İlya Ehrenburg – Paris Düşerken

André’nin atölyesi ‘Cherche-Midi’ Sokağı’ndaydı. Eski bir sokaktı burası. Sokağı çepeçevre saran binalar bir kömür yığını gibi simsiyah ve kirliydiler. Evlerin panjurları bile bu karanlığa boyun eğmişlerdi. Sokak sağlı sollu antikacı dükkânlarıyla doluydu. Bu dükkânlarda ölçülü ve sıkıcı, yaşlı madamlar, tüysüz sakalsız ihtiyarlar bir yığın eski püsküyü satmaya uğraşırlardı: Messidor stili yazı masaları, tahtadan oyulmuş tombul tombul melekler, Çin paraları, nar çiçeği renkli kolyeler, madalyonlar… Sokağın köşesinde ‘Sigara içen köpek’ (Chien qui fume) yazılı bir tabela, bu tabelanın hemen altında da bir kahve vardı. İçeride, fox cinsi bir av köpeği, dişlerinin arasında ezdiği bir ağızlıkla sigara içiyor, müşterileri eğlendiriyordu. Karşı kaldırımda, biraz ötede ‘Henri ile Joséphine’ lokantası vardı. Bilmeli ki etli kuru fasulyeyi kimse Joséphine kadar lezzetli yapamaz. Henri, hep mahzene kendisi iner, toz toprak arasından bir şişe şarap çıkarır, hesabı hep taştan bir yazbozun üzerine yazar, hep neşelidir ve dilini şapırdatarak karısının yaptığı yemeklere övgüler yağdırır. Yemeğini yiyip çıkan müşteriyi de güler yüzle uğurlar. Lokantanın yanı başında kunduracının küçücük dükkânı vardır. Altmışını çoktan geçmiş bu ihtiyar bir yandan pençe yapar, bir yandan da kendi kendine şarkı mırıldanır: Hep aşktandır çektiğim (C’est ce coquin d’Amour’) Kunduracıyı çiçekçi dükkânı izler, vitrini kasımpatları, şebboylarla doludur. Sahibesi kupkuru, temiz bir ihtiyardır. Kapısının önüne astığı bir tabelaya her sabah o gün anılacak, kutlanacak ‘aziz’in adını yazar.


Bu sokakta kaldırımların üzerine tebeşirle yazı yazarlar hep: Örneğin ‘cennet’ yazarlar, ‘İtalya’ yazarlar. Ve bu kaldırımların üzerinde küçük çocuklar kaydırak oynar. Sabahları, bıyıklı satıcı kadınlar el arabalarını sürükleyerek sokaktan geçerler. Hançerelerinin olanca gücüyle bağırırlar: “Portakal var! Domates var!” Sonra sıra eskiciye gelir. Varlığını sokak sakinlerine duyurmak için, nereden bulduğu belli olmayan uyduruk bir boruyla seslenir. Ona parçalanmış yelekler, leşi çıkmış pamuk yastıklar getirirler. Akşam üzeri, güneşin batmasına yakın sokak çalgıcıları çıkarlar ortaya. Keman çalarlar, laterna çalarlar, şarkı söylerler. Çalışları da söyleyişleri de kötüdür: Üst katlardan para atılır onlara. Ama evlerin içi sessizdir. Biraz loş, entipüften eşyalarla dolu odalardır bunlar. Ve bu odalardaki bütün eskilere, bir çocuğa bakar gibi özen gösterilir: Koltukların üzerinde örtüler vardır. Büfelerde kırıkları yapıştırılmış fincanlar, bardaklar görürsünüz. Ev halkından biri üşütüp de aksırmaya başlasa ona hemen ıhlamur içirirler ya da sıcak şarap verirler, bazen de hardal yakısı hazırlarlar. Romatizmalı olanlara sızılarını dindirsin diye olmadık ilaçlı sular kaynatılır.

Bu semtte kediler ordu halinde gezerler; evlerin, dükkânların içi, vitrinler hep bu besili ve tombul hayvanlarca işgal edilmiştir. Sokak asıl güneşin battığı sırada çok güzelleşir. O zaman her şey mavileşir; usta bir ressamın kalemiyle çizilmiş gibi oluverir. İşte André’nin atölyesi bu semtte, bu sokakta, bir binanın en üst katındaydı; alabildiğine güzel bir manzarası vardı. Bina damları, yine damlar, hep damlar. Çalkantılı bir denizi andırırcasına kurulmuş, tuğlalardan yaratılmış bir okyanus. Ve damların üstünde binaların bacalarından ince ince savrulan dumanlar. Uzakta, oldukça uzakta da portakal sarısına bürünmüş kargaşalı bir parlaklık halinde Eyfel Kulesi. Atölyenin içi çok dardı. İnsan, çevresinde dönemezdi. Oraya buraya gelişigüzel bırakılmış çerçeveler, boya tüpleri, bir ayağı kırılmış topal iskemleler, yıpranmış ayakkabılar atölyeyi doldurmuştu. Bütün bu eşyalar sanki oraya konmamış, bir ağaç gibi yerden bitivermişlerdi. Bu haliyle atölye bazen baharda henüz yeşeren bir koruluğu andırıyordu. Güneş içeriye vurduğunda çoğunlukla böyle oluyordu. O zaman André farkında olmadan keyiflenir, nasıl olup da bu kadar beceriksizce söylediğine şaşarak, kendi kendine enayi şarkılar mırıldanırdı.

Atölye bazen de solup giden bir orman kılığına giriverirdi. İçerideki her şey bakır rengine bürünür, koyulaşır, canlılığını yitirirdi. Bu atölyenin sahibi bir ağaca benzerdi: Uzun, ağır ve sessiz bir adamdı. André sabah erkenden çalışmaya başlardı. Çoğunlukla damları çizer, natürmort çalışırdı: Papatyaların, lahanaların, şişelerin resimlerini yapardı. Akşama doğru kocaman piposunu tüttürerek sokaklarda dolaşırdı. Bazen bir sinemaya girer, Miki’nin soytarılıklarını eğlenerek seyreder, sonra eve döner, uyurdu. Otuz iki yaşındaydı ama dünyayı ilk delikanlılığını yaşayan bir çocuğun şaşkın gözleriyle seyrediyordu. Daha şimdiden ondan ‘olgun bir sanatçı’ diye söz ediliyordu. Oysa André kendisini yeni çalışmaya başlamış bir insan olarak görüyordu. Vaktinden önce gelmiş bir bahar günüydü; André kasımpatlarını resimliyordu. Kapı çalındığı zaman doğruldu. Atölyeyi gürültüye boğarak Pierre girdi içeriye. Çok kolay ve bol konuşan bir adamdı Pierre. O anlatırken André dalgın dalgın gülümsüyor, gözlerini bir türlü tuvalden ayıramıyordu.

Tuvale döktüğü sarı rengin gereğinden fazla kaçtığını yeni fark etmişti. Pierre, André’nin yanında ufacık kalıyordu; bir kuş gibi hareketliydi. Esmer bir adamdı. Uzun kolları, kocaman kocaman gözleri, genizden gelen boğuk bir sesi vardı. Boya kaplarının, çerçevelerin arasında sanki zıplıyor, durmaksızın konuşuyordu. Pierre inşaat mühendisiydi; tiyatro hastasıydı. Eskiden şiir yazmayı da denemişti. Takma adla bir kitapçık bile yayımlamıştı. Çok kolay aşık oluyordu; bu yüzden intiharı düşünecek kadar acı çekiyordu. Ama aslında hayata bağlı bir adamdı. Hayatı, düşkünlüklerine rağmen seviyordu. Çabuk etki altında kalıyordu, öyle ki dostları onu hiç beklenmedik davranışlara sürükleyebiliyorlardı. Bir gün kahvenin birinde kralcı bir müzisyen tanımıştı. O sıralar Paris’te Meclis’e karşı büyük antipati vardı; halk pek çok milletvekilinin Stavisky skandalına karıştığını duymuştu. Pierre hareketin dışında kalamazdı.

Ayaklanma gecesi Concorde Meydanı’na, göstericilerin yanına fırladı. Altı ay sonra faşizm karşıtı mitingde Pierre yine ön saftaydı. Tribünde sosyalist Viard konuşuyordu. O konuşurken Pierre müzisyenle sert bir tartışmaya girdi. Militarizm hakkında söylemediğini bırakmadı. Her gün düzineyle gazeteyi en küçük ayrıntılarına kadar okuyor, hiçbir gösteriyi kaçırmıyor, hepsinde hazır bulunuyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir