Şebnem İşigüzel – Venüs

Göbek Deliği Göbek deliği annemizin hatırasıdır. Hem bağımlılığımızın hem bağımsızlığımızın işareti. Benim için biraz farklı tabii. Evet, sanırım buradan başlamak en doğrusu: Doğuyla batının tam ortasında, Isǚ tanbul Boğazı’nda dünyaya geldim. 23 Temmuz 1908’de bir kayığın içinde. Hatta, “Neden erkek değil de kız!” diye öϐkelenen babam ter ter tepinip kayık alabora olduğundan, suyun içinde. Odžnce, ayak bileklerine kadar ıpılık suyla dolan kayığın batmakta olduğunu düşünmüş, korkmuşlar. Anacığım çığlığı koyverip ıkınmaya başlayınca du Belki Sultan’ınkisi altındandır!” İşte buna çok gülmüş hepsi. “Ben gördüm, altından değildi,” demiş Saray’ı görüp geçiren. “Üstelik boynuza hiç benzemiyordu!” “Hem Sultan’ın boynuzları başka yerde!” “Ha! Ha! Ha!” Annem gözlerini ninelerinin, annesinin ve pek tabii kendisinin üzerine lakırdı etmeye doyamadığı Altın Boynuz’a mıhlamış, son bir gayret ıkınmış. Bu sırada kürekçi bunun çığlıklarına dayanamayıp kendisini atmış mı suya? Babam da “Bre deyyus nereye?” diye akıntıdan kurtulamayıp sandalımızın çevresinde biçare kulaçlar atıp duran kürekçinin kafasına boşta kalan küreği indirmesin mi? Nergis’in anlattığına bakılırsa, kürekçi son bir gayretle, karpuz gibi patlayan başını suyun üstünde tutmaya çalışmış. Sonra birazdan bizim de tecrübe edeceğimiz üzere suyun dibini boylamış. Kafasından akan pelte pelte kan, sandalımızın çevresinde halka halka genişlemiş. “Ayol bütün Boğaz kana bulanacak sandım,” diye anlatırdı Nergis. “Bre amma kanı varmış, Boğaz, Kızıl Boğaz olacak bundan böyle,” demiş bulunmuş babam.


Demiş bulunmuş diyorum çünkü haϐiyeliğe meraklı ve Kızıl Sultan lakaplı Sultan’ı taşıyan kayık bize doğru yaklaşmaktaymış. Sonuç: Sultan, babamı duymuş. Felaketin kulakları vardır, sizi duyar ve gelir. Işǚ te tam bu sırada, kafam yerine kıçımı annemin apış arasından çıkarmışım. Annemin iniltisi kesilmiş, sesi çıkmaz olmuş. Bu baygınlığın ne kadar sürdüğünü Nergis de bilmiyormuş. Duyulan tek ses, aheste çekilen küreklerden dökülen suların sesiymiş. Çünkü Sultan, suikast olmasa bile kendisine bir komplonun düzenlendiğini düşünüp “Aheste çek kürekleri kürekçi!” emrini vermiş. Bu sırada annem sağ olduğunu hissedip çığlığı basmış. Gözlerini, Altın Boynuz’dan başının üzerindeki gökyüzüne çevirmiş: “O yüksek, o şimdiye kadar bildiğim gökyüzü nerede?” Ne böyle bir acı duymadığını itiraf etmeye, ne de zaten hiçbir şey bilmiyormuşum demeye vakti olmuş. Nergis, “Neredeyim?” diye soran gözlerle bakan anneme “Ayol, on dört yıl önce ayak bastığımız Isǚ tanbul’dasın,” demiş. “Hani ayak basışımızla tir tir titreyen, minarelerinin önümüzde secde ettiğini gördüğümüz, biz böyle söyledikçe kocan olacak hıyarı, acısı alman hıyar gibi öfkeden köpürttüğümüz…” Nergis, hayatta en iyi becerdiği şeyi yapıp annemi lafa tutarken ki “Bre bu deniz tutması gibi bir şeydir,” derdi babam, annem bir an çevresine kulak kabartmış. Yaklaşan kürek seslerini ve yanındakilerle Fransızca konuşan Sultan’ı duymuş. Yaklaşmakta olanın Sultan olduğunu anlamış çünkü yanındakiler Fransızca “Majesteleri” diyorlarmış. O anda başucunda kim durursa dursun, ne söylerse söylesin, ümranda bile değilmiş! Sadece bu insanların onu, şimdi bambaşka bir şekilde anladığı için kendisine bu kadar güzel görünen hayata tekrar kavuşturmalarını istiyormuş.

Anneme bir anda hayat nasıl güzel gözükmüştü acaba? Udžstelik kıçüstü gelmeye çalışan bir bebeği dünyaya getirirken? Annemin hikâyesi, olmayan göbek deliğimde saklı. Fırsatını bulmuşken açıklayayım: Bu ailenin kadınlarının doğuştan getirdiği izleri taşıyorum ben. Sadece ben mi, hepsi taşımış bu izleri. Odžnüne kaç büyük eklersiniz bilmiyorum ama en büyük ninemiz apış arasındaki gülleme lekesiyle doğmuş. Ondan sonrakine bu lekeyle birlikte kendisine hamileyken annesinin tecrübe ettiği hayattan bir leke daha eklenivermiş: sol kalçasının üstündeki aslan pençesi lekesi. Işǚ te ben bütün bu lekelerle birlikte annemin bana hamileyken yaşadığı bir olay neticesinde vücuduma nakşettiği, ilk kez bende belirecek olan lekeyi, izi, nakışı yüklenmiş olarak dünyaya geliyorum. Merak ettiyseniz gövdemdeki diğer izlerin çetelesini yapıvereyim: Sultan’ın boynuzunu tariϐleyen ninemin yapışık ayak parmağını, bir diğer ninemin gut hastalığını, kanla ve bizi var eden zerreyle kuşaktan kuşağa geçen bütün hastalıkları: Ateşli romatizma, şeker, damar sertliği, kalp, sara. Doğu ve batı arasında doğmaktan öte meziyetlerim var anlayacağınız. “Lekeleri, hastalıkları, izleri, kusurdan değil meziyetten mi sayıyorsun a aptal?” diyebilirsiniz bana. Kusurlarımız meziyetlerimizdir esasında. Kusursuzluk var olmamak tır bir bakıma. Çünkübu âlemde hiçbir göz kusursuz bir şey görmemiştir. Ailemi var eden kadınların minicik birer mührü sayılabilecek olan izleriyle doğuyorum. Hiçbirimiz aile tarihimizden kaçamayız. Elbette onu geride bırakabiliriz.

Ama o her koşulda orada durur. Işǚ te ben de kaçamadığım aile tarihime göbekten bağlı, olmayan göbek deliğimle doğuyorum! Kokain “İyi ama bu çocuğun göbek deliği yok,” demiş, demiş bulunmuş Nergis. “Bre göbek deliğini bırak şeyi yok!” demiş babam. “Neyi yok?” demiş Nergis. Sanki cinsim yokmuş gibi! Anladık, doğu ve batı arasında silik soluk lekelerle ve kanımda taşıdığım hastalıklarla dünyaya gelmekteyim ama bir hilkat garibesi değilim! Beni hayalinizde çirkinler çirkini olarak tasavvur etmeyin. Bilakis: Güzelim. Fettanım. Her ikisinin de püsküllü olan cinsinden başa bela olduğunu yaşayıp göreceğim! Ayrıca güzellik insanın kendisine biçtiği değerdir. Ben böyle söyleyince, “Fesuphanallah, vallahi doğru söyledin,” derdi Nergis. “Güzele bakar geçersin ama çirkini seyretmeye doyamazsın.” Neyse, biz devam edelim: Kıçüstü dünyaya gelmekte olan bana bakıp: “Bre yoksa bu erkek cinsinden değil mi?” diye öϐkelenen babam, “Bir cemiyete girsem, gölgemi mi buyur eder oturtursunuz, beni mi?” diye sorardı. “Elbette gölgeni, hıyar!” derdi Nergis usulca, bir taraftan bana elma soyarken. “Elbette beni! Karılar gölge gibidir. Değersiz, önemsiz, yok!” “Benim karnım böyle laϐlara tok!” derdi Şekina Halam: “Odžyle tok ki, şimdi işkembemi şuracığa çıkarıvereceğim.” Gerçekten bir keresinde kusup etrafı batırmıştı da babam bu lafı korkusundan etmez olmuştu.

“Ayol, kendini durup dururken nasıl kusturdun öyle?” diye soru vermiş ti Nergis. “Erkek cinsinin bu aşağılamaları içimdeki kadınlığı kabarttıkça kabarttı, kabaran kadınlığımın küçük dilime değmesiyle…” “Ayol, sen çok yaşa!” Gerçekten de öyle oldu. Şekina, Nergis kadar maceralı ama onun kadar uzun olmayan ama yine de uzun sayılabilecek bir hayat yaşadı. Ardında bıraktığı mahrem izler ve gizlerle kendi çapında bir ölümsüzlük kazandı. Anlatacak ne çok şey var! Yahu şu Kızıl Sultan da ne aheste geliyormuş! Oysa kavrulmuş kalmış imparatorluğa getirilecek yalancı bahar ve özgürlükler yağmur taşıyan bulutlar gibi gece yarısına varmaz Isǚ tanbul’da olacaktı. Anayasa, meclis, herkese eşit haklar falan ϐilan. Falan, ϐilan kimdir seni kandıran? Çünkübu saydıklarımdan hiçbirisi bu topraklarda benim taşıdığım doğum lekeleri, izler, acayiplikler ve kalıtsal hastalıklar gibi gözle görülür, varlığına kanıt gerektirmez biçimde beliremedi. Dünyaya gözlerimi açtığım 1908 yılında ilan edilen medeni ve insani şeyler bu ülkede gölge gibi kaldı: Üzerine bas geç! Üzerine çık çiğne! Hem var hem yok, tıpkı gölge gibi! Ay, ben nasıl bir memlekete doğuyorum diye düşünmedim değil. Ama geç kalmış, dünyaya gelmek üzere yola çıkmıştım işte. Babama kalırsa kayığımızın alabora olmasının nedeni kendisinin “Bre yoksa benim kızım mı olacak?” endişesiyle tepinmesi değil, nihayet burnumuzun dibinde biten Kızıl Sultan’ı tanıyıp “Sultanım sen çok yaşa!” nümayişinde bulunmasıymış. “Hadi oradan, baban bizi kandırmasın,” diyebilirsiniz. Hep kandıracak ama bu defa değil. Gerçekten babam Sultan’ın neye benzediğini biliyormuş, gözleriyle görmüş. Sultan arabasıyla midesi ekşiye ekşiye ve bu sebepten suratını ekşite ekşite cuma namazına giderken, başına üşüşen sinekleri kovar gibi salladığı eliyle selamladığı halkın arasından birisi olarak değil, Isǚ tanbul’a geldikleri 1894 yılında bizzat huzuruna çıkarak, kollarını açsa kucaklaşacak mesafeden görmüş Sultan’ı, daha ne olsun? Şunu merak edebilirsiniz tabii: Babam, Sultan’ın huzuruna niye çıkmış? Ama ben sizin yerinizde olsam bu seansın adını niye “Kokain” koyduğumu merak ederdim. Sonra da seans da nereden çıktı, diye sorardım.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir