ÖLÜM VE ÇİKOLATA Önce renkler. Sonra insanlar. Ben genellikle böyle görürüm. Ya da en azından böyle görmeye çalışırım. İŞTE KÜÇÜK BİR GERÇEK Öleceksiniz. Çoğu kimse bütün itirazlarıma rağmen bana inanmamakta inat etse de, bu konuyla ilgili dürüst ve neşeli davranmaya çalışıyorum. Bana güvenin lütfen. Gerçekten neşeli olabilirim. Dost canlısı olabilirim. Uyumlu olabilirim. Şefkatli olabilirim. Ama benden nazik olmamı istemeyin. Nezaketin benimle bir ilgisi yok. BELİRTİLEN GERÇEĞE TEPKİ Bu sizi endişelendiriyor mu? Sizi korkmamaya teşvik ediyorum. Ben sadece adilim. Elbette, bir giriş. Bir başlangıç. Terbiyem nerede kaldı? Kendimi düzgün şekilde tanıtabilirim ama aslında buna gerek yok. Beni çok çeşitli değişkenlere bağlı olarak yakında ve çok iyi tanıyacaksınız zaten. Zamanın bir yerinde olabildiğince samimi bir şekilde yanınızda duracağımı söylemem yeterli. Ruhunuz kollarımda olacak. Omzuma bir renk konacak. Sizi nazikçe uzaklara götüreceğim. O anda öylece yatıyor olacaksınız. İnsanları nadiren ayakta bulurum. Kendi bedeninizde sıkışmış olacaksınız. Bir keşif olabilir; bir çığlık havaya yayılacak. Sonrasında duyacağım tek ses kendi nefesim, kokunun sesi ve ayak seslerim olacak. Soru şu, sizin için geldiğimde her şey ne renk olacak? Gökyüzü ne diyor olacak? Kişisel olarak, çikolata rengi gökyüzünü severim. Koyu, çok koyu çikolata. İnsanlar bunun bana uyduğunu düşünüyor. Bense gördüğüm her rengin -bütün tayfın- tadını çıkarmaya çalışırım. Bir milyar ya da daha fazla ton; hiçbiri aynı değil. Ve yavaşça emecek bir gökyüzü. Bu, sıkıntıyı alıp götürür ve gevşememe yardım eder. KÜÇÜK BİR TEORİ İnsanlar bir günün renklerini sadece başlangıcında ve bitişinde izler, ama bence bir günün her birinin farklı anlarla geçip giden çok çeşitli tonlar barındırdığı gayet açık. Tek bir saat içinde binlerce farklı renk olabilir. Bulutumsu maviler, mat sarılar. Çamurlu karanlıklar. Ben kendi işimde onlara özellikle dikkat ederim. Beni kurtaran şeylerden biri de oyalanmak. Bu aklımı başımda tutuyor. Zamanın uzunluğuna bağlı olarak dayanmama yardımcı oluyor. Ben bu işi yapıyorum. Sorun şu ki benim yerimi başka kim alabilir? Ben sizin şu tatil beldelerinizden birinde -tropikal bir yer ya da bir kayak merkezi olsunizin yaparken, biraz nefes alırken, yerime bir süre için kim geçebilir? Elbette bunun cevabı hiç kimse. Bu da beni bilinçli, kasıtlı bir karara sürükledi. Benim tatilim oyalanmak oldu. Bu, renklerle giderek artan bir tatil. Tabii hâlâ neden tatile ihtiyacım olduğunu sorabilirsiniz. Neden kafamı dağıtmam gerekiyor? Bu da beni bir sonraki konuya getiriyor. Geri kalan insanlar. Hayatta kalanlar. Onlara bakmaya tahammül edemiyorum ama birçok durumda hâlâ başarısız oluyorum. Onları kafamdan atmak için bilinçli olarak renklere odaklanıyorum ama arada bir geride kalanları, anlayış, umutsuzluk ve şaşkınlık bulmacaları arasında dağılıp gidenleri görüyorum. Delinmiş kalpleri, hırpalanmış ciğerleri var. Ve bütün bunlar beni bu gece, bugün ya da saat ve renk her neyse, size anlatmaya çalıştığım konuya getiriyor. Bu, sürekli hayatta kalanlardan birinin hikâyesi; geride kalmak konusunda bir uzman. Aslında diğer birçok şey arasında şunlarla ilgili küçük bir hikâye: bir kız kelimeler bir akordeoncu birkaç fanatik Alman bir Yahudi boksör ve bolca hırsızlık Kitap hırsızını üç kez gördüm. RAYLARIN YANINDA Önce beyaz bir şey. Kör edici türden. Bazılarınız büyük olasılıkla beyazın renk olmadığını düşünüyor ve ben bu saçmalıktan bıktım. Ben size beyazın bir renk olduğunu söylüyorum. Beyaz şüphesiz bir renktir ve kişisel olarak, bu konuda bana itiraz etmek isteyeceğinizi sanmam. GÜVEN VERİCİ BİR DUYURU Lütfen, önceki tehdide rağmen sakin kalın. Ben sadece gevezelik ederim. Aslında ne şiddet eğilimlisiyim ne de kötü niyetliyim. Ben sadece bir sonucum. Evet, beyazdı. Bütün küre kar giymiş gibi görünüyordu. Tıpkı sizin kazağınızı giydiğiniz gibi, o da üzerine karını geçirmişti. Rayların yanında ayak izleri baldırlarına kadar geliyordu. Ağaçların üzerine buzdan battaniyeler örtülmüştü. Tahmin edeceğiniz gibi, biri ölmüştü. Onu öylece yerde bırakamazlardı. Bu şimdilik sorun değildi ama yakında raylar temizlenecek ve trenin yoluna devam etmesi gerekecekti. İki bekçi vardı. Bir anne ve bir kız. Ha, bir de ceset. Anne, kız ve ceset inatçı ve sessizdi. “Eee, başka ne yapmamı istiyorsun? ” Bekçilerin biri uzun, diğeri kısa boyluydu. Uzun boylu olan lider olmamasına rağmen hep önce konuşuyordu. Daha kısa boylu ve tombul olanına baktı. Kızarmış yüzlü olanına. “Eh, ” dedi kısa boylu olan, “onları böyle bırakamayız, değil mi? ” Uzun boylu olanın sabrı taşıyordu. “Neden olmasın? ” Ufak tefek olanı neredeyse patladı. Başını kaldırıp uzun boylu olanın çenesine bakarak bağırdı: “Spinnst dul Salak mısın sen be?! ” Yanaklarındaki iğrençlik giderek artıyordu. Teni gerilmişti. “Haydi, ” dedi, karların arasında sert adımlarla yürüyerek. “Gerekirse üçünü de sırtımızda taşıyacağız. Bir sonraki istasyona haber vermeliyiz. ” Bense hataların en basitini yapmıştım. Kendimi nasıl hayal kırıklığına uğrattığımı size anlatamam. Aslında her şeyi doğru yapmıştım. Hareket eden trenin penceresinden görünen kör edici kar beyazı gökyüzünü incelemiştim. Tam anlamıyla içime çekmiş ama yine de tereddüt etmiştim. Dikkatim dağılmış, kızın ilgimi çekmesine izin vermiştim. Merakıma yenilmiş ve programımın izin verdiğince kalıp izlemiştim. Yirmi üç dakika sonra tren durduğunda onlarla birlikte inmiştim. Kollarımda küçük bir ruh vardı. Sağa doğru biraz eğilmiştim. Dinamik tren bekçisi ikili, anne, kız ve küçük erkek cesedin durduğu yere geri döndüler. O gün nefesimin güçlü olduğunu hatırlıyorum. Yanımdan geçerlerken bekçilerin beni fark etmemelerine şaşırmıştım. Dünya şimdi bütün o karın ağırlığı altında sarkıyordu. On metre kadar sol tarafımda beyaz tenli, boş mideli kız neredeyse donmuş halde duruyordu. Dudakları titriyordu. Üşümüş, kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Kitap hırsızının yanaklarındaki yaşlar donmuştu.
Markus Zusak – Kitap Hırsızı
PDF Kitap İndir |