İlker Başbuğ – Suçlamalara Karşı Gerçekler

1962 yılı Ağustos ayında, Kara Harp Okulu’ndan Piyade Asteğmen olarak mezun oldum. Subay temel kursuna katılmak üzere, Ankara’dan İstanbul’a, Tuzla’da bulunan Piyade Okulu’na geldim. Bu büyüdüğümüz, ailemizin yaşadığı İstanbul’a geri dönmek anlamına geliyordu. Mutluydum. Kurs altı ay sürdü. Kursu derece ile bitirdiğim için tayin kurasına katılmadım. İstediğim, Kartal/Maltepe’de bulunan 2. Zırhlı Tugay 22. Mekanize Piyade Taburu’na tayinim çıktı. Nisan ayı içerisinde birliğimize katıldık. Kıt’a, Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi, subaylar için asli mekteptir. Dört elle görevimize sarıldık. Hayatımız birlik ile evimiz arasında geçiyordu. O yıllarda, Türkiye’nin temel sorunlarının başında Kıbrıs’ta yaşanan olaylar geliyordu. Kıbrıs’taki olaylar nedeniyle birliklere sık sık alarm veriliyordu.


Günlerden, 21 Mayıs 1963 günü idi. O gün, tabur nöbetçi subayı idim. Bu nöbet ikinci nöbetim idi. Taburda benden başka bir de nöbetçi astsubayı vardı. Akşam yemeğinden sonra, alarm talimatlarını gözden geçirdik ve alarm verilince yapacağımız işlemlerin neler olacağını anlamaya çalıştık. Tugay nöbetçi amirine gece tekmilini verirken, nöbetçi amirinin beni 5-7 devriyesi ile görevlendirdiğini de öğrendim. Görevlerin tamamlanmasını müteakip, devriye saatinde kalkmak üzere istirahata çekildim. Gece yarısını geçmişti ki çalan telefon sesi ile uyandım. Telefonun karşısında, tugay nöbetçi amiri vardı. Bana, tabura alarm verip vermediğimi sordu. Ben hayır deyince, alarm vermemi söyledi. Hemen kalktım. Tabur nöbetçi astsubayı ile taburu kaldırmaya başladık. Akşam okuduğumuz alarm talimatlarına göre, yazılı olarak alarmı alıp, uyguladığımızı rapor etmemiz gerekiyordu. O raporu yazarken, tabur komutanının geldiğini haber aldım.

Kendisini karşıladım. Çok telaşlı idi. Kendisine, tabura alarm verdiğimizi, bölüklerin toplanmakta olduğunu bildirdim. Bir ara, alarm için rapor vermem gerektiğini, ancak alarmın isminin ne olduğunu bilmediğimi söyledim. Benim yüzüme şaşkın şaşkın baktı ve “Oğlum ne alarmı, ihtilal (darbe) oluyor. Hemen, özellikle cephaneliklerin olduğu bölgeye gidip, güvenliklerini kontrol edin” dedi. Odadan, çıktım. Emredilen bölgeleri kontrole gittim. Ertesi sabah, Tugay Komutanı Secaatin Kuloğulları bütün personeli büyük sinema salonunda topladı. Bizlere, dün gece yaşananları şöyle özetledi: “Dün gece, Talat Aydemir’e bağlı bazı subaylar tugayın kontrolünü eline geçirdi. Tugay nöbetçi amirini de hapsettiler. Kendilerine bağlı birliklere alarm vererek birlikleri harekete hazır duruma getirdiler. Başlarında bulunan subay, bana telefon ederek tugayı ele geçirdiğini, benim gelmememi, gelirsem tatsızlık olacağını söyledi. Ancak ben onu dinlemeyerek beraberimdekilerle Tugay Nizamiyesi’ne geldim. Beni yakalamak için çıkarılmış emniyet timini emrime alarak tugaya girip, duruma el koydum.

Bu işe katıldıklarını bildiğimiz subayları hemen tutukladık. Ancak, burada, sizin aranızda, onlarla beraber olduklarını bildiğimiz kişiler de var. Şimdi, onlara söylüyorum. Açıkça ayağa kalksınlar ve buraya gelsinler.” Herkes şaşkındı, birbirine bakıyordu. Pek ayağa kalkan da olmadı. Bunun üzerine, bizlerin tek sıra halinde dışarıya çıkmamız istendi. Sinema salonunun önünde, askeri kamyonlar (Reolar) vardı. Çıkanlardan bazılarının, Reolara binmesi istendi. Diğerleri görevlerinin başına döndü. Ben de görevlerine dönenler arasındaydım. Talihin garip cilvesi mi nedir, kıtaya katılır katılmaz 21 Mayıs darbe teşebbüsünün oluşuna şahit olmuş, daha sonra da, bu darbe teşebbüsüne katılan arkadaşlarımızın yaşadıkları acıları ve sorunları görmüştük. 2008 yılı Ağustos ayında, Genelkurmay Başkanı oldum. 25 Ocak 2010’da şunları söyledim: “Darbe, darbe iddialarından hicap duyuyorum. Türkiye’de bazı olaylar yaşandı.

Bugün artık bu olayların geride kaldığını düşünüyoruz. Biz diyoruz ki, demokraside, demokratik yöntemlerde en önemli husus, iktidarların seçimlerle, demokratik yöntemlerle el değiştirmesidir.” Ben ne teğmenken ne de Genelkurmay Başkanı iken, hiçbir zaman darbeci olmadım. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde 48 yıl fiili hizmetten sonra, 30 Ağustos 2010’da emekli oldum. 28 Aralık 2011 çarşamba akşamı 20. Yüzyılın En Büyük Lideri Mustafa Kemal adlı kitabımın son bölümü üzerinde çalışıyordum. O hafta, kamuoyunda “İnternet Andıcı” olarak bilinen davanın duruşmaları da devam ediyordu. O akşam duruşmaların cereyanına ilişkin aldığım bilgilerle pek uyuşmayan ve pek de beklemediğim bir haber aldım. Haber şöyleydi: “Önümüzdeki günlerde İnternet Andıcı davası kapsamında tutuklanacaktım!”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir