Peter Handke – Solak Kadın

KADIN OTUZ YAŞINDAYDI, orta yükseklikte bir dağ sırasının güney yamaçlarından birine taraçalar biçiminde kurulmuş, bungalovlardan oluşan bir sitede yaşıyordu, büyük bir kentin sislerinin hemen biraz üzerinde. Zaman zaman , kimseye bakmasa bile, yüzünde hiçbir başka değişiklik olmaksızın parlayıveren gözleri vardı. Bir kış günü akşam üzeri , dışarıdan gelen sarı ışıkta geniş salonun penceresinin önünde elektrikli bir dikiş makinasının başında oturuyordu; yanında, okul ödevlerini yapan sekiz yaşındaki oğlu. Oturduğu odanın bir uzun kenarı, işi bitip atılmış bir Noel ağacı ile ötesinde komşu evin penceresiz duvarının görüldüğü bir terasa bakan, boydan boya pencerelerden oluşuyordu. Çocuk koyu renk cilalı masada defterine eğilmiş dolmakalemle yazıyor, bu arada dilini dudaklarının arasından çıkarıyordu. Zaman zaman duraklıyor, geniş pencerelerden bakıyor, sonra daha bir gayretle yazmayı sürdürüyordu; ya da annesine doğru bakıyor, kadın sırtı çocuğa dönük de olsa bunu fark ediyor, çocuğun bakışlarına cevap veriyordu. Kadın Avrupa çapında tanınmış bir porselen şirketinin bölge şubesinin satış şefiyle evliydi, o akşam İskandinavya’dan, birkaç hafta sürmüş olan bir iş gezisinden dönecekti kocası. Aile zengin değildi, ama rahat yaşıyordu, adam her zaman başka bir yere atanabileceği için kirada oturuyorlardı bungalovda. Çocuk yazmasını bitirmişti, okudu: ’ “Daha Güzel Bir Hayat Bence Nasıl Olabilir’: Hava ne soğuk, ne çok sıcak olsun isterim. Ilık bir rüzgâr her zaman esmeli, bazan da insanın çömelip kalmasını gerektirecek bir fırtına çıkmalı. Otomobiller yok olacak. Evler kırmızı olsa. Çalılıklar altın olsa. İnsan her şeyi bilse de hiçbir şey öğrenmek gerekmese. Adalarda yaşasak.


Caddelerde otomobiller açık durur, yorgun olan binebilir. Zaten hiç mi hiç yorgun olmaz insan. Otomobiller kimsenin değil. Akşamlan hep uyanık kalırız. İnsan neredeyse orada uyur. Hiç yağmur yağmaz. Her arkadaş dörder dörderdir, tanımadığımız insanlar yok olur. Bilinmeyen her şey yok olur.” Kadın ayağa kalkıp pencereli cepheye dik gelen ve arkasında kımıldamayan birkaç ladin olan, daha dar pencereden dışarı baktı. Ağaçların dibinde hepsi birbirine benzer biçimde dörtköşe , çatıları bungalovların düz çatılarının aynısı dizi dizi garajlar, bunların önünde de caddeye ulaşan bir araba girişi vardı, bir çocuk bu yolun karları kürenmiş yaya kaldırımında çeke çeke bir kızak sürüklüyordu. Ağaçların ta arkasında, aşağıda düzde büyük şehrin uzantısı olan siteler görülüyordu, bir de uçak havalanıyordu o sırada ovadan. Çocuk yaklaştı, dalmış görünen, ama kaskatı kesilmekten çok, düşüncelerinin onu sürüklediği yere gitmiş gibi duran kadına nerelere baktığını sordu. Kadın duymadı, gözünü kırpmadan bakıyordu. Çocuk bir yandan onu sarsalarken bağırdı: “Uyan!” Kadın kendine gelip elini çocuğun omuzuna dayadı. Şimdi o da dışarı bakıyor, gözü manzaraya dalarken ağzı açılıyordu.

Bir süre sonra silkindi, “İşte ben de bakakaldım, senin gibi!” dedi. İkisi birden gülmeye başladılar, durmak bilmeyen bir gülüştü, sesleri kesilir gibi olunca biri hemen yeniden gülmeye başlıyor, öteki de ona katılıyordu. Sonunda kahkahalar içinde kucaklaşıp beraberce yere yığıldılar. Çocuk televizyonu şimdi açıp açamayacağını sordu. “Havaalanına gidip Bruno’yu karşılayacağız ya,” diye cevap verdi kadın. Ama çocuk aygıtı çalıştırıp önüne oturmuştu bile. Kadın ona doğru eğilip: “Peki ben nasıl anlatayım şimdi haftalardır yurtdışında olan babana senin…” Televizyon seyreden çocuk bir şey işitmez olmuştu. Kadın iyice bağırıyor, açık havada bir yerlerdeymiş gibi ellerini boru yapıp sesleniyordu; ama dosdoğru ekrana bakıyordu çocuk. Kadın elini çocuğun gözlerinin önüne tuttu, ama beriki başını eğip, ağzı iyice açık, seyretmeye devam etti. Kadın dışarıda, garajların baktığı bir avluda, kürk mantosunun önü açık duruyordu; akşam olmaya başlamıştı, eriyen karlardan kalan birikintiler yeni yeni donmaktaydı. Yaya kaldırımının her tarafına, atılmış Noel ağaçlarından dökülen çam iğneleri yayılmıştı. Garaj kapısını açarken yukarıya, setler halinde üstüste sıralanmış kutu biçiminde bungalovların birkaçında ışıkların yakılmaya başladığı siteye doğru baktı. Sitenin arkasında başlıca meşe, kayın ve ladinlerden oluşan karışık ağaçlı bir orman başlıyor, hafif bir eğimle, arada bir köye hatta bir eve bile yer vermeden, ortasıradağların zirvelerinden birine doğru yükseliyordu. Çocuk, kocasının deyimiyle kendi “oturma birimlerinin” penceresinde göründü, elini kaldırdı. Havaalanına geldiğinde ortalık daha iyice kararmamıştı; yurtdışı geliş salonuna girerken gökyüzünde, arkalarından gelen ışığı geçiren bayrakların asılı olduğu direklerin üstünde, bulutların yer yer dağıldığını gördü kadın.

Başkalarıyla birlikte duruyor, bekliyordu; yüzü bekleyiş doluydu, ama gergin değildi; açık ve kendi başına bir yüz. Helsinki’den gelen uçağın indiği duyurusundan sonra gümrük setinin arkasından yolcular çıktı, aralarında bir elinde bavul öbüründe plastik DUTY FREE SHOP torbasıyla, yüzü yorgunluktan donuklaşmış bir halde, Bruno vardı. Kadınla arasında fazla yaş farkı yoktu; hep ince çizgili, kruvaze gri takım elbise giyer, gömleğinin yakasını açık bırakırdı. Gözlerinin kahverengisi o kadar koyuydu ki gözbebeklerini pek göremezdi insan; karşısındakilere, sınanıyor oldukları duygusunu uyandırmadan uzun uzun bakabilirdi. Çocukluğunda uyurgezerdi; yetişkin olarak da, rüya görürken sık sık konuşurdu. Havaalanının salonunda, herkesin önünde başını kadının omuzuna dayadı, sanki hemen oracıkta o kürke gömülüp dinlenmeden edemeyecekmiş gibi. Kadın elinden bavulla torbayı aldı, artık kucaklayabilirdi karısını. Uzun zaman öyle kaldılar; Bruno biraz alkol kokuyordu. Bodrum katındaki garaja inen asansörde kadının yüzüne baktı adam; kadınsa bir süredir onu seyrediyordu. Önce kadın bindi arabaya, sonra yan koltuğa oturması için adama kapıyı açtı. Adam hâlâ dışarıda duruyor, bakınıyordu. Yumruğunu alnına vurdu; sonra parmaklarıyla burnunu kapatıp kulaklarındaki havayı çıkardı, uzun uçak yolculuğunun verdiği tıkanıklık hâlâ geçmemiş gibi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir