Lev Nikolayeviç Tolstoy – Savaş ve Barış (can) – Nâzım Hikmet Ran Çevirisi

Savaş ve Barış: “Tekniği harikulade, basit; bu yüzden güç.” Sabri Gürses Lev Nikolayeviç Tolstoy, Savaş ve Barış’ın içeriği ve biçimi üzerine düşünmeye 1856 yılında başladı. 28 yaşındaydı, edebiyatçı olarak ünlenmişti, öykü ve romanları yayımlanmıştı, fakat yeni yazdıkları beklediği başarıyı getirmiyordu. Aile Mutluluğu’nun da (1859) beklediği ilgiyi görmemesinin ardından, Yasnaya Polyana’daki çiftliğine çekildi ve uzun yıllar Yasnaya Polyana adlı bilimsel bir dergi dışında bir şey yayımlamadı. Yaratıcılığı yeniden, 1862 yılında Sofya A. Bers’le evlendikten sonra canlandı ve aynı yıl, on yıl önce başladığı Kazaklar adlı kısa romanı tamamladı, yeni öyküler belirdi. Şubat 1863’te, Sofya A. Tolstoya, kardeşine yazdığı mektupta, “Lev yeni bir romana başladı,” diyordu. Tolstoy eserine “roman” adını vermemişti ve eseri yedi yıl, çok yoğun bir çalışmayla yazdı. Eserin adı üç kez değişti: 1865 yılında, Rus Habercisi (Ruskiy Vestnik) adlı dergide giriş kısmı “Bin Sekiz Yüz Beş” adıyla yayımlandı, 1866 yılında “İyi Biten Her Şey İyidir” adıyla anılıyordu, ama 1867 yılında kesin olarak “Savaş ve Barış” adını aldı (Tolstoy, Proudhon’un aynı adı taşıyan 1861 tarihli inceleme kitabının çevirisinin Rusya’da o sırada yayımlanmasına aldırmadı, fakat kitapçılarda bu elbette karışıklığa yol açtı). İlk kez 1865 yılında dergilerde görünen Savaş ve Barış’ın yayımlanması 1867-1869 arasında iki yıl sürdü: Aralık 1867’de ilk üç cilt, Mart 1868’de dördüncü, Şubat 1869’da beşinci, Aralık 1869’da altıncı cilt yayımlandı. 1865 tarihli “Savaş ve Barış İçin Önsöz Taslağı” metni, eserin giriş kısmının Rus Habercisi’nde yayımlanması sırasında yazılmış, fakat yayımlanmamış, uzun yıllar Tolstoy uzmanlarının bilmediği bir metin olarak kalmıştır. 1868 tarihli “Savaş ve Barış Adlı Kitap İçin Birkaç Söz” metniyse, eserin tamamlanmasının ardından Rus Arşivi (Russkiy Arhiv) adlı dergide yayımlanmıştır. Savaş ve Barış, Türkçeye ilk kez Ali Kami Akyüz tarafından 1938 yılında, Fransızcadan 328 sayfalık bir özet olarak çevrildi. Kitabın yayıncısı, dönemin en önemli yayınevlerinden biri olan Hilmi Kitabevi’nin sahibi İbrahim Hilmi, Harb ve Sulh adıyla yayımlanan kitaba yazdığı önsözde, romanın aslında dört ciltte 2000 sayfa olduğunu ve böyle bir romanı yayımlamanın o gün için ekonomik açıdan çok güç olduğunu belirtiyordu.


“Ümid ederiz ki beş on sene sonra okuyucularımız çoğalacak, kitaba para verecek müreffeh meraklılar da hayli artacak. Biz de sağ kalırsak bu kitap meraklılarına bol bol dört beş ciltlik büyük ve kıymetli romanlar basacağız. Bu suretle ilmen ve iktisaden yükselmiş büyük ve geniş bir kitlenin kültür noktasından tekâmülüne hizmet edeceğiz. Tanrı’dan bu mes’ud günleri görmeyi çok isterim.” Bu günler çok uzakta değildi. Tolstoy’un bu eserinin Rusça aslından tam çevirisi Tercüme Bürosu’nun yayın programına alındı ve 1943’te ilk cildi olmak üzere, 1945, 1946 ve 1949 yıllarında dört cilt tamamlanarak M.E.B. Dünya Edebiyatından Tercümeler, Rus Klasikleri dizisinde yayımlandı. Çeviri Zeki Baştımar imzasını taşıyordu, fakat aslında Baştımar’ın o sırada Bursa’da hapiste olan Nâzım Hikmet’le birlikte yaptığı bir çeviriydi bu. Nâzım Hikmet, Kemal Tahir’le 1940’lı yıllarda yaptığı mektuplaşmalarda (Kemal Tahir’e Mahpushaneden Mektuplar, Bilgi Yayınevi, 1968) bu çeviriden sıkça bahseder: “Maarif Vekâleti benimle Zeki Baştımar’a Tolstoy’un Harp ve Sulh romanını tercüme ettiriyor. Ben Bayram ertesi bana düşen parçaları tercümeye başlıyorum.” (70. Mektup, 1942) Nâzım Hikmet’in adı, bilinen siyasi nedenlerle kitapta yer almadı. Ama Nâzım Hikmet, bu çeviri çalışmasına özel bir önem vermiş, Tolstoy’un üslubunu aktarabilmek için bir çeviri stratejisi belirlemeye çalışmıştır: “Tolstoy’u tercümeye başladım.

Bir hafta tercüme üslûbu üzerinde kafa yordum.” (73. Mektup, 1943) “Kolum fena sancıyor. Galiba tercümeye çalışmaktan oldu bu.” (75. Mektup, 1943) “Tercüme bütün günümü yiyip bitirerek alıyor.” (78. Mektup, 1943) “Tolstoy’a gelelim. Halis muhlis dev. Fakat bu devin bir çocuk yüreği var. Dehşetli bir şey. Bir bakıma realizmin şaheseri onda. Sana Tolstoy’un tekniği –ne harikulâde, ne basit, bundan dolayı da nasıl güç– hakkında uzun uzadıya yazacağım.” (118. Mektup, 1943) “… ben tercümeden şunu anlıyorum: tercüme edilen eserin yüzde yüz Türkçeleştirilmesi değil.

Yani tercüme romanı okuduğun zaman, sanki onu bir Türk muharririn yazdığını anlıyacaksın. Yani tercümede bir Rus muharriri ile bir Fransız muharriri tercümeyi yapan Türk muharririn diliyle değil, kendi dilleriyle konuşacaklar. Bunun için bir çeşit istilizasyon lazımdır. … Şimdi şu Tolstoy’un üzerinde çalışıyorum. Tolstoy’un şekliyle Gorki’nin şekli arasında müthiş bir fark var. Ben birinci planda Türkçeleştirmeyi alırsam bu müthiş fark yalnız muhteva farkına iner ve yarı yarıya kaybolur.” (119. Mektup, 1943) Savaş ve Barış, Rusçadan ikinci ve son kez Leyla Soykut tarafından çevrildi (Cem Yayınları, 1968). Bu çeviri, Tolstoy’un üslubunu aktarmaktan farklı, anlama ağırlık veren bir strateji benimsemiş görünmektedir. İlk çeviride bir Nâzım Hikmet dilinin etkisi olduğu, Tolstoy’a özgü dilin aktarılması çabasının öne çıktığı, iki çevirinin karşılaştırılmasından hissedilebilir.   Savaş ve Barış, Türkçeye ilk kez Ali Kami Akyüz tarafından 1938 yılında, Fransızcadan 328 sayfalık bir özet olarak çevrildi. Kitabın yayıncısı, dönemin en önemli yayınevlerinden biri olan Hilmi Kitabevi’nin sahibi İbrahim Hilmi, Harb ve Sulh adıyla yayımlanan kitaba yazdığı önsözde, romanın aslında dört ciltte 2000 sayfa olduğunu ve böyle bir romanı yayımlamanın o gün için ekonomik açıdan çok güç olduğunu belirtiyordu. “Ümid ederiz ki beş on sene sonra okuyucularımız çoğalacak, kitaba para verecek müreffeh meraklılar da hayli artacak. Biz de sağ kalırsak bu kitap meraklılarına bol bol dört beş ciltlik büyük ve kıymetli romanlar basacağız. Bu suretle ilmen ve iktisaden yükselmiş büyük ve geniş bir kitlenin kültür noktasından tekâmülüne hizmet edeceğiz.

Tanrı’dan bu mes’ud günleri görmeyi çok isterim.” Bu günler çok uzakta değildi. Tolstoy’un bu eserinin Rusça aslından tam çevirisi Tercüme Bürosu’nun yayın programına alındı ve 1943’te ilk cildi olmak üzere, 1945, 1946 ve 1949 yıllarında dört cilt tamamlanarak M.E.B. Dünya Edebiyatından Tercümeler, Rus Klasikleri dizisinde yayımlandı. Çeviri Zeki Baştımar imzasını taşıyordu, fakat aslında Baştımar’ın o sırada Bursa’da hapiste olan Nâzım Hikmet’le birlikte yaptığı bir çeviriydi bu. Nâzım Hikmet, Kemal Tahir’le 1940’lı yıllarda yaptığı mektuplaşmalarda (Kemal Tahir’e Mahpushaneden Mektuplar, Bilgi Yayınevi, 1968) bu çeviriden sıkça bahseder: “Maarif Vekâleti benimle Zeki Baştımar’a Tolstoy’un Harp ve Sulh romanını tercüme ettiriyor. Ben Bayram ertesi bana düşen parçaları tercümeye başlıyorum.” (70. Mektup, 1942) Nâzım Hikmet’in adı, bilinen siyasi nedenlerle kitapta yer almadı. Ama Nâzım Hikmet, bu çeviri çalışmasına özel bir önem vermiş, Tolstoy’un üslubunu aktarabilmek için bir çeviri stratejisi belirlemeye çalışmıştır: “Tolstoy’u tercümeye başladım. Bir hafta tercüme üslûbu üzerinde kafa yordum.” (73. Mektup, 1943) “Kolum fena sancıyor.

Galiba tercümeye çalışmaktan oldu bu.” (75. Mektup, 1943) “Tercüme bütün günümü yiyip bitirerek alıyor.” (78. Mektup, 1943) “Tolstoy’a gelelim. Halis muhlis dev. Fakat bu devin bir çocuk yüreği var. Dehşetli bir şey. Bir bakıma realizmin şaheseri onda. Sana Tolstoy’un tekniği –ne harikulâde, ne basit, bundan dolayı da nasıl güç– hakkında uzun uzadıya yazacağım.” (118. Mektup, 1943) “… ben tercümeden şunu anlıyorum: tercüme edilen eserin yüzde yüz Türkçeleştirilmesi değil. Yani tercüme romanı okuduğun zaman, sanki onu bir Türk muharririn yazdığını anlıyacaksın. Yani tercümede bir Rus muharriri ile bir Fransız muharriri tercümeyi yapan Türk muharririn diliyle değil, kendi dilleriyle konuşacaklar. Bunun için bir çeşit istilizasyon lazımdır.

… Şimdi şu Tolstoy’un üzerinde çalışıyorum. Tolstoy’un şekliyle Gorki’nin şekli arasında müthiş bir fark var. Ben birinci planda Türkçeleştirmeyi alırsam bu müthiş fark yalnız muhteva farkına iner ve yarı yarıya kaybolur.” (119. Mektup, 1943) Savaş ve Barış, Rusçadan ikinci ve son kez Leyla Soykut tarafından çevrildi (Cem Yayınları, 1968). Bu çeviri, Tolstoy’un üslubunu aktarmaktan farklı, anlama ağırlık veren bir strateji benimsemiş görünmektedir. İlk çeviride bir Nâzım Hikmet dilinin etkisi olduğu, Tolstoy’a özgü dilin aktarılması çabasının öne çıktığı, iki çevirinin karşılaştırılmasından hissedilebilir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir