Jerry Spinelli – Cennetin Hırsız Melekleri

Koşuyorum. Hatırladığım ilk şey bu. Koşma. Kolumun altında bir şey taşıyorum, göğsüme bastırıyorum. Ekmek, tabii ki. Peşimde birisi var. “Dur! Hırsız!” Koşuyorum. İnsanlar. Omuzlar. Ayakkabılar. “Dur! Hırsız!” Bu bazen bir düş. Bazen, günün ortasında buzlu çayımı karıştırırken ya da çorbamın soğumasını beklerken çıkagelen bir anı. Peşimden gelenin ve bana seslenenin kim olduğunu asla görmüyorum. Asla, ekmeği yemeye yetecek kadar uzun süre durmuyorum. Düşten ya da anıdan uyanınca bacaklarım sızlıyor.


YAZ Koşuyor, beni sürükleyerek ardından çekiyordu. Benden çok daha büyüktü. Ayaklarım toprakta sekiyordu. Sirenlerin acı çığlıklarını duydum. Saçları kırmızıydı. Caddeleri ve ara sokakları uçar gibi geçtik. Bir sürü gürültü duyuyordum, uzak yıldırımlar gibiydiler. Çarpıştığımız insanlar bizi tanıyormuş gibi görünmüyorlardı. Sirenler ağlayan bebeklere benziyorlardı. Sonunda karanlık bir deliğe daldık. “Şanslısın,” dedi. “Çok geçmeden peşindeki bayanların yerini Çizmeler alır.” “Çizmeler mi?” dedim. “Görürsün.” Çizmelerin kim olduklarını merak ettim.

Caddelerde koşan ayaksız çizmeler miydiler? “Hadi bakalım,” dedi. “Ver onu bana.” “Neyi vereyim?” diye sordum. Gömleğime uzandı ve ekmeği çekip aldı. İkiye böldü. Bir yarısını elime sokuşturdu ve diğerini yemeye başladı. “Seni öldürmediğim için şanslısın,” dedi. “Sen bunu o kadının elinden almadan önce ben kapmaya hazırlanıyordum.” “Şanslıyım,” dedim. Geğirdi. “Hızlısın. Daha ben ne olduğunu anlamadan ekmeği aldın. O kadın zengindi. Nasıl giyindiğini gördün mü? O gider on ekmek daha alır.” Ekmeğimi yedim.

Uzaktaki gürültü çoğalmıştı. “Nedir bu gürültü?” diye sordum. “Çizmelerin topları,” dedi. “Ne topu?” “Büyük tüfekler. Bum bum! Kenti bombalıyorlar.” Yüzüme dik dik baktı. “Sen kimsin?” Soruyu anlamadım. “Ben Uri’yim,” dedi. “Senin adın ne?” Ona adımı söyledim. “Durhırsız”. 3 Beni diğerleriyle tanıştırmaya götürdü. Bir ahırdaydık. Her yerde atlar vardı. Genelde dışarıda caddelerde olurlardı, ama şimdi ahırdaydılar; çünkü Çizmeler kenti bombalıyorlardı ve bu da atlar için çok tehlikeliydi. Üzgün yüzlü gri bir atın bölmesinde, bacaklarının hemen yanında oturuyorduk.

At sıçtı. Çocuklardan ikisi kalkıp diğer bölmeye, bir başka atın yanına gittiler. Sonra geri geldiler. Biri, “Ben boku alırım,” dedi. Sigara içen bir oğlan “Nerden buldun onu?” diye sordu. “Nehrin orda,” dedi Uri. “Fırından çıkan zengin bir kadının somununu kaptı.” Başka bir çocuk, “Sen niye onun elinden almadın?” dedi. Bu çocuk kendi suratı kadar uzun bir puro içiyordu. Uri bana baktı. “Bilmiyorum.” “Bu bir cüce,” dedi biri. “Şuna baksanıza.” Bir başkası, “Ayağa kalk,” dedi. Uri’ye baktım.

Uri parmağını salladı. Kalktım. Biri, “Şuraya git,” dedi. Sırtımda, beni ata doğru iten bir ayak hissettim. “Gördünüz mü,” dedi sigara içen, “Atın kıçına kadar bile gelmiyor.” Arkamdan bir ses ciyakladı. “At bunun kafasına bir şapka kondurabilir!” Hepsi birden, Uri bile, uluya uluya güldüler. Duvarların ötesinde patlamalar devam ediyordu. Sigara içmeyen çocuklar yemek yiyorlardı. Ahırın bir köşesinde benim boyum yüksekliğinde bir yığın vardı. Değişik şekilli ekmekler, boy boy ve renk renk sosisler, meyveler ve şekerlemelerden oluşan bir yığındı bu. Ama yiyecekler yalnızca yarısını oluşturuyordu. Diğer her türlü şey de parıldıyordu içinde. Saatler, taraklar, kadınların dudak boyalarını ve gözlükler gördüm. Çevreyi gözetleyen bir tilkinin ince yassı yüzünü gördüm.

Birisi, “Adı ne bunun?” diye sordu. Uri başını bana doğru salladı. “Adını söyle onlara.” “Durhırsız,” dedim. Birisi horoz gibi yürüdü, “Konuşuyor bu!” Ötekiler ağızlarından dumanlar savurarak güldüler. Bir tanesi gülmüyordu. Her iki kulağının arkasında bir sigara vardı. “Bence bu bir guguk kuşu.” İçlerinden biri ayağa kalktı ve yanıma geldi eğildi. Kokladı. Burnunu sıktı. “Kokuyor bu.” Dumanı suratıma üfledi. “Bakın,” diye seslendi birisi, “duman bile ona dayanamıyor. Yeşile dönüşüyor!” Güldüler.

Duman üfleyen geri çekildi. “Peki, Durhırsız, sen korkak bir guguk kuşu musun?” Ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Gülmeyen çocuk, “Salak bu,” dedi. “Başımıza bela olacak.” Uri, “Çok hızlı,” dedi. “Ve küçük.” “O bir cüce.” “Cüce olması iyi,” dedi Uri. Çocuklardan biri, yüzüme bakıp, “Sen Yahudi misin?” dedi. “Bilmiyorum,” dedim. Ayağımı tekmeledi. “Nasıl bilmezsin? Ya Yahudi’sin ya da Yahudi değilsin.” Omuz silktim. Gülmeyen çocuk, “Söyledim size, salak bu,” dedi. “O daha küçük,” dedi Uri.

“Henüz daha küçük bir çocuk.” Duman üfleyen, “Kaç yaşındasın?” diye sordu. “Bilmiyorum,” dedim. Duman üfleyen ellerini havaya savurdu. “Sen hiçbir şey bilmez misin?” “Aptal bu.” “Aptal bir Yahudi.” “Aptal, pis kokulu bir Yahudi.” “Çelimsiz, aptal, pis kokulu bir Yahudi!” Daha çok gülüşmeler oldu. Her güldükleri

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir