Suphi Varım – Kurgu Tarih

“Kurgu Tarih”e Başlarken Yayımevini ilk açtığımız günlerde İzmir’den Suphi Varım’dan “Kurgu Tarih” adlı dosya geldi. İlk satırları bir önyargı ile okudum. (bilirsiniz editörlerin çoğu kitapları ilk sayfalar ile yargılar bazen ilk beş – on sayfadan sonrasını beğenmemişse okumaz.) Ama herhangi bir haksızlık yapma korkusuyla devam ettim ve hazineyi keşfettim; kesinlikle benzeri olmayan bir kitaptı. Birçok öykünün yap-boz oluşturarak meydana getirdiği, ama genel konunun bazen ucunu kaçıracakmış gibi hissetseniz bile yoluna girip tekrar devam ettiği ilginç bir yapıt. Nitekim e-kitap yayına başladığımız zaman Suphi Varım’ın bu eser ile okuyucuya ulaşması gerektiğini çünkü bu kitapta kalırsa bir yazar olarak önemli bir kariyerin engelleneceğini düşündüm. Zira bir yazarın ilk kitabının önündeki çok önemli bir engeli yıktığını, o baraj yıkılınca yaratıcılığın bir sel misali geldiğini bilirim. Evet çok ilginç bir kitap geliyor. Ben iyi bir kitabı okurken içinde bulunduğunuz gerçeklikten kopmanıza ve bitirdiğinizde sanki içiniz boşalmış, sersemlemiş gibi hissetmenizle saptarım. Bu kitap çok iyi bir kitap ve gelecek de inanılmaz eserler verebilecek bir yazarın kariyerinin başlangıcıyla tanışacaksınız. Orkun Uçar Xasiork E-kitaplar Yayın Yönetmeni SUNUŞ Düşlerimiz, hayallerimiz, beklentilerimiz vardır. Zaman zaman olduğumuzla olmak istediğimiz arasındaki uçurumda gider geliriz. Tüm bunlar, aklımızla algıladığımız evrenle sınırlıdır. Ama bunun ötesinde-diyelim ki paralel evrenlerde-neler olur bilemeyiz. Belki düşlerimiz, hayallerimiz, beklentilerimiz başka evrenlerde bizden bir yansıma olarak gerçekleşiyordur.


Belki rüya dediğimiz olay, gerçeğin kendisidir. Belki her şey zihnimizin uydurmasıdır veya zihnimiz gözlemleyebildiğimiz evreni yanlış algılıyordur. Belki ruhumuz kuantum sıçramaları yapan bir devingendir. Belki Harikalar Dünyasındaki Alice, belki de Schrödinger’in kedisiyiz. Kurgu Tarih, bu belkilerin bir sonucudur. Ama belkilere yanıt verme peşinde koşmaz. Sadece iç içe geçmiş öykülerle okuyucuya hoşça vakit geçirtmeyi amaçlar. Romandaki her şey, düş ve eğlencedir. Gerçekle bağlantı aramayın. Ama yine de bilemem. Malum ya, herkesin gerçeği kendisine aittir. Suphi VARIM Falcı kadın, dışarıya çıkan adamı bir süre izledi. Adam, iki büklüm olmuş, hareketli yaya geçidine doğru ilerliyordu. Otomatik geçit durmuş, araçlara yol açmıştı. Ama adamın buna aldırdığı yoktu.

Kendinden geçmiş gibi araçların arasında yürümeye başlamıştı. Sanki bir aracın kendisine çarpmasını ve havaya savurmasını bekliyordu. Birkaç araç, adamın yanından geçerek gittiler. Bazıları fren yaparak durdular. Adamı geç fark eden bazı sürücüler de araçları uçuş konumuna geçirdiler ve adamın başını sıyırarak yollarına devam ettiler. Klakson sesleri, küfür seslerine karıştı. Araçlardan sarkan insanlar ve robotlar, yumruklarını sallarken hakaretler yağdırdılar. Oysa adam, bunları görmüyor gibiydi. Trafik akışını denetlemekle görevli robotun ikazlarını bile dinlemiyordu. Kaldırımda geçidin hareketlenmesini bekleyen kadınlı, erkekli gruplar, adamı şaşkınlıkla izliyorlardı. Bazı gençler de bir çarpma görmek umuduyla bakışlarını adam ile arı sürüsü gibi gidip gelen araçlar arasında gezdiriyorlardı. Ama bekledikleri olmadı. Denetim robotu, uçarak adamın yanına geldi ve onu da havalandırarak yolun karşı tarafına geçirdi. Kaldırımda birikenlerden gürültülü bir alkış koptu. Falcı kadın, adamın başına bir şey gelmemesinden memnun olmuştu.

Ne de olsa adam, kısa bir süre önce müşterisi olmuştu. İçinde acıma duygusu hissetti. İnsanlarda intihar duygusunun son yıllarda yoğunlaştığını biliyordu. İntihar etme cesaretini gösterenler için bir sorun yoktu. Ama bunu başaramayanlar, gittikçe kökleşen bu duygunun baskısı altında çıldırıyorlardı. Çıldırmak üzere olanlar da kendisine geliyorlardı. Küçük dükkanına birkaç gün önce gelen bir müşterisini anımsadı… Genç kız, küçüklüğünden beri ailesi tarafından ulusal güzellik yarışmalarına katılmak için hazırlanmıştı. Yıllar boyunca özel gıdalarla beslenmiş, okulunu yarıda bırakmış, zarafet ve kültür dersleri almış, bir çok ülke gezmiş, yabancı diller öğrenmişti. Annesi ve babası, kızlarının yarışmayı kazanacağından emindiler. Ondan sonra defilelere katılacak, televizyon dizilerinde oynayacak ve çok para kazanacaktı. Ama bu düşü kuran milyonlarca aile vardı ve hepsi kızlarını bu yarışmalara hazırlıyorlardı. Hatta bazı ailelerin özel adamlar tutarak kızlarına rakip olacak diğer adayları dövdürdükleri, yüzlerini tanınmaz hale getirttikleri söyleniyordu. Genç kız, katıldığı ilk yarışmayı kaybetmişti. Sonra annesi ve babası tarafından dövülmüştü. Sevgilisi de onu terk etmişti.

Genç kız, bunalım içine düşmüş ve geleceği hakkında bilgi almak için ona gelmişti. Çünkü o, en iyi falcılardan birisiydi. Politikacılardan oyunculara ve sporculara kadar çok sayıda müşterisi vardı. Masasında duran küreye bakarak genç kızın gelecekten fazla bir şey beklememesini, yapacağı en iyi şeyin okula devam etmek olduğunu söylemişti. Okula gitmek düşüncesi, zaten bunalım içinde olan kızı çıldırtmaya yetmişti. Önce kısa süreli bir sinir krizi geçirmiş, sonra da sakinleşmişti. Garip bir ruh hali içinde dükkandan ayrılmıştı. Falcı, genç kızı izlemişti. Aynı bugün yaptığı gibi. Genç kız, kaldırımda yürürken birdenbire yaya geçidine doğru koşmaya başlamıştı. Bugün olduğu gibi geçiş sırası araçlardaydı. Ama kız, adam gibi şanslı değildi. İlk araç dalgası, genç kızı havaya fırlatmış, diğer dalga da yere düşen kızı parçalamıştı. Birkaç araç da birbirlerine çarpmışlar, patlamalar bütün bölgeyi sarmıştı. Falcı kadın, adamın başına aynı şeylerin gelmemesinden memnundu.

Onun yaşamasını istiyordu. Çünkü adamda kendisinin ihtiyacı olan bir şey vardı. O, yıllardan beri düşündüğü planın önemli bir parçası olabilirdi. Adamla konuştuklarını anımsadıkça plan daha da netleşiyordu. Birden dalgınlaştı. Adamın az önce kendisine anlattıklarını, bir kez daha düşünmeye başladı… Üniversitede tarih öğretmeniydi adam. Derslerine öğrenci gelmediği için şikayetçiydi. Bunalıma girmişti ve intiharın eşiğindeydi. Gelecekte öğrenci bulup bulmayacağını öğrenmek için gelmişti falcı kadına. Bu arada sohbet ilerleyince tarih yazıcısı, gazeteci, polis olmak gibi düşlerinden de söz etmişti. Konuşup rahatlamak istiyordu. Kadın da can kulağıyla dinlemişti onu. Sonra da biraz öğüt vermişti. Yerel Meclis, 2210 baharında falcıların müşterilerine psikoterapi de yapabileceklerini kabul etmiş ve yasayı çıkarmıştı. Böylece falcılara geleceği tahmin etmek yanı sıra, müşterilerinin sorunlarını dinlemek ve onları rahatlatmak görevi de verilmişti.

Çünkü ruhsal sorunlar içinde bunalan insanları tedavi etmek için psikiyatri teknikleri yeterli olmuyordu. İnsanlar, geleceğe yönelik bir şeyler duymak istiyorlardı. Bu nedenle falcılara talep çok artmıştı. Devlet de bu durumu yasayla düzenlemeye karar vermişti. Üstelik falcılar, kendilerine gelenlere duymak istediklerini söylüyor ve onları kolaylıkla yatıştırabiliyorlardı. Yatışan insanlar, devlet için tehdit yaratmıyorlardı. Falcı kadın da yasaya uygun davranmıştı. Adamın anlattıklarını dinlemiş, kişisel özellikleri hakkında sorular sormuştu. Sonra da garip bir dille konuşmaya başlayarak bunları algısal bilgisayarına kaydetmişti. Bunları yaparken gözlerini kapatarak başka bir dünyaya gidiyormuş gibi bir tavır takınmıştı. Sonra aynı şeyleri yapmasını adamdan da istemişti. “Ben kozmik güçlerle bağlantıyı kurdum,” demişti fısıltıyı andıran bir ses tonuyla. “Sana bir kapı açtım. Şimdi sen de düşüncelerini yoğunlaştır, düşlerinle bu kapıdan içeri gir.” Bunları söylerken odanın içinde çevresi kırmızı renkle kaplanmış bir kapı belirmişti.

Kadının uzun ve buruşuk parmakları adamın kapıya bakmasını işaret etmişti. Sivri tırnakları siyah ve kırmızı renklerin karıştığı odada parıldıyordu. Adam, falcı kadını taklit ederek dediklerini yapmaya çalışmıştı. Gözlerini kapatmış, düşüncelerini kapı üzerinde yoğunlaştırarak bir şeyler algılamaya çalışmıştı. Sonra kapıdan geçtiğini hissetmişti. Beyninde bilgisayarın sesini duymuştu. Bilgisayardan gelen yanıt, tarih öğretmeninin kısa sürede öğrenci toplayamayacağıydı. Boşu boşuna ümitlenmemesi gerektiğini de söylemişti bilgisayar. Tarih öğretmenliği yerine başka bir mesleğe yönelmek, daha iyi olacaktı onun için. Hepsi bu kadardı. Adam, anlatılanları üzüntüyle dinlemiş, sonra da falcının sorunları fazla dert etmemesi, kendisine yeni bir yaşam kurması, devletine her zaman güvenmesi şeklindeki geleneksel öğütlerine kulak vermişti. Başını sürekli sallayarak bunları dinlemişti. Falcı kadın, bu arada adama tarih hakkında bazı sorular sormuştu. Adam, bu sorular karşısında sanki yeniden dünyaya gelmiş gibi olmuştu. Büyük bir coşkuyla Truva’nın ele geçirilmesinden, Haçlı Seferleri’nden, Hun İmparatoru Attila’nın savaşlarından, Rönesans’tan, Hitler’den söz etmişti.

Daldan dala atlayarak falcının sorularını yanıtlarken, yaşlı kadın da bunları kendinden geçmiş bir şekilde dinlemişti. Tarih öğretmeni ve falcı, sanki farklı bir dünyaya birlikte gitmişlerdi. Yaşlı falcı, kafasında çeşitli düşüncelerle adamı bir süre daha izledi. İyicene çökmüştü tarih öğretmeni. Ölümden kurtulmanın onu rahatlatmadığı belliydi. Ağır ağır otoparka doğru gidiyor, gözden kayboluyordu. Şimdi üniversiteye gidecek, boş sıralar arasında dolaşacaktı. Bunalım içinde düşlerine sığınacaktı. Kadının içindeki acıma duygusu daha da arttı. Bir yandan da planı düşünüyordu. Adama acırken tutkunun da içini doldurduğunu hissediyordu. Öğretmenin anlattığı tarih olaylarının ruhunda yarattığı dalgalanmalar da hala sürüyordu. Bu duyguyu, yıllar önce de yaşamıştı. O zamanlar, küçük bir öğrenciydi. Okulda geçmiş yaşamlar konusunda kendilerine bilgi veriliyor, sonra meditasyona başlamaları isteniyordu.

Okul, dağların arasında uzanan geniş bir vadide kurulmuştu. Öğrenciler, meditasyon için bahçeye çıktıklarında ağaç altlarında ve göl kıyılarında toplanıyorlardı. Bu sırada uygarlıklarının geçmişine yolculuklar gerçekleştiriyor, birbirlerinin deneyimlerinden yararlanıyorlardı. Benzer duyguları, tarih öğretmeninin yanında yaşamak, kadına çok keyif vermişti. Ama şimdi bunu düşünmenin sırası değildi. Adam, gözden kaybolduktan sonra izleme ekranını kapattı falcı kadın. Ekrana kendi yaşlı yüzü yansıyordu şimdi. Bu kırışık yüzden ve topuz yapılmış beyaz saçlarından hiç hoşlanmıyordu. Yine de insanları bu yaşlı yüzle karşılamaya mecburdu. Çünkü insanlar yaşlılara daha çok güveniyorlardı. İki yıl önceki seçimlerde doksan iki yaşındaki bir lideri başkan olarak seçmişlerdi. Adamın fizyogenetik teknolojilerle güçlendirildiği söyleniyordu. Aslında adamın, seçimlerden önceki ilk propaganda konuşmasında baygınlık geçirmesi, fizyogenetiğin de bir işe yaramadığını göstermişti. Yine de seçmenler, ona oy vermekte bir sakınca görmemişlerdi. “Ne de olsa bu toplumun içi yaşlı,” diye geçirdi içinden.

“İçi yaşlandırılan insanlar her zaman intiharın eşiğindedirler. Ama bundan böyle onlarla ilgilenmeyeceğim.” Masasının üzerinde duran randevu çizelgesine baktı. Sırada bekleyen başka müşteri yoktu. Yerinden kalkarak odanın karanlık köşesinde duran eski bir koltuğa oturdu. Aynı anda koltuğun çevresinde gökkuşağını andıran bir ışık halkası oluştu ve kadının tam önünde bir ayna belirdi. Aynadan çıkan parlak ışık kadının yüzünü sarmaladı. Falcının yüzündeki ve ellerindeki kırışıklıklar yok olurken saç şekli de değişiyordu. Az sonra genç bir kadın olarak koltuktan kalktı. “İnsanın yeniden gerçek yüzüne kavuşması ne güzel,” dedi kendi kendine. Şimdi yapması gereken şey, yazmaktı. Bir yandan tarih öğretmenini düşünüyor, bir yandan da yazacaklarını tasarlıyordu. Algısal bilgisayara bağlanmış düşünce kayıt aygıtını çıkardı. Düşünmeye başladı. Dünyayı işgal planımızın çalışmaları sürüyor.

Sygonluların, Brokarlıların ve Karganlıların da işgal planları yaptıklarını ajanlarımızdan öğrenmiştik. Sygonluların bu işe 1950 yılında öncü bir kuvvetle başladıklarını biliyoruz. Bizden çok öndeler. Ama hiç birisinin gizli savaş yürüterek tarihi şekillendirme gücü yok. Sygonlular, vahşi bir ırk. Brokarlılar ve Karganlılar ise ümitlerini Kozmik Gizem kitabına bağlamış durumdalar. Ama bizim gibi sinsi olmayı becerebilen yok. Yansıtma işlemine yakında başlamak mümkün. Bu kadar kayıt yeterliydi. Sadece durumu özetlemişti. Bundan sonra yapılması gereken şey, harekete geçmekti. Ama önce tarihin oluşturulması gerekiyordu. O zavallı tarih öğretmeni, kendilerine yardımcı olabilirdi. Bugün aklına gelen bu düşünce, gerçeğe dönüştürülmeliydi mutlaka. Çünkü adamın belleğinde engizisyon işkenceleri, kanlı kabile savaşları, dünya savaşları gibi şiddet tarihi kayıtlıydı.

Giyotin, elektrikli sandalye, gaz odası gibi ölüm sembolleri vardı. Eski Yunan filozoflarının düşüncelerinden, Mars projesini yaratan insanların düşünsel güçlerine kadar uzanan dalgalar da yoğunlaşıyordu. Çelişkiler, birbirlerini izliyorlardı. Ve her şeyin kaynağı kozmik bilinçti. İnsanlar, televizyon seyretmekten veya falcıların peşinde koşmaktan insanlığın tarihinin belleklerinde kayıtlı olduğunun bilincinde değillerdi. Ama o, bunu anlamıştı. Ve planının gerçekleşmesi için kullanacaktı. Bunları düşünürken telepatik bir mesaj aldı. Yerinden kalkarak bir başka odaya geçti. Odanın içinde siyah bir silindir duruyordu. Tabandan tavana kadar uzanıyordu. Silindirin çevresinde cılız bir ışık parıldamaya başlamıştı. Falcı, boynunda asılı kolyenin üzerindeki harflerle oynamaya başladı. İlişkiye geçme şifresini veriyordu. Silindirin gövdesi ikiye ayrıldı ve odanın içini mavi bir ışık doldurdu.

Işıkla birlikte silindirin içinde bir adam belirmişti. Adam, oldukça uzun boyluydu. Giysisinden ve belindeki lazer silahından bir savaşçı olduğu anlaşılıyordu. Mavi gözleri, buz gibi donuktu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir