Mihail Solohov – Ve Durgun Akardı Don 1

Melekof çiftliği Tatarsk köyünün ta sonundaydı. Ağılın kapısı kuzeyde Don’a açılırdı. Yosun kaplı kireçli yamaçlar arasında yirmi metre kadar aşağıya uzanan sarp bayırı indin mi kıyıya varırdın. İnci gibi ışıldayan midye kabukları, kurşunî çakıltaşlarıyla kırık kırpık kıyı derken, bir de bakardın, Don’un çelik mavisi kıpırtılı yüzey “Ne gördü o karıda bilmem ki, dostlar! Kadın demeye bin şahit ister. Bizde ne güzelim kızlar var! Nalet sıskanın teki bu. Kara gözleri kocaman kocaman. Şeytanın ta kendisi gibi bakıyor insana, tövbe yarabbi! Günü de yaklaşmış olmalı, Allah biliyor ya…” “Günü yaklaşmış mı dedin?” Kadınlar şaştılar. “Dünkü çocuk muyum, hemen anladım! Kendim üç tane büyüttüm.” “Peki yüzü nasıl, neye benziyor?” “Yüzü mü? Sarı. Gözleri donuk donuk bakıyor. Elin yurdunda yaşamak zoruna gidiyor zaar. Ama dahası var. Prokoffey’in pantolonunu giymiş!” “Deme!” dediler kadınlar hep bir ağızdan. “Na bu gözlerimle gördüm, ayağında pantolon vardı. Çizgisiz ama.


Prokoffey’in günlüğe giydiği olacak. Entarisinin altına pantolonu çekmiş, paçalarını çoraplarının içine sokuşturmuş… Görünce buz kestim!” Köyde Prokoffey’in karısının büyücü olduğu fısıldanmaya başladı. Astakof’un gelini (Prokoffey’e komşuydu Astakoflar) yemini bastı: Teslis yortusunun ikinci günü Prokoffey’in karısını görmüş. Gün doğmadan, yalınayak, saçı açık, Astakof’un ineğini sağıyormuş! O günden sonra ineğin memesi kavrulmuş, ufalmış, çocuk yumruğu kadar olmuş. Sütten kesilmiş inek, sonra da geberip gitmiş. O yıl sığırlara olağanüstü kıran girdi. Don’un sığ, kumluk kıyılarına her gün sürüyle inek ölüsü, gencecik boğa cesedi yığıldı. Ardından atlara bir hal oldu, köyün otlaklarında yayılan sürüler birkaç gün içinde eridi gitti. Ve köyün yollarında, ara sokaklarında uğursuz bir söylentidir dolaştı. Kazaklar bir toplantı yaptılar, gidip Prokoffey’in kapısına dayandılar. Prokoffey evinden çıktı, merdiven başına dikilip gelenleri selamladı: “Hayrola, nedir isteğiniz ağalar?” Kalabalıktan ses çıkmadı. Az daha yanaştılar. İlk bağıran sarhoş bir ihtiyardı: “Karın olacak cadıyı ortaya çıkar! Yargılayacağız onu!” Prokoffey hemen dönüp eve girmeye davrandı. Ardından seğirtip yakaladılar. Takma adı Luşniya olan iriyarı bir Kazak, Prokoffey’in kafasını tuttuğu gibi duvara çarptı.

“Kes sesini otur aşağı!” diye haykırdı. “Boşuna bağırma, sana dokunmayacağız. Ama ayaklarımızın altına alıp ezeceğiz o karını. Bütün köy hayvansız kalıp öleceğine o gebersin daha iyi. Ses edeyim deme, dağıtırım beynini!” “Çıkarın kancığı avluya!” diye basamaklardan bir ses yükseldi. Prokoffey’in askerlik arkadaşlarından biri bir eliyle kadını saçlarından kavradı, öbür elini canhıraş çığlıklar atan ağzına bastırdı, sürüye sürüye kapıdan çıkarıp kalabalığın ayakları altına fırlattı. Bağırıp çağırmalar arasında tiz bir çığlık duyuldu. Prokoffey yarım düzine Kazağı yere yıkıp yıldırım hızıyla kulübeye girdi, duvarda asılı duran palayı kaptı. Kazaklar birbirlerini ite kaka dışarı fırladılar. Prokoffey havada vınlayıp ışıldayan palayı başının üstünde savura savura basamaklardan indi. Geri çekilen kalabalık avluda çil yavrusu gibi dağıldı. Luşniya ayağına ağır biriydi. Harman yerine varmadan Prokoffey ardından yetişti, yandan aşağı tek bir vuruşta Kazağın gövdesini sol omuz başından beline kadar ikiye biçti. Çit sırıklarını söküp paralayan kalabalık harman yerini aşarak bozkıra saçıldı. Yarım saat sonra Kazaklar ürke korka yeniden Prokoffey’in çiftliğine yanaştılar.

İkisi, tetikte, merdiven başına kadar sokuldu. Prokoffey’in karısı mutfağın eşiğinde kanlar içinde yere serilmişti. Başı arkaya sarkıyordu. Dudakları acıdan kaskatı gerilmiş, dili dışarı uğramıştı. Prokoffey ufacık cırlak bir topu, erken doğan çocuğunu bir koyun postuna sarıyordu. Başı titrekti, gözleri cam gibi. Prokoffey’in karısı o akşam öldü. Yaşlı anası kıyamadı yanına aldı torununu. Bedenini yulaf lapasıyla ovdular, kısrak sütüyle beslediler. Bir ay sonra baktılar Türk suratlı esmer oğlan topaç gibi, yaşayacak, aldılar kiliseye götürdüler, vaftiz edildi. Pantaleymon dediler adına. Dedesinin adı. Prokoffey on iki yıl hapis yattıktan sonra köye döndü. Kırpılmış kızıl kırçıl sakalı, Rus giysileriyle hiç de Kazağa benzemiyordu. Oğlunu aldı, yine çiftliğine kapandı.

Pantaleymon büyüdü, ele avuca sığmaz karayağız bir delikanlı oldu. Yüz hatlarını, endamını anasından almıştı. Prokoffey komşulardan bir Kazağın kızıyla evlendirdi onu. İşte ondan sonradır ki köyde Kazak kanına Türk kanı karışmaya başladı. Şahin burunlu, yırtıcı, yakışıklı Kazak ailesi Melekofların köye gelişi böyle oldu. Köyde “Türkler” derlerdi onlara. Babası ölünce Pantaleymon çiftliği devraldı. Kulübenin saz damını yeniledi, toprağına köyün ortak arazisinden dört dönüm daha kattı, yeni sundurmalar, bir de zahire ambarı yaptırdı. Ambarın damı sacdandı. Kalaycıya sac artıklarından iki yelhorozu ısmarladı. Horozlar ambarın damına takılınca Melekof çiftliği de şenlendi, kelli felli, varlıklı bir çiftliğe döndü. Geçen yılların ağırlığı altında Pantaleymon Prokofiyeviç budaklı dal gibi yamru yumru bir adam oldu. Omuzları et topladı, hafif de kamburu çıktı ama yine de sırım gibi bir ihtiyardı. Gevrek kemikliydi, bir ayağı aksardı (gençliğinde, bir resmi geçitte atla engel aşarken düşmüş, bacağını kırmıştı), sol kulağında hilâl biçimi gümüşten bir küpeyle dolaşırdı. Saçı sakalı çok ileri yaşına kadar parlak kuzgunî rengini yitirmedi.

Kızdı mı gözü bir şey görmezdi. Kanlı canlı karısı o yüzden olacak erken kocadı. Bir zamanlar güzel olan yüzü yıllardır örümcek ağı gibi kırış kırıştı. Pantaleymon’un evli olan büyük oğlu Piyotra anasına çekmişti: Bodur, kalkık burunlu, elâ gözlü, gümrah saçları mısır püskülü rengindeydi. Oysa Gregor, küçüğü, Piyotra’dan bir karış uzun ve altı yaş küçüktü; şahin burnu, kısık göz çukurları içinde harlı gözlerinin maviye çalar akları, çıkık elmacık kemiklerinin üstünde gepgergin esmer kızılımsı teniyle tıpkı babasıydı. Gregor da, babası gibi, biraz kambur dururdu. Gülümsemelerinde bile ortak bir yan vardı, az vahşice. Dunya –babasının gözdesi– uzun kollu, uzun bacaklı, iri gözlü bir kızdı. Piyotra’nın karısı Darya ile ufak çocuğunu da sayınca Melekof ailesi tamam oluyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir