Hüsnü Mahalli – Ortadoğuda Kanlı Bahar

Hemen söyleyeyim. Ilımlı, “light”, yumuşak, laik ya da çağdaş İslam. Bunların hiçbiri Amerika’nın ya da Amerika’daki egemen güçlerin umurunda bile değil. Müslümanları ilgilendiriyorsa “demokrasi ve insan hakları” ABD’nin hiç umurunda değil ve olmayacaktır. Amerikan egemen güçlerinin tek bir ilgi alanı var, o da kendi çıkarlarıdır. ABD bu çıkarlar uğruna her şeyi göze alır ve herkesi ama herkesi feda etmeye hazırdır ve eder. Amerika’nın 230 yıllık iç ve dış yaşamında bunun çok örnekleri vardır. Gelin hep birlikte bu karanlık geçmişin bizi ilgilendiren bölümüne bakalım. ABD, İkinci Dünya Savaşı sonrasında İslam ülkelerine ilgi göstermeye başladığında bakın ne düşünüyordu? Önce BM’yi kullanarak Filistin toprağında İsrail Devleti’ni kurdurdu. İngiltere ve genel olarak Hıristiyan Batı’yla birlikte Yahudilere stratejik hizmette bulunan ABD aynı zamanda iki temel hedefini gerçekleştirmek peşindeydi: 1- Bölgedeki petrolü ele geçirmek. 2- Bu petrolde gözü olan ideolojik düşman Sovyetler Birliği’nin bölgeye girmesine izin vermemek. ABD bunun için de iki temel yola başvurdu: Önce Arap ülkelerinde kendi yanlısı kral, emir, şeyh ve başkanları işbaşına getirdi, sonra da bunlara, “İslam’ı silah olarak kullanın” talimatını verdi. ABD Suudi petrolünden kazandığı petro-dolarların bir kısmını hep bu yolda harcadı. Rahmetli Uğur Mumcu bu konuda çok şey yazdı. Ama “hafıza-i beşer nisyan ile malûl” olduğu ve insanlar tarihten ders çıkarma becerisini göstermediği için tarih hep tekerrür ediyor.


Daha açık ifadeyle ABD; Sovyetler Birliği’ni ve onun bölgedeki tüm yandaşlarını dağıtmak ve komünizmi ideolojik olarak yenmek için önce gerici, anti-demokratik ve faşist iktidarları, sonra da din olarak “İslam’ı” silah olarak çok iyi kullandı. Bunun için de ABD, Arap ve İslam ülkelerinde hemen hemen tüm İslamcı iktidar ve partiler ile örgütlere destek verdi, veriyor. “Yeşil Kuşak” teorisini burada hatırlatmaya gerek yok. Afganistan’da Sovyet işgaline karşı mücadele eden tüm “İslamcı mücahitlerin” arkasında hep ABD ve onun istihbarat örgütleri vardı. Bölgedeki gerici ve işbirlikçi ülkelerin istihbarat örgütleri de ona yardım ediyordu ama Afganistan kurtulunca bu kez mücahitler birbirine girdi. Bu durum karşısında Afganistan’da CIA kamplarında eğitim gören “İslamcı gençler” kendi ülkelerine dönerek “potansiyel terörist” olarak bekletilmeye alındı. Cezayir’deki FIS olayı bunun somut örneğidir. Ama ABD bununla da yetinmedi. Sovyetler Birliği dağılmış olmasına ve komünist sistem ideolojik olarak bitmesine rağmen bu kez Pakistan’da milyarlarca dolar harcayarak Şii İran’a karşı kullanılmak üzere Taliban okullarını açtı ve burada yalnız Afganistan’a değil belki de tüm dünyaya yetecek kadar “radikal İslamcı terörist” yetiştirdi. Bununla yetinmeyen ABD, dana sonra Kaide’nin dostu olacak Taliban’ı, Eylül 1996’da Kâbil’de iktidara getirerek hem İslam âlemi hem de tüm dünya için yeni bir süreci başlattı. Kapitalist dünyanın ve onun askersel kanadının yeni düşmanı artık komünistler değil, radikal ya da ılımlı olsun tüm olarak Müslümanlar ve İslam dünyasıdır. 11 Eylül ise bu sürecin en önemli dönemeci. Afganistan işgal edildi. Ama Taliban ve Kaide eskisinden daha güçlü. Ülke ise afyon kaçakçısı gerici aşiretlerin kontrolünde.

Irak’ta ise durum ortada. İşgalle birlikte Kaide bu kez Irak’a taşınarak tüm bölge için bir risk oluşturdu. Irak’ta ise ABD laik ve ılımlı Şiilerle değil tam tersine bağnaz ve tutucularla işbirliği yapmayı tercih etti. ABD bununla radikal Sünnileri kışkırtmayı amaçlıyordu. Dünyanın en gerici, bağnaz ve karanlık yönetimi olan Suudiler ise hâlâ ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiğidir. Suudi Arabistan hem Kaide’ye eleman yetiştiriyor hem de ‘Şiilere karşı’ dirensin diyen Amerikan düşmanı Irak’taki Sünni direniş gruplarına destek veriyordu. Yani ılımlı, “light”, laik, çağdaş İslam’dan dem vuran ABD ve yandaşları söylemlerinin tersine hep radikal olanlara ya da radikalizmi kışkırtanlara destek veriyordu, veriyor. Filistin, Irak, Lübnan, Afganistan, Somali, Çeçenistan ve benzeri yerlerde süregelen işgal ve katliamlarla Müslümanları sürekli kışkırtan ABD aslında onları radikalizme bilerek ve bilinçli olarak itiyor. İslam’ın en ılımlısının yaşandığı Bosna’da 1991-1994 yılları arasında yalnızca Müslüman oldukları için Bosnalılara yönelik insanlık dışı katliamlar ve işlenen cinayetler Batı’nın genel olarak İslam dünyasına ve Müslümanlara yönelik bakış açısını yeterince ve çok net gösteriyor. Çünkü o sıralarda ne Kaide, ne 11 Eylül, ne de Müslüman teröristler ortada vardı. Şimdi soruyorum: Bosna ya da Çeçenistan’da tecavüze uğrayan on binlerce kadının doğurmak zorunda kaldığı çocuklar, Irak ya da Filistin’de akrabaları öldürülen milyonlarca insan acaba ılımlı Müslüman olabilir mi?

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir