H. A. Nomiku – Haçlı Seferleri

Elinizdeki kitap, İnsanlık Tarihi’nin en önemli safhalarından biri olan Haçlı Seferleri’nin kısa ve özetlenmiş tarihidir. 1096-1270 senelerini kapsayan yüzyetmişbeş yıllık bu karılı olaylar zinciri, sadece o döneme ait olmakla kalmayıp, ondan sonraki tüm insan yaşamına, onun şu veya bu şekilde oluşmasına ve şekillenmesine de mührünü basmış durumdadır. Bu seferlerin sonuçları günümüzde bile hissedilmektedir ve bundan sonraki “İnsan Yaşamı”nda da etkilerini hiç eksiltmeden devam ettirecektir. Bu açıdan, düşünen herkesin Haçlı Seferleri denilen o insanlık macerasının nedenlerini, gelişmelerini ve en önemlisi sonuçlarını anlayıp kavraması gerekir. Belki de bu şekilde, İnsanlık Tarihi’nin o kapkara sayfalarının bugüne kadar süren ve süreceğe de benzeyen nefret ve kanla dolu sonuçlarının etkileri bir dereceye kadar törpülenmiş olur. Zaten, (entellektüel kişi) olarak tanımlanmak gururunu hakkıyla taşıyan bir kimsenin (düşünmek)ten başka ve ondan güçlü bir silâhı var mı? Bu küçük ve iddiasız kitap yazarı tarafından ilk kez 1925 yılında İskenderiye’de yayımlanmış ve son olarak, 1990 yılında copyright’i Atina, Aposiolos A. Harisis’e ait olmak üzere yeniden basılmıştır Kitabın yazı tekniği ve özellikle tarihî bilimsel objektivite açısından tenkit edilebileceği kanısındayım Ancak, birkaç ay önce bu kitabı okuduğumda, kendimi etkilenmiş ve bilmediğim birçok şeyi öğrenmiş olarak gördüm. Ve, genel olarak, okuyucuyu ilgilendirebileceğini düşünerek bu kitabı çevirmeyi uygun buldum. Şayet okuyucunun düşünme sürecinde, bu kitap kendi küçük hacminin üstünde bir etki yapabilecekse, mutlu olacağım. Geçtiğimiz 1995 ile başlayan, yaşadığımız ve henüz yaşamakta olduğumuz şu birkaç yıl, artık kendimizi bir parçası olarak gördüğümüz Batı dünyası ile, zaten bir parçası olduğumuz Orta Doğu İslâm dünyasının ortak tarihine ait çok önemli bir olayın tam dokuzyüzüncü yıldönümüne rastlıyor. Batı, Türk ve Arap tarih yazıcılığında sırayla Les Croisades, The Crusades, Haçlı Seferleri, el Hurûbu’s Salîbiyye diye sonraki bir isimlendirme ile meşhur olan bu olay, hiç şüphe yok ki, Hıristiyan Batı ile Müslüman Orta Doğu’nun tarihteki en uzun süreli sıcak çatışması olarak nitelenebilecek olan Haçlı Seferleri’dir. Bu iki dünyanın ortak geçmişindeki ortak büyük tarihsel dönemeçlerden biri olan bu çok mühim olayın, yüzyıllar sonrasında onlara neler bıraktığı, neler kazandırıp neler kaybettirdiği, bu iki dünyanın kamuoyunda ne gibi izlenimler bıraktığı soruları, bugün herhalde konuya ilgi duyan insanların kendi kendilerine en çok yönelttikleri sorular olmalıdır. Nitekim bundan iki yıl kadar önce, 1995 yılı Haziranı’nda, Haçlı Seferleri’ni düzenleyen ve başlatan ülke sıfatıyla Fransa’nın girişimi sonucu, 1095’te Papa II. Urbain’in çağrısıyla ilk seferin başlatıldığı Clermont (bugünkü Clermont Ferrand) şehrinde yapılan uluslararası bir sempozyum, bir anlamda Batı’nın bu soruları kendine sorduğu ve cevaplarını aradığı bir toplantı olarak nitelendirilebilir. İlk Haçlı Seferi’nin başlangıç tarihinden bugüne kadar geçen dokuzyüz yıl, Orta Doğu İslâm dünyası ve Türkiye olarak, etkileri şuuraltımızda hiç şüphesiz hâlâ yerini koruyan bu büyük tarihsel olayın ciddi bir muhasebesini yapmamız için herhalde epeyce uzun bir süre sayılmalıdır.


Genelde Müslüman, özelde Türk kamuoyu, ama özellikle de siyaset, bilim ve aydın çevreleri bu muhasebeyi yapmış mıdır? Bu konuda bugün kendisini objektif bir bilgiye, o vasıta ile objektif bir kanaate ulaşmış hissediyor mu? Bu olayın bıraktıklarını dokuzyüz yıl sonra soğukkanlılıkla değerlendirebiliyor mu? Doğrusu bu sorulara olumlu cevap verebilmek çok zor görünüyor. Yalnız Osmanlı döneminde değil, Cumhuriyet döneminde de, Batı ile olan ilişkilerimizdeki her hayal kırıklığı veya karşılaşılan her haksızlık, Türk kamuoyunda hep bu olayı çağrıştırmış ve arkasındaki – Hıristiyanlık fanatizminden kaynaklanan- ideolojiyi, “Haçlı zihniyeti” şeklinde ifadelendirmesine sebebiyet vermiştir: Bundan dolayı sürekli bu zihniyete göndermeler yapılmıştır ve yapılmaya devam edilmektedir. Gerçek nedir? Ne ölçüde bu göndermeye uyuyor veya uymuyor? Yahut her durum bu zihniyetimizi seslendirmeyi gerçekte ne kadar gerektiriyor? Doğrusu bunu açıklığa kavuşturduğumuzu, objektif bir kriter yaratabildiğimizi söylemek pek kolay değil. Ne var ki, Batı emperyalizminin Müslüman topraklarındaki yaklaşık bir asırdan fazla süren hegemonyası, bu hegemonyanın bu toprakların insanlarına yaşattıkları, sözkonusu yargının onların toplumsal bilinçaltlarında kuvvetle yer etmesine yol açmış ve bugün, Batı dünyasının kendine karşı her tavrını, ister gerçeklik payı olsun, ister olmasın, bu yargının etkisiyle daima bir güvensizlikle değerlendirmiş ve değerlendirmektedir. Türk kamuoyu da bundan farklı değildir: Ancak bugün gerçekten, bilimsel tarafsızlığı az çok herkesçe teslim edilen pek çok Batılı tarihçinin de açıkça yazmaktan çekinmediği gibi, Müslüman kamuoyuna bu ifadeyi haklı olarak kullandırtacak durumların yaşandığı da inkâr götürmez bir tarihsel gerçektir: Ortaçağ Müslümanları, ilk Haçlılar’ı karşılarında gördükleri zaman, nasıl bir olay karşısında bulunduklarını anlayamamışlar, sıradan Frank ordularıyla çarpıştıklarını sanmışlardı. Sistemli bir kampanyanın hedefi olduklarını ancak çok sonraları farkedebildiler.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir