilirdim; çünkü bir kişiyle ilgili, eskiye dayanan fikirlerimiz, gözlerimizi de, kulaklarımızı da tıkar; annem, yeğenlerinden birinin, dudaklarına ruj sürdüğünü, adeta ruj bir sıvıda eriyip görünmez olmuş gibi, üç yıl boyunca hiç fark etmemişti; sonunda bir gün, bir nebzelik bir fazlalık, veya bir başka etken, aşırıdoyma denilen olguya yol açmış, fark edilmemiş olan bütün rujlar billurlaşmış ve annem, bu ani renk aşırılığı karşısında, Combray’de âdet olduğu üzere, bunun bir rezalet olduğunu ifade edip yeğeniyle neredeyse bütün ilişkisini kesmişti). Cottard’ı, Swann’ın Verdurin’lere ilk gidişlerinde gördüğümüz dönem ise, aksine, çok geride kalmıştı; bilindiği gibi yüksek mevkiler, resmî unvanlar, yıllar geçtikçe edinilir. Ayrıca, aptalca kelime oyunları yapan, cahil bir kimse de, genel kültürün asla yerini tutamayacağı bir yeteneğe sahip olabilir; mesela büyük bir strateji uzmanının veya klinik hekiminin yeteneği gibi. Gerçekten de, meslektaşları Cottard’ı, zaman içinde Avrupa çapında ün yapmış mütevazı bir pratisyen olarak görmüyorlardı sadece. Genç doktorların en akıllıları, hastalanacak olurlarsa, canlarını teslim edecekleri tek hekimin Cottard olduğunu belirtirlerdi –en azından birkaç yıl boyunca belirtmişlerdi; çünkü zaten değişim ihtiyacından doğmuş olan moda, değişir. Şüphesiz bu doktorlar, karşılıklı Nietzsche’den, Wagner’den söz edebilecekleri daha kültürlü, daha sanatkâr üstatlarla görüşmeyi tercih ediyorlardı. Mme Cottard’ın, bir gün fakülte dekanı olarak görmeyi umduğu kocasının iş arkadaşlarını ve öğrencilerini ağırladığı davetlerde, müzik çalındığı sırada Profesör Cottard müziği dinlemek yerine, yandaki salonda iskambil oynamayı tercih ederdi. Ama herkes Cottard’ın teşhislerinde gösterdiği sürat, titizlik ve isabeti överdi. Profesör Cottard’ın, babam gibi bir insanda uyandırdığı genel izlenim konusunda son olarak da şunu belirtelim: Hayatımızın ikinci bölümünde açığa vurduğumuz mizacımız, çoğunlukla öyle olsa bile, her zaman başlangıçtaki mizacımızın gelişmiş veya solmuş, güçlenmiş veya yumuşamış şekli değildir; bazen de tamamen zıt bir mizaç, adeta tersyüz edilmiş bir giysidir. Cottard, çekingen tavrı, aşırı utangaçlığı ve sevecenliğiyle, gençliği boyunca, kendisine hayran olan Verdurin’lerin evi hariç her yerde, sürekli alaylara maruz kalmıştı. Kendisine buz gibi bir tavır takınmayı öğütleyen, acaba hangi hayırsever dostuydu? Edinmiş olduğu önemli mevki, bu tavrı takınmasını kolaylaştırdı. Düşünmeden kendi haline döndüğü Verdurin’lerin evi dışında her yerde, soğuk, bilerek suskun, konuşması gerektiğinde kestirip atan, tatsız bir şeyler söylemeyi ihmal etmeyen bir adam haline geldi. Bu yeni tutumunu, kendisini daha önce görmediklerinden, bir karşılaştırma yapma durumunda olmayan hastaları karşısında deneme fırsatı buldu; bu hastaları, onun doğuştan sert bir adam olmadığını öğrenseler, çok şaşırırlardı.

Özellikle soğukkanlılık konusunda gayret gösteriyordu; hastanede görev başındayken, klinik şefinden en genç doktor adayına kadar herkesi güldüren kelime oyunlarını yaptığında bile, sakal ve bıyıklarını kestirdiğinden beri zaten tanınmaz hale gelmiş olan yüzünde, asla tek bir kas dahi oynamazdı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir