Panait Istrati – Perlmutter Ailesi

Köstence, Romanya’nın küçük bir İstanbul’udur. Ovidius’un sığındığı bu topraklar üzerine uzanmış olan bu şehrin, o mutsuz Latin ozanının adını taşıyan bir alanlındaki düşünceli heykeli Romanyalıların yüreklerini Latin _ Bizim gibi yoksul nöbetçileri senden başka düşünen yok be abi! _ Ne yaparsın evlât, der Sotir, belki de benden fazla düşünecek şeyleri vardır. Kilerci, limandan doğruca Mangalya sokağına gider. Burası Köstence’nin sefil bir halk mahallesidir. Eylülden nisana kadar geçilmez olur bu sokaklar. Ama bacakları kadar yüreği de sağlam adamdır Sotir. Ne istediğini de çok iyi bilir. İçinden der ki: _ Önce gidip Perlmutter’lere bir merhaba diyelim. Ve tekrar görmekten hoşlandığı o harap avluya dalara. Tam o sırada, on yaşlarında küçük bir kız, Hanel meydana çıkar. Ester’ in bir minyatürü olan bu esmer ve cılız kızcağız, Perlmutter’lerin sonuncu çocuğudur. Bu sabah tertemiz al bir giysi giymiştir sırtına. Şimdiden ışıl ışıl yanan o yuvarlar gözleri, apaçık, etraftaki çamurla küçümsermiş gibi yukarıdan bakar. Sotir’i görünce kızcağız, kusursuz bir Rumence ile: _ Bize geliyorsunuz, değil mi? der, ama kimse yok evde bugün! Hi hi… Bugün bayram, “Kippur” günü. Evdekiler Sinagoga gittiler.


Bütün gün dua edip oruç tutacaklar. _ Ya, demek bu nedenle bütün Yahudi dükkânları kapalıydı bu sabah! Ha, demek bir yıllık günahlarının bağışlanmasını diledikleri gün bugün! Avrum Perlmutter bugünü herhalde reb Zalmen’in yanında geçirecek, o halde rahat bırakalım onları, diye Sotir aklında geçirirken, küçük kız yaşına göre fazla ciddi olan gevezeliğini sürdürdü: Ben de bu yıl ilk kez oruç tutacağım akşama kadar, on bir yaşıma girdim ben! Bu ananasları da bize mi getirdiniz geçen seferki gibi? Biraz somurtkan bir tavırla Sotir: _ Tabii, dedi, ağabeyin İzak sana ve büyüklerine gönderdi. Hemen yemek ister misin? _ Hiç olur mu öyle şey? Reb Zalmen ne der sonra? Kızcağız, şaşkın ve mahçup, bu garip öneriyi bir duyan oldu mu gibilerden etrafına bir göz attı. Sonra, yatışarak ellerini pakete uzattı: _ Bu eve bırakayım, isterseniz. Sotir şaka yaptı: _ Yoo, seni baştan çıkarmak istemem; sonra gizli gizli yersin. bu iki paket size ait, yarın getiririm! Tayfa, kayıtsız bir tavırla ağır ağır dönerken düşünceye daldı: _ Ne tuhaf millet! Bu Yahudiler her şeye canı gönülden kendilerini verirler. Hiçbir millet geçmişine böylesine şiddetli bir aşkla bağlı kalmamıştır; ama aynı şiddetli aşkla da o geçmişten uzaklaşır. Kendilerini aynı çılgınlıkla savunur ve yadsırlar… Garip şey doğrusu!… * Ertesi gün Sotir, Mangalya sokağının o pis avlusuna girdiği sırada ortalık kararmıştı; avlunun tâ dibinde harap bir kapıyı vurdu. Yaşlanmış ve iki kat olmuş Rivke, ancak başını dışarı çıkaracak kadar araladı kapıyı, ancak gelenin dost olduğunu görünce, geri çekildi, kapıyı ardına kadar açtı, kekeledi: _ Sen misin, pani Sotir! Gir… Allah sana ömürler versin, hayırlı habercimiz! Gir, gir; aman ne sevindim, ne sevindim! Sonra kocasına seslendi: _ Avrum! Avrum! Pani Sotir gelmiş. Tayfayı, yoksul terzinin büyük odasına almışlardı. Ortalık çay, kumaş ve _ütüde yanan_ kömür kokuyordu. Hamam kadar da sıcaktı. Havası bozulmuştu. Canlı olmayan her şeye karşı bir kayıtsızlık ortalığı karmakarışık etmişti. Bir gaz lambasının abajuruna burnunu değdirecek kadar sokulmuş olan Avrum, dikiş makinesiyle döşemeyi sarsıyordu, karısının bağırmasını biraz geç işitmişti.

Sonunda o müthiş gürültüyü kesti, gözlükleri üstünden baktı ve ayağa kalktı. Saçı başı bembeyaz, buruşuk yüzlü, fakat gözleri hâlâ ateşli ve duruşu dinç bir ihtiyarcıktı. Düzgün bir Rumence ile: _ Seni gördüğüme çok sevindim, pani Sotir, dedi. Gel, otur bakalım şöyle, reb Zalmen‘in yanına. İkinci bir lambanın iyice aydınlattığı bir köşede, huzurlu bir sükunet halesi ile çevrili olarak, reb Zalmen oturuyordu. Uzun kırçıl bir sakalı, uzun kıvrık saçları vardı. Çay içiyor, terleyen geniş alnını ciddi ciddi siliyordu. Başında, hiçbir zaman çıkarmadığı siyah bir takke vardı. Sotir yanına gelince, elinde fincanla, ayağa kalktı, öteki elini Musevi usulünce parmakları açık olarak tayfaya uzattı ve Rumencenin başını gözünü yara yara: Hoş geldiniz, Sotir kardeş, dedi. Yolculuk nasıl geçti bakalım? _ Fena değil, reb Zalmen. Rivke atıldı: _ Karada da, denizde de Allah yardımcın olsun, bizim gibi yoksul Yahudilere acıyorsun! Avrum ekledi: _ Bizden uzakta, Mısır‘da sönüp giden zavallı İzak‘ımızdan da sayende haber alıyoruz. Rivke, acıyla dolu yüzünü tavana kaldırdı: _ Sen bize acı, güzel Rabbim!

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir