Izsak Schulhof – Avrupa’da Osmanlı Damgası Budin Destanı

Elinizdeki bu kitabın Türkçeye çevrilerek yayınlanmasını Timaş’a ben önerdim. Kitabın orjinal ismi Meghilla Ofen’dir. (La Meghilla di Buda) Meghelia veya Buday Kroniki olarak tanınmıştır. Kitabın değerini belirterek geniş tarihi bir çerçeve içine oturtmadan evvel bu kitabı nasıl bulduğumu ve ona niye önem verdiğimi anlatmak istiyorum. Bu kitap ilk bakışta Budin’de yaşayan Iszak Schulhof isminde bir Yahudi’nin başından geçenleri anlatmakta, küçük çapta bir olayı dile getirmekte gibi görünmektedir. Fakat bu kitap 1683 Viyana yenilgisinden sonra başlayan Habsburg taarruzunun ve din ve kültür farklarına dayanan Balkan kıyamlarının başlangıcını anlatan bir vesika olarak düşünülürse o zaman önemi daha iyi anlaşılmış olur. Viyana 1683 Kuşatması ve Sonucunda Osmanlı ordularının yenilgiye uğraması Avusturya’nın ve Katolik Kilisesinin Türklere ve Müslümanlara karşı aldığı uzlaşmaz tavrını tayin etmiştir. Nitekim bu satırları yazdığım tarihte (8 Eylül 2007) Papa Benedict Katzinger’in Viyana ziyaretini haber veren The New York Times “Asırlar evvel Osmanlılara karşı Viyana’da yer almış savaşlar [Batı] tarihine ve Avrupa’nın başka bölgeleri tarihinde merkezi bir yer almaktadır.” diye yazmaktadır. Elinizdeki bu kısa kitap 17. yüzyılda olayları bizzat gören ve olduğu gibi tasvir eden bir kişinin şahitliğine dayandığı için birinci derecede önemli ve benzeri az olan bir kaynaktır. Kitap ayrıca Budin’de Türk idaresinin niteliği ve Budin’in defalarca hücuma maruz kaldıktan sonra Avusturya orduları tarafından nasıl ele geçirildiğini anlatan çok nadir vesikalardan biridir. Erdel Tarihi ve Osmanlı’nın Tökeli ile ilişkilerini anlatan Meghilla Ofen kitabını bir tesadüf olarak buldum. Kitapta Osmanlı ismi değil Avrupa kaynaklarının birçoğunda olduğu gibi Türk adı kullanılmaktadır. Wisconsin Üniversitesi’nde dinler ve kültürler arası hoşgörüyü savunan bir grup vardır.


Aralık 2006 yılında bu grup, Türklerin diğer dinlere tarihte nasıl baktıkları hakkında benden bir konuşma istedi. Tam o sırada bir dergi için aynı sene, yani 2006’da, çıkan Arnold Reisman’ın Türkiye’nin Modernleşmesi – Nazilerden Kaçan Mülteciler ve Atatürk’ün Vizyonu adlı kitabını tanıtma yazısını bitirmiştim. Yazar Reisman ölüm kamplarına sürülmüş fakat sağ kalmayı başarmış Yahudilerdendir. Bu kitap 1930’lu yıllarda Türkiye’ye sığınan ve çoğunluğu Yahudi olan Alman profesörlerin öyküsünü ve Türk üniversitelerine yaptıkları katkıyı ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Bu kitabın etkisi ile benden hoşgörü konuşmasını isteyen arkadaşlara Türkler ve Yahudiler – Beraber Barış içinde Yaşama Modeli başlıklı bir konuşma yapmayı teklif ettim. Onlarda kabul ettiler. Aslında bu konuşma bir iki yıl içinde değişik dinlerin ve kültürlerin Osmanlı Devleti’nde nasıl barış ve karşılıklı kabul içinde yaşadıkları konusunda bazı düşüncelerimi ifade etme imkanı vermekteydi. Osmanlı’da hoşgörü tarihini bir başka kitap da çok iyi anlatmıştı. Bir süre evvel Mark Mazower’in Selanik: Hayaletler Şehri adlı kitabını okumuştum ve çok etkilenmiştim. Benim de bazı çalışmalarımı kullanan yazarı bir mektup yazarak tebrik etmiştim. Mazower, kitabında Selanik’in, II. Murat’ın şehri 1430’da fethetmesinden sonra nasıl geliştiğini, her inancın ve etnik grubun barış içerisinde nasıl bir arada yaşadıklarını anlattığı gibi Osmanlı idaresinde değişik dinlerin ve kültürlerin serbest geliştiğini zamanın ruhuna uygun olarak çok duygulu bir şekilde belirtmekte idi. Gerçekten 1492’den sonra İspanya’dan gelen muhacirler, Müslüman Osmanlı idaresi altına Selanik’i adeta bir Yahudi merkezi haline getirerek burada nevine has İspanyol temelinde bir dil (Ladino) ve kültür yaratmışlardır. Mazower, birkaç Türk-Osmanlı yüzyılın tablosunu çizdikten sonra 19. yüzyılda ve 1912- 13 Balkan Savaşı’ndan sonra Osmanlı’nın kurduğu hoşgörünün nasıl çok az zaman içinde yok edildiğini, tarihi binaların yıkıldığını çok güzel anlatmıştır.

Yüzyıllık abideleri, binaları yok eden Yunan milliyetçiliği, eski hoşgörü yerine haşin, renksiz bir Hellas ruhu getirmiştir. Balkan Savaşı esnasında Rumlar, Bulgarlar ve Sırplar yüzbinlerce Müslümanı, ki çoğunluğunu Türkler oluşturmakta idi, öldürmüş veya Anadolu’ya kaçmaya zorlamışlardır. Selanik’te sürgünde yaşayan Sultan Abdülhamid bile alelacele İstanbul’a getirilip Beylerbeyi Sarayı’na yerleştirilmiştir. Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım da bilindiği gibi Selanik’ten göç edenler arasında idi. Bu arada Selanik Yahudileri Rum milliyetçiliğinin baskısına rağmen eski kültür, din ve yaşamlarını bir dereceye kadar devam ettirerek İkinci Dünya Savaşı’na kadar güçlükle tutunabilmişlerdir. Nihayet 1944’de Alman Nazileri Selanik Yahudileri’ni ölüm kamplarına sürerek yok etmişlerdir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir