Victor Hugo – Sefiller Cilt #1 (İletişim Yayınları)

Birkaç ay önce, Fransa’nın en güçlü ve en popüler, büyük şairi hakkında, çok kısa bir zaman zarfında Sefiller üzerine, diğer eserleri olan Contemplations ve La Légende des siècles için olduğundan daha da geçerli olacak şu satırları yazıyordum: Burada, yerimiz imkân tanısaydı, şiirlerine hükmeden ve yayılan, fazlasıyla hissedilir biçimde yazarın kendine has mizacının da parçasını oluşturan ahlaki atmosfer analiz edilecekti. Bu atmosfer bana en güçsüze de en güçlüye de bariz bir şekilde eşit sevgi besleyen bir karaktere sahipmiş gibi geliyor. Bu iki ucun şair üzerinde uyguladığı çekim, en başından beri onda bulunan dayanıklılığın ve gücün kendisi olan, bu biricik kaynaktan gelir. Güç onu büyüler ve başını döndürür; bir akrabaya gider gibi gider ona: kardeşçe çekim. Böylece karşı konulamaz bir şekilde sonsuzluğun tüm sembollerine, denize, göğe; gücün tüm eski temsilcilerine, İncil’in ya da Homeros’un devlerine, paladinlere, şövalyelere; kocaman ve ürkütücü hayvanlara kapılıp gider. Dermansız elleri korkutacak olanı güçlük çekmeden okşar; sersemlemeden sınırsızın içinde devinir. Buna karşılık, kaynağı aynı olmasına rağmen farklı bir eğilimle şair zayıf, yalnız, kederli olanın, yetimin şefkatli arkadaşı olarak görünür daima: babacı! çekim. Kudreti olan her kişide bir kardeş hayal eder güçlü, ama çocuklarını, korunmaya ve teselli edilmeye ihtiyaç duyan kişilerde görür. Bu, gücün kendisidir ve kendisine sahip olana verdiği güvendir; adalet ve merhamet ruhu buradan gelir. Böylece Victor Hugo’nun şiirlerinde düşmüş kadınlara, toplumlarımızın dişli çarklarında öğütülen yoksullara, oburluğumuzun ve despotluğumuzun kurbanı hayvanlara duyulan sevgi vurguları hiç durmadan ortaya çıkar. Pek az insan iyiliğin güce kattığı ve şairimizin yapıtlarında çok sık kendini gösteren çekiciliği ve büyüleyiciliği fark etmiştir. Devasa bir heykelin yüzündeki gülümseme ve gözyaşı… Neredeyse tanrısal bir özgünlüktür bu. Şehvetli aşka adanmış bu kısa şiirlerde, fazlasıyla kösnül ve ahenkli bir melankolinin sindiği bu dizelerde, bir orkestranın eşliğine benzer şekilde, merhametin derin sesi işitilir. Sevgilinin altında bir baba, bir koruyucu hissedilir. Burada, bilgiçlik taslayan havası, didaktik tonuyla şiirin en güzel parçalarını berbat edebilecek bir ahlak değil, dünyanın mekanizmasındaki tartılamayan akışkanlar gibi, görünmeden şiirsel madde içine sızan esinli bir ahlak söz konusudur.


Ahlak bu sanata amaç olarak girmez. Hayatın kendisi içine karışırmışçasına ona karışır, onunla bütünleşir. Şair istemeden, tam ve zengin bir doğallıkla ahlakçıdır. Burada değiştirilmesi gereken tek bir satır vardır çünkü Sefiller’e, kitabın başında önsöz şeklinde yer alan yazarın bizzat kendisinin itirafında görüldüğü gibi, ahlak doğrudan amaç olarak girer: Kanunların ve örf ve adetlerin etkisiyle, medeniyetin orta yerinde, suni olarak cehennemler yaratan ve Tanrı takdirine değişmez bir insan kaderi karıştıran bir sosyal lanetlenme varoldukça; yüzyılımıza özgü üç problem, erkeğin yoksulluk ve sefaletle alçalması, kadının açlık yüzünden düşmesi, çocuğun karanlıklar içinde körelip yitmesi çözümlenmedikçe, bazı bölgelerde toplumun insanları havasızlıktan boğması mümkün oldukça; başka bir deyişle, ve daha geniş bir görüş noktasından bakıldığında, yeryüzünde cehalet ve sefalet bulundukça, bu gibi kitaplar büsbütün faydasız olmayabilir. “… oldukça!” Ne yazık! O halde neredeyse HER ZAMAN! Ama burası bu gibi meseleleri ele almanın yeri değil. Biz yalnızca, şairin kamuoyunun dikkatini cezbettiği ve tembel bir öğrencinin inatçı başı gibi, toplumsal sefaletin akıl almaz girdaplarına doğru eğdiği muhteşem yeteneğinin hakkını vermek istiyoruz. II Şair, gençliğinin coşkusuyla, özellikle yaşamın anlamsızlıklarına övgüler düzmekten zevk alır çünkü yaşamın içerdiği göz kamaştırıcı ve zengin olan her şey gençliğin ilgisini ayrıca çeker. Olgunluk çağına vardığında, tersine, endişe ve merakla yüzünü problemlere ve sefalete döner. Fakirliğin, zenginliğin güneşi üzerinde oluşturduğu bu kara lekede ya da bir şairin, bir filozofun, bir edebiyatçının, karşısında bazen bunaltıya varan bir heyecan ve şaşkınlık hissetmemesi için son derece acımasız olması gerektiği sefaletin uçsuz bucaksız karanlıkları üzerindeki zenginliğin bu göz kamaştırıcı lekesinde, kesinlikle tuhaf bir şey vardır. Kuşkusuz böyle bir edebiyatçı yeryüzünde yoktur; olamaz da. Dolayısıyla birini diğerinden ayıran tek fark, sanat eserinin tek amacının sanat olup olmadığı, sanatın yalnızca kendisine hayranlık ifade etmesi gerekip gerekmediği ya da az çok asil, daha yüce ya da daha düşük bir amacın ona dayatılıp dayatılamayacağıdır. Özellikle olgunluk çağlarının tam ortasında şairler akıllarının, uğursuz ve karanlık yapıdaki kimi problemlerin -kendilerini çeken tuhaf girdaplardır bunlar- çekimine kapıldıklarını anlarlar. Bununla birlikte, Victor Hugo, evrensel bilinci en üst düzeyde ilgilendiren tüm bu meselelere sorgulayıcı bir bakış yöneltmek için çok fazla beklemiş olan yaratıcılar sınıfına sokulursa büyük bir hata yapılmış olacaktır. En başından itibaren, bir diğer deyişle parlak edebiyat hayatının başlangıcından itibaren onda zayıfların, sürülmüşlerin ve lanetlenmişlerin tasası görülür. Adalet fikri erken bir dönemde yapıtlarında yitirilen saygınlığı geri kazandırma eğilimiyle kendini gösterir.

Oh! N’insultez jamais une femme qui tombe! (Düşen bir kadına asla hakaret etmeyin!), Un bal à l’hôtel de ville (Belediye Binası’nda Balo), Marion de Lorme, Ruy-Blas, Le Roi s’amuse (Kral Eğleniyor), neredeyse takıntı diyeceğimiz bu eski eğilimi yeterince ortaya koyan şiirlerdir. III Sefillerin ya da daha ziyade Sefiller’in birinci bölümünün maddi analizini yapmak gerekli midir? Eser şu anda herkesin elindedir ve herkes onun öyküsünü ve yapısını biliyor. Yazarın, ortaya sunduğu hakikatleri gün ışığına çıkarmak için yararlandığı yöntemi incelemek bana daha önemli görünüyor. Bu kitap bir merhamet kitabıdır, yani merhamet ruhunu dürtmek, kışkırtmak için ortaya konmuş bir kitaptır; korkunç ve dokunaklı bir yapıdaki toplumsal karmaşıklık durumlarını ortaya koyan, sorgulayan ve okurun vicdanına “Pekâlâ! Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Ne gibi bir sonuca varıyorsunuz?” diyen bir kitaptır. Kitabın romandan ziyade şiir olan edebi biçimine gelince, Marie Tudor’un önsözünde bunu önceden haber veren bir belirti buluyoruz. Bu da bize, ünlü yazardaki ahlaki ve edebi fikirlerin sabitliğinin yeni bir kanıtını sunmaktadır: “… Hakikatin önündeki tehlikeli engel, küçüklüktür; büyüklüğün önündeki tehlikeli engel, yanlıştır… Şairin hayranlık verici mutlak kudreti! Bizim gibi yaşayan, bizden daha yüce şeyler yapar. Örneğin Hamlet bizim kadar hakikidir ve bizden daha yücedir. Hamlet devdir, yine de gerçektir. Çünkü Hamlet siz değildir, ben değildir, hepimizdir. Hamlet o veya bu insan değildir, insanoğludur.” Hiç durmadan hakikatin içinden büyüklüğü, büyüklüğün içinden hakikati çıkarmak… Bu dramın yazarına göre, şairin tiyatrodaki amacı budur. Bu iki sözcük, büyüklük ve hakikat, her şeyi kapsamaktadır. Hakikat ahlaklılığı, büyüklük güzeli kapsar. Çok açık ki yazar Sefiller’de, her biri, tezinin geliştirilmesine gerekli temel tiplerin birini temsil eden, epik bir yüceliğe yükseltilen ideal figürler, canlı soyutlamalar yaratmak istemiş. Sefiller, şiir şeklinde inşa edilmiş ve her kişisi, ancak bir genelliği temsil etmesinden ibaret abartılı tarzıyla bir istisna olan bir romandır.

Victor Hugo’nun bu romanı tasarlama ve oluşturma ve yeni bir Korint madeni ortaya çıkarmak üzere genellikle özel yapıtlara adanan zengin öğeleri (lirik yön, epik yön, felsefi yön) tarif edilemez bir kaynaşma içine atma şekli, daha gençken kendisini eski lirik şiiri ve eski trajediyi, son noktaya, yani bildiğimiz şiirlere ve dramlara dönüştürmeye sürüklemiş olan kaderi bir kez daha doğrular. Dolayısıyla Monsenyör Bienvenu, abartılı merhamettir, kendini adamaya kesintisiz inançtır, en kusursuz öğretme yolu olarak görülen merhamete mutlak güvendir. Bu tipte canlı ve gerçekçi bir tabloda, hayran olunası bir titizliğin dokunuşları ve notaları vardır. Yazarın, bu eksiksiz modeli kusursuzlaştırmaktan hoşlandığı görülmektedir. Monsenyör Bienvenu her şeyi verir, kendisinin hiçbir şeyi yoktur ve durup dinlenmeden, pişmanlık duymadan kendini yoksullara, zayıflara ve hatta suçlulara feda etmekten başka zevk bilmez. Dogmanın önünde alçakgönüllülükle eğilerek ama ona nüfuz etmeye çalışmadan, kendini özellikle İncil’in uygulanmasına adar. “Ultramontandan çok Gallikan”, varlıklı ve Sokrates gibi ironi ve güzel konuşma gücüyle donanmış bir adam. Önceki yönetimlerden birinde, malını yoksullar için saçıp savuran ve bir sabah yeni istekler gelince karşılayamayacak durumda olduğu için mobilyasını, tablolarını ve gümüş takımlarını derhal açık artırma merkezine gönderen bir Saint-Roch papazından bahsedildiğini duydum. Bu özellik, Monsenyör Bienvenu’nün karakterinde vardır. Ama Saint-Roch papazının hikâyesinin devamında, papazın yüreğine göre çok basit ama dünya ahlakına göre çok güzel bu hareketin haberinin krala kadar ulaştığı ve saygınlığını lekeleyen bu papazın kibarca kulağının çekilmesi için başpiskoposluğa şikayet edildiği anlatılır. Çünkü bu tip kahramanlık, bu noktaya yükselemeyecek kadar zayıf tüm papazların dolaylı bir şekilde ayıplanması olarak görülebilirdi. Valjean, masum, saf, kaba bir adamdır; hiç şüphesiz hepimizin bağışlayacağı ama yasal ceza gereği onu Kötülük Okulu’na yani Zindan’a atan bir suç (ekmek hırsızlığı) işleyen, cahil proleterdir. Orada, esaret döneminin derin düşüncelere dalışlarında ruhunu eğitir ve arıtır. Nihayetinde oradan kurnaz, ürkütücü ve tehlikeli biri olarak çıkar. Piskoposun misafirperverliğinin karşılığını yeni bir hırsızlıkla öder.

Piskopos, Bağışlama ve Merhamet’in tüm karanlıkları dağıtacak tek ışık olduğu inancıyla, iyi bir yalanla onu kurtarır. Gerçekten de bu bilincin aydınlanması gerçekleşir ama hâlâ insanın içinde bulunan alışkanlık hayvanının onu yeni bir nüksetmeye sürüklemeyeceği kadar çabuk olmaz bu. (Artık M. Madeleine olan) Valjean dürüst, zengin ve güçlü biri haline gelir. Belediye başkanı olduğu, kendisinden önce yoksul olan bir komünü zenginleştirmiş, neredeyse medenileştirmiştir. Hayran olunası bir saygınlık ceketi geçirmiştir üzerine; güzel işlerle örtünmüş ve zırhlanmıştır. Ama uğursuz bir gün gelir, kendisine çok benzeyen, budala, alçak bir sahte Valjean’ın kendi yerine mahkum edileceğini öğrenir. Ne yapmalı? İç yasanın, Vicdan’ın ona, kendini ifşa ederek, bu yeni yaşamının üzücü ve görkemli iskelesini yıkmasını buyurduğu kesin midir? “Her insanın doğarak bu dünyaya kattığı ışık” bu karmaşık karanlıkları aydınlatmak için yeterli midir? M. Madeleine büyük mücadeleler sonrasında bu bunalım denizinden galip çıkar ve Hakikat ve Adalet aşkına yeniden Valjean olur. Tereddütleri, ihtiyattan, çelişkileri, sahte tesellileri, ümitsiz aldatmalarıyla insanın bizzat kendisine karşı verdiği bu mücadeleyi (kafanın içindeki fırtına) titizlikle, yavaşça, çözümleyerek tasvir eden bölüm, yalnızca Fransız edebiyatını değil, düşünen İnsanlığın edebiyatını da sonsuza dek gururlandırabilecek sayfalar içerir. Akılcı İnsan için bu sayfaların yazılmış olması ne büyük onurdur! Dünyanın başlangıcından itibaren, Evrensel İnsan’ın kalbinde bulunan tüyler ürpertici Kazüistik’in bu derece trajik bir şekilde gözler önüne serildiği benzer sayfaları bir başka kitapta bulmak için uzun, çok uzun zaman boyunca ve kapsamlı bir arama yapmak gerekecektir. Bu uğursuz dramlar ve acılar geçidinde, korkutucu, tiksindirici bir kişi vardır. Bu kişi, jandarma, gardiyan, katı yürekli, sert adalet, yorumlamayı bilmeyen adalet, yorumlanmayan yasa, hafifletici sebepleri hiçbir zaman anlamamış yabani akıl (buna bir akıl denebilir mi?), tek kelimeyle Ruhsuz Söz’dür, ürkütücü Javert’dir. Sağduyulu birkaç kişinin bu Javert hakkında “Yine de dürüst bir adam; kendine has bir yüceliği var,” dediklerini duydum. De Maistre gibi “Dürüst adam kime denir bilmiyorum!” denecek bir durum.

Bana göre, bir suçlu gibi görülme tehlikesini göze alarak itiraf ediyorum ki (“titreyenler kendilerini suçlu hisseder” diyordu şu çılgın Robespierre), Javert bana adalete yırtıcı bir hayvanın kanlı ete duyduğuna benzer bir açlık duyan, ıslah olmaz bir canavar, kısacası Mutlak Düşman gibi görünür.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir