Kemal Tahir – Yorgun Savaşçı

FilisƟn cephesindeki subay arkadaşlarının “Cehennem Topçu” dedikleri, Yüzbaşı Cemil, dürbünü indirmeden kısa kısa gülünce, teyzesinin kızı Neriman gözlerini örgüsünden kaldırıp pencereden baktı: — Neye güldünüz? — Hiç… — Kuzum neye güldünüz? — “Bataryateeş” diye bağırsaydım, korkar mıydın? — Ödüm kopardı. — Dalmışım. Cemil dürbünü indirdi. Bizim bölükler karşı tepeye saldıracaklarmış da koruma ateşi açacakmışım, gibi geldi. — Nedir koruma ateşi? — Düşman siperlerine gülle yağdırırsın, başlarını çıkarıp ateş edemezler! Neriman bir an daldı: — 31 Mart’ta toplarınızı oraya koymuştunuz aklınızda mı? Duvardaki genç subay fotoğraķna bakıp gözlerini hemen indirdi. Nazmi’ye sormuştum, “Üstümüzden aşar mıydı mermileriniz?” diye… — Aşardı! El yordamıyla cigara pakeƟni arayan Cemil de gözlerini fotoğraŌan kaçırdı. Nazmi’nin topları soldaydı, benimkiler sağda… “Abdülhamit’in muhaķz tümeni çarpışmazsa… ” diye kıvranıyordu Nazmicik… — Çarpışsın mı istiyordu? — Çarpışsın ki, birkaç mermi savurup herifin sarayını başına yıksın… — Yıkabilir miydi? — Sanmıyorum! Hiç mermi yakmadan topçu olduk biz… Manevra bile görmemişƟk. Acemi topçu palavracıdır. Cigarayı derin derin çekƟ. On yıl geçƟ 31 Mart’tan bu yana… Nazmi rahmetli yirmi ikisindeydi 31 Mart’ta… Demek ben de yirmi üçümdeymişim… — Ya ben? — Sen mi? Cemil dürbünü bırakƨ. Saçlarından tutup Neriman’ın başını yavaş yavaş büktü. Dur bakayım! On altına yeni girmiştin güzelim… — Çekme… Ay saçlarım… Neriman biraz direndi, sonra gözlerini kapayarak kendisini bırakƨ, öpüş uzayıp soluğu kesilince inleyerek ağzını kurtardı. Delirdiniz mi Cemil ahi?. — Abi demeyecektin ya!.


— Bırakın… Biri girse içeri?. Annem anladı valla… “Bu soğukta, her gün yıkanmak neyin nesi… ” dedi geçende… — “Temizlik imandan” diyemedin mi? “Evleniyoruz” deseydin! — Bırak saçlarımı… Örgü şişiyle Cemil’in eline yalancıktan vurdu. Dün konuşuyorlardı Saraylanımla… Baytar Salih Bey’in damadı geldi ya esirlikten… Evde kıyamet kopuyormuş… Giderken kundakta bırakƨğı oğlan beşini biƟrecek… “İstemem bunu. Gitsin evimizden” diye paralıyormuş kendini… “Alışƨrmak gerekƟ çocuğu… İçlenir, günah… ” diye laf dokundurdu annem… Enver, ne demiş, bilin bakayım! “Annanne, Cemil dayımın yanında, başını niçin örtmüyor annem, nikâh düşmez de ondan mı?” demiş… — Vay bacaksız vay!. — Benimle yatmaya alışık… Korkuyor yerini alırsın diye… — Yedi yaşında nikâha aklı eren oğlan, eğleniyordur bizimle… Elini Neriman’ın yanağından boynuna, boynundan göğsüne, göğsünden oyluğuna indirdi. Benim korktuğum başka… — Neymiş? — Gelecek arkadaşı düşünüyorum. Kalacak birkaç gece… — Evet? — Evetmiş… N’aparız? — Uslu dur… Neriman bacaklarını istekle sıkƨ, gerindi. Çek… Çek elini… Asıl düşünecek şeyi düşünmüyorsun da… — Neymiş?. — Ödüm kopuyor gebe kalırım diye… Uykularım kaçıyor. — İyi ya… İster istemez söylersin teyzeme… “Biz hemen evleniyoruz, ” dersin… “Nerden çıkƨ, sipsivri bu?. Neden bu kadar acele?” derse, “Tanrı buyruğu… ” dersin… — Alay edeceğine düşünsene biraz beni… — Sen niçin düşünmüyorsun? — Ben düşünebilir miyim? Erkeksin sen… Güçlüsün… Düşünmek sana düşer… Çek elini… Bak ne diyeceğim… Subay mı beklediğiniz arkadaş? — Değil… — Nerede kaldı?. “Dokuzda” dememiş miydiniz? Duvardaki saate bakƨ. Dokuz buçuk… Kızarım gelmezse… Mutfakta canım çıktı… İçki içmeyin olur mu öğleüstü… Aşağıda bir kapı açılıp örtülünce Cemil elini çekti, Neriman hemen dürbünü aldı: — Gelir değil mi yüzde yüz?. Pencereye döndü. Dürbünle bakmak hoşuma gidiyor. Siz yokken alıp oturuyorum buraya… Görmediğim yerleri gösteriyormuş gibi avutuyor beni… İnsanların yüzlerini iyice seçiyorum karşı düzlükte… Bütün dürbünler güçlü müdür bu kadar? — Eh… — Savaşa giderken mi almıştınız bunu? — Hayır… Von Kres Paşa’nın armağanı… — Kimin? — Von Kres… Bir Alman paşası… Topçu aƨş okulunda komutanımızdı.

Kanal’a da beraber gittik. — Niçin armağan etti? — Bizim batarya, Süveyş Kanalı’nda bir gemi yakmıştı da… — Çok pinƟymiş… Öyle bir işe bu armağan az… Karşı tepeden mi gelecek beklediğiniz arkadaş? — Bilmem… — Nasıl adam? Cemil az kalsın bu soruya da “bilmem” diyecekti. Bıyıklarını çiğneyerek gülümsemesini sakladı. “Arkadaş”ın yüzünü hiç görmemişƟ. İƫhatçıların kodamanlarından, eski Diyarbakır Valisi Doktor Çerkez Reşit Bey’i bekliyordu. Reşit Bey, Ermenileri öldürme işinin belli başlı suçlularındandı. Kapaƨldığı Bekirağa Bölüğü’nden kaçırılmıştı on iki gün kadar önce… — A… A… Nedir o? Birini kovalıyorlar Cemil abi… Silah çekmiş polis… — Silah mı? Ver bakayım? Cemil dürbünü aldı. Nerede hani? Birden davranıp çömelime gelmişti. Tabanca mı herifin elinde parlayan? — Tabanca… İyi gördüm. Hırsız mı kovalıyor? Hırsızı vururlar mı kaçarsa? Kaçan adam kara paltoluydu. Cemil suraƨnı seçmeye çalışƨ. Gözlüklüydü. Düzlüğün biƟmindeki ağaçlardan birinin gövdesine tutunup bir an duralamış, sonra kaygan yokuşu inmeye başlamıştı. Kovalayan polis, kaçanı gözden kaybedince durup döndü, konağın köşesinden koşarak çıkan arkadaşına, Bulgar mandırasını dolaşması işareƟni verdi. Sonra düzlüğün biƟminde iki büklüm yaklaşƨ.

Kara paltolunun kaçmaktan başka bir şey düşünmediğini anlayınca doğruldu, bacaklarını açtı, sol koluyla silahı destekleyerek nişan aldı. — Vuracak Cemil abi… Vuracak göz göre… Eyvah vurdu! Kaçan adam kurşun sesiyle sendelemiş, dengesini bulmak için kollarını havada çevirerek topukları üstüne biraz kaymıştı. — Vuruldu. Vurdular değil mi zavallıyı? Cemil, savaşa ilk giren genç arkadaşların telaşına karşı kullandığı kalın sesiyle Neriman’ı payladı: — Sus bakalım… Yok bir şey!. Adam düze inmişƟ. Karla örtülü tarlada bata çıka koşarken mandırayı dolaşan polis, kırk adımda ateşe başlayınca eğilerek elini beline attı: — Vurulmuş değil mi Cemil abi?. Kamından vurulmuş… — Sanmam… “Silah çekiyor” diyecekti, vazgeçti. Vurulmadı, hayır… Adam doğrulup döndü; tabancasını yukarıdan aşağı indirerek, poligondaymış gibi rahat, iki kurşun attı. Tarlanın ortasındaki ağaca kadar gerileyip eski hasırların arkasına siperlendi. — Gözlüklü, gördünüz mü Cemil abi, serseri değil… Tepenin düzünde, üniformalı polisler meçlerini tutarak koşuyorlardı. Mahallede kadın çığlıkları, çocuk bağırtıları başlamıştı. Cemil dürbünü atıp sıçradı: — Kapıya Neriman… Koş kapıya… — Kapıya mı? — Koş diyorum… Aç kapıyı… Hayır, açma büsbütün… Aralık dursun… Sedirden atlayıp yüklüğe yeƟşmişƟ. Dur kız… Teyzem farkına varırsa korkar. Büyük çaplı mavzer tabancasını kılıķndan çekerken sordu. Komşu bahçeye geçebilir miyiz arkadan? Karşılık beklemeden kapıya atılınca Neriman yetişip koluna sarıldı: — Hayır Cemil abi… Hayır olmaz… — Delirdin mi? Çekil… Bırak diyorum!.

Neriman’ı iki kere silkeledi, vurup düşürmezse kurtulamayacağını anlayarak duraladı. Bırak… Aşağıdan Selimanım’ın sesi duyuldu: — Ne var Neriman? Sen mi bağırdın? — Kapıyı kapatın anne… . Kol demirini vurun… Olmaz, hayır… — Bırak saçmalıyorsun… Üst üste kurşun sesleri gelince, pek de farkında olmadan, Cemil, tabancayı vurmak için kaldırdı. Bırak diyorum, bırak. Neriman tabancanın neden kaldırıldığını anlamadığı halde, Cemil’in gözlerindeki parılƨdan ürkerek bir an geriledi, sonra yeniden atılıp bağırdı: — Dur Cemil abi… Silah boş… — Hay Allah kahretsin… Cemil tabancanın sürgüsünü çekƟ. Neriman’ın oğlu Enver kurcalar diye eve gelince şarjörü kilitliyordu. Boş silahı karyolanın üstüne atıp dolaba koştu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir