Fyodor Mihailoviç Dostoyevski – Ecinniler

Pek yetenekli bir yazar olmadığım için, bugüne dek hiçbir olayla öne çıkmamış olan kentimizde bu yakınlarda olup biten tuhaf olayları anlatmaya biraz geriden başlayarak, üstün yetenekli ve saygıdeğer Stepan Trofimoviç Verhovenskiy’in yaşamöyküsünden bazı ayrıntılara gireceğim. Bu ayrıntılar, anlatmayı düşündüğüm öykünün girişi yerine geçsin; asıl öykü sonra gelecek. Hemen söyleyeyim: Stepan Trofimoviç’in aramızda hep özel bir yeri olmuş, hani nasıl derler, kendisi bir tür yurttaş rolü oynamış ve rolünü de tutkuyla sevmiştir; hem de onsuz yaşayamayacak denli. Onu bir tiyatro oyuncusuna benzeterek söylemiyorum bunları, Tanrı yazdıysa bozsun! Saygı duyduğum biridir o. Sanırım her şey alışkanlıktan kaynaklanıyor ya da –ve daha doğrusu– çocukluktan bu yana beyni uyuşana dek tanınmış biri olma hayalleri kurmaktan. Örneğin “polisin izlediği biri” olmak, “sürgün” olmak harika şeylerdi onun için. Bu iki küçücük kelimenin (izlenmek ve sürgün) her ikisinin de kendine özgü, klasik bir ışıltısı vardı ve bu ışıltı onun sonsuza dek gönlünü çelmiş, sonra da uzun yıllar içinde yavaş yavaş onu kendi gözünde, gururunu da okşayan, pek yüksek bir kaide üzerine yükseltmişti. Geçen yüzyılda yazılmış bir İngiliz yergi romanının Gulliver adlı kahramanı, boyları iki parmak anca gelen cüceler ülkesinden döner; ancak kendini cüceler arasında dev görmeye öyle alışmıştır ki Londra sokaklarında dolaşırken de elinde olmadan yoldaki insanlara, arabalara bağırır, kendini hâlâ dev, çevredeki herkesi cüce görerek; onları ezmemesi için yana çekilmelerini, kendilerini korumalarını ister. Bu yüzden alaylara, sövgülere uğrar, hatta kimi arabacılar kamçılarıyla bile vururlar deve. İyi ama doğru mu bu yaptıkları? Alışkanlık… Neler yaptırmaz insana! Stepan Trofimoviç’i de aşağı yukarı benzer duruma düşüren şey alışkanlıktı. Yalnız onunki daha masum ve alçaltıcı sayılamayacak bir durumdu, çünkü kendisi dünyalar tatlısı bir insandı. Ömrünün sonlarına doğru herkesin onu unuttuğunu bile düşündüğüm olur bazen; ama bu böyle diye, onu eskiden de kimselerin bilmediği söylenemez. Kendisinin bir süre için, geçen yüzyılın ünlü kişileri arasında yer aldığına en ufak kuşku yoktur ve bir zaman için, aslında hepi topu tek bir dakikacık boyunca adı –dönemin bu konuda biraz aceleci davranan ve sayıları hiç de az olmayan insanlarınca– Çaadayev, Byelinskiy, Granovskiy ve o sıralar yurtdışı etkinliklerine yeni yeni başlayan Herzen gibi adlarla birlikte bile anıldı. Ama Stepan Trofimoviç’in etkinliği, nasıl söylemeli… “çakışan olayların kasırgası”yla daha başladığı anda bitti. Ama işe bakın ki daha sonra yalnızca “kasırga”nın da değil, “olay” denilebilecek herhangi bir olayın da olmadığı ortaya çıktı.


Bugünlerde büyük bir şaşkınlıkla –ama öte yandan da hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde– öğrendiğime göre Stepan Trofimoviç kentimizde meğer ne bizim sandığımız gibi sürgün olarak yaşamaktaymış, ne de herhangi bir zamanda polis tarafından izlenmiş! Bir insanda hayal gücü bu kadar mı güçlü olur! Attığı her adımın izlendiğine, kimi konularda kendisinden çekinildiğine, son yirmi yıl içinde ilimizi yöneten üç valinin de kendisiyle ilgili olarak başkentten kafa karıştırıcı bilgilerle doldurulduğuna ömrü boyunca inandı. Hatta biri çıkıp da yadsınamaz kanıtlarla korkmasını gerektirecek bir şey olmadığını kendisine söyleyecek olsa Stepan Trofimoviç buna kesinlikle gücenirdi. Bu arada kendisinin akıllı, yetenekli, başarılı bir insan olduğunu da söylememiz gerek, hatta her ne kadar bilimsel alanda pek bir şey, hatta hiçbir şey yapmamışsa da, başarılarının bu alanı da kapsadığı söylenebilir. Fakat bilim adamlarıyla ilgili olarak Rusya’mızda durum çoğu kez böyle değil midir?

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir