1912’de Petersburg’da doğup, 1992 yılında hayata gözlerini yuman Rus tarihçi ve etnologu Lev Nikolayeviç Gumilev’un elinizdeki “Hunlar” isimli bu eseri, 1960’da Rusya’da yayınlanmış, 1974 yılında ise “Çin’deki Hunlar” ismiyle ikinci bir kitap okuyucusuyla buluşmuştur. Gumilev’un ölümünden sonra Moskova’da 1993’de kurulan “Gu-milev Dünyası Vakfı” yazarın tüm eser ve makalelerini “Bütün Gumi-lev” serisi adı altında yeniden yayınlamıştır. Vakıf editörleri tarafından yazarın daha önce çeşitli dergilerde yayınlanmış makalelerinden Hunlar’la ilgili olanları da her iki cildin sonuna “Ekler” adıyla konulmuştur. Bunlar arasında, S.I. Rudenko, G.Y. Grumm-Grjimaylo, R.Yu. Vipper, N.N. Kradin, I.P. Zasetskaya, B.V Lunin, V.A. Korenâko, A.P. Savitskiy gibi çok değerli Rus Türkologlarının konuyla ilgili makaleleri de eserin sonunda yer almaktadır. Ancak biz, daha sonra yazarın ilmî makalelerinden ve bunlardan Türk tarihini doğrudan veya dolaylı şekilde ilgilendirenlerini bir veya iki cilt halinde ayrıca yayınlamayı düşündüğümüzden, onları buraya almayı uygun görmedik. Zaten eserin sonuna ek olarak konulan makalelerin bazıları, bizzat yazara ait de değildir. Yazarla ilgili kısa biyoğrafik bilgi kitabın arka kapağında; daha detaylısını ise “Muhayyel Hükümdarlığın İzinde” adlı eserin başına koyduğumuz “Gumilev ve Zamanı” adlı bölümde bulabilirsiniz. Kitapta geçen eski Hun isimlerinin yanı sıra, Çin hanedan ve şahıs isimlerinden başka coğrafî terimlerin transkripsiyonunda daha önce yayınladığımız Eski Türkler’in çevirisinde olduğu gibi, yine bazı güçlükler ve tereddütler yaşanmıştır. Bunun sebebi, öncelikle Ruslar’ın yabancı kelimeleri -belki de alfabelerinin müsait olmayışı yüzünden- sadece okunuşuyla vermeleri; ikinci olarak da, Türk ve Çin isimlerinin uluslararası sabit bir transkripsiyonunun bulunmamasıdır. Nitekim, aynı konuyla ilgili Batı dillerinde çıkan eserleri gözden geçirdiğimiz zaman da, transkripsiyon hususunda bir yeknesaklık göremiyoruz. İngiliz kendine, Fransız ve Almanlar da yine kendilerine göre doğru olanı yazıyorlar. Örnek olarak, aynı Çin hanedanını İngilizler Ch’in, Fransızlar ise Ts’in şeklinde yazarlar. Bir başka örnek: Fransızlar Ngan Lou-chan; İngilizler An Lu-shan yazarlar. Siyenpi hükümdarı T’an-shih-huai’yı Ruslar, sadece Tanşihay olarak yazarlar. Bizler de, maalesef bunlardan herhangi birini esas alarak, Türk okuyucusuna bu şekilde takdim ederiz.Türk tarihiyle ilgili yabancı dillerden tercüme edilen eserler, hangi dildense, o dilin transkripsiyonu kullanıldığından, elbette bunlar okuyucuların zihnini bulandırabilir-ler. Bu işle uğraşan Türk akademisyenler de, sözü edilen konuda somut bir yol tutmuş değiller. Kısacası, herkes kendine göre doğru olanı yazmaktadır. Fakat biz, bu çeviride, son yıllarda artık İngilizce transkripsiyon ağırlık kazanmaya başladığı için, çoğu defa onu tercih ettik ve sinolog W Eberhard’ın Çin Tarihi ile Çin’in Şimal Komşuları ve Çin toprağında ilk Hiungnu hükümdarları: Liu Yüan ve Liu Ts’ung’un Biyografileri, Prof. Dr. Bahaeddin Ögel’in Hun Tarihi; Prof. Dr. Ahmet Taşağıl’ın Gök-Türkler ve David Christian’ın A History of Russia, Central Asia and Mongolia isimli iki ciltlik değerli çalışmalarından geniş ölçüde faydalandık. Bununla birlikte, gözümüzden kaçan transkripsiyon hatalar,ı ilgili okuyucularımızca tarafımıza bildirilecek olursa, bunlar, kitabın daha sonraki baskılarında dikkate alınacaktır. Asya Hunları tarihiyle ilgili tek orjinal kaynak Çince olduğu ve bunlar da oryantalistler tarafından vaktiyle Batı dillerine çevrildiği için, eski Türk isimlerinin ne derece doğru yazıldığını tesbit etme imkanımız hemen hemen yoktur. Çünkü Çinliler’in, Gumilev’un da dediği gibi, Türk isimlerini yazarken, bunlara övme ve yerme anlamları içeren ekler koydukları veya hiyeroğlif kurallarına uymayanları da zevklerine göre yazdıkları bir vakıadır. Örneğin Şapola olması gereken Türk hakanını, Çin kaynakları Şapolio şeklinde göstermektedir. Halbuki bunun sonundaki lio eki, yağmacı anlamında bir tahkir ekidir. Elinizdeki eserde Hun yabgularının isimlerine dikkat edecek olursanız, bunların hepsi Çin hiyeroğlif sistemine göre yazılmış şeylerdir: Hu-yen-ti, Hu-hu-erh Shihtao Kao jo-ti yabgu, Fu-chü-lei gibi. Hunlar’ın gerçekten bu isimleri kullanıp kullanmadıklarını da bilemiyoruz. Mesela bir Hun prensinin Çin kaynaklarındaki ismi T’ienlan’dır. Burada T’ien, gök, ulu ve tanrı anlamındadır. Lan da orkide, zambak ve iris mânâsına geliyor. Demek ki bunu, yüce orkide yahut Tanrının verdiği orkide olarak anlamak mümkün. Ama, acaba Hunlar bu ibareyi veya ismi kendi dillerinde hangi kelimelerle ifade ediyorlardı? İşte içinden çıkılamayacak konu da, bizce budur. Fakat Asya Hun tarihiyle ilgili tek kaynak Çin yıllıkları olduğundan, başka bir şansımız da şu an için yok gibi görünüyor. ll L.N. Gumilev, Orta Asya Hun (Hyung-nu) ve Türk tarihi konusunda, son dönem tarihçiler arasında bir üstad ve ekol kabul edilirse de, gerek elinizdeki bu eserde, gerek Eski Türkler’de ve gerekse Etno-genez ile Hazar Çevresinde Bin Yıl’ında ileri sürdüğü görüşlerin tamamına katılmak mümkün değildir. Esasen bugüne kadar, bütün görüşleri müttefiken kabul edilen ne bir tarihçi, ne bir filozof ve ne de düşünür vardır. Yeterli yazılı tarihî kaynakları olmayan ve Çinli kronikçilerin ga-razkâr bakış açılarının tesirinden kurtulamayan bir tarihçilikte, bazı yanılgıların, yanlış yönlendirme veya yönlendirilmelerin olması kaçınılmaz. Bununla birlikte, Türk tarihini milad öncesinden alarak X. Yüzy yazılan Türk tarihiyle ilgili eserlere ihtiyatla yaklaşılmasından, ileri sürülen görüşlere bir “acaba?” ile bakılmasından yanayız. Kaldı ki, Türkiye’de tarihçi geçinen bazı zevât, Çin kroniklerinin tesirinden kurtulayım derken, Türk tarihine ve tarihçiliğine Batı zihniyeti ve Marksist gözlükle bakma illetinden kurtulamamışlardır. Bunlar nazarında K. Marks ve Lenin her şey demek olduğundan, bir meseleye onların gözüyle bakmak da vazgeçemedikleri diğer bir hastalıklarıdır. Yine de, yazarın elinizdeki eserin bir yerinde “peşin hükümlerin her türlüsü tehlikelidir” dediği gibi, özellikle Türk tarihi konusunda peşin hükümle yaklaşmak yanlıştır. Esasen Ruslar’a karşı bu peşin hükümlülük ve zımnî düşmanlık, nasıl Göktürkler’in Pers düşmanlığı, torunlarına ve Hazarlar’a miras kalmışsa, bizlere de Osmanlı atalarımızdan miras kalmıştır. Ancak, Altın Orda Hanlığı’nın yıkılmasından sonra, Ruslar’ın kadimden beri Türk yurdu olarak bilinen Doğu Avrupa ve Orta Asya’ya doğru güttükleri yayılmacı politika, gerek Çarlık döneminde ve gerekse Bolşevikler zamanında Asya’daki Türkler’e yapılan zulüm ve tenkil hareketleri karşısında, ülkemizdeki insanların Rus tarihçiliğine “peşin hükümlü” bir yaklaşım sergilemeleri pek de haksız sayılmaz. Mesela V Minorsky ile B. Nikit’in, Kürt tarihi üzerinde yalan yanlış şeyler yazarak, kendi indî görüşleriyle Türkiye’nin başına büyük bir gaile açmışlardır. Rus ve Batılı tarihçilerin ilmen henüz ispatlanmamış ve doğruluğu ittifaken kabul edilmemiş tezlerinden biri, Aryanilerin Asya’yı istila ettikleri ve bu yüzden Mongoloid olmayan Türk halklarının da onlarla kaynaşma neticesinde Avrupai tipe dönüştükleridir. Bu noktadan hareket eden kimi Rus tarihçiler ve sosyologlardan W. Grigoryeff, A.A. Semiunoff, Krukoff Orta Asya’daki gayrı Rus yerli ahalinin mah-volup bitmesi ve kalanlarının da Rusluğa asimile edilmesinin tabiî bir kanun olduğunu ileri sürmüşler; Türkler, vaktiyle Aryanileri nasıl imha ve asimile etmişlerse, bugün de Ruslar’ın Türkleri yokedeceklerini alenen yazmışlar; Markoff Vtoroy ise “Kazak-Kırkızlar Çingiz ve Te-mür’ün torunlarıdır. Bunun için Amerika Kızılderililerine ne gibi muamele yapılmışsa, biz de KazakKırgızlar’a öyle muamelede bulunmalıyız” demekten çekinmemiştir. (A.Z.Velidi Togan, Türkistan, s. 304305). Gerçi Remüzoff, Yadrintseff, Potanin ve Barthold gibi bazı vicdan sahibi kişiler, bu görüşlerden sadece Orta Asya’daki yerli halkın tıpkı Kızılderililer gibi imha edilmesinin doğru olmayacağını savunmuşlardır ama onlar da “Göçebe halkların medeniyete imtisal cihetinden Batılılardan geri ve kabiliyetsiz olmadıklarını” savunarak, bu yüzden “asimile edilmelerinin”, yani Ruslaştırılmalarının daha doğru olacağını ileri sürmüşlerdir. Grumm-Grjimaylo G.Y. de yazdığı “Batı Moğolistan ve Uranha Ülkeleri” isimli üç ciltlik eserinde, aynı görüşü savunmuş ve bu toprakların bir zamanlar Aryanilerin mülkü olduğunu, bu yüzden Ruslar’ın atalarının topraklarına geri dönmelerinin anormal bir tarafı bulunmadığını dile getirmişlerdir.
- Radloff, F. Hirth, Franke, Denison Ross, David Christian, yukarıda ismi verilen zevat ve diğer Rus ve Avrupalı tarihçilerin genel görüşleri de bu yöndedir. Bunlar ve elinizdeki eserin müellifi Gumilev, Orta ve İç Asya’da Avrupai ırkın Mongoloid ırka galip gelerek, Türkler’in büyük çoğunluğunun Avrupai tip olmasına yol açtığını ileri sürerler. Bu, Avrasyacıların tipik bir nazariyesidir ve şovenizm sergilemenin dışında tutar tarafı yoktur. Çünkü bunlar, Türkler’i başından beri Mongoloid ırk kabul ettikleri için, 90’lı yıllarda Türkler’in Ural-Altay ırkından oldukları şeklindeki ilmî tezin müttefiken kabul edildiği döneme yetişememiş-lerdir.
Gerçi, yetişmiş olsalardı da fikirlerinde bir değişiklik olmazdı. Çünkü onlar, kendilerini otorite kabul ettikleri için, başka bir görüşe kulak vermezlerdi. Nitekim bizde de Halil Berktay ve benzerleri, Batılı ve Rus türkologların görüşlerini aynen tekrarlamış ve yanlış görüşlerini eserlerinin sonraki baskılarında düzeltmeye dahi gerek görmemişlerdir. L.N. Gumilev’u bir dereceye kadar bundan istisna edebiliriz. Onun da sebebi, -her ne kadar o da kitaplarında Marks ve Lenin’den bir iki alıntı yaparak, o dönemin gereğini yerine getirirse de,- bize göre, babasının Bolşevikler tarafından kurşuna dizilmesi, sırf anti-ko-münist bir babanın ve Tatar bir ananın oğlu olması yüzünden bütün kapıların yüzüne kapanıp, tahsil hayatını sık sık sekteye uğratması, defalarca tutuklanıp sürgün kamplarında çile tamamlamasıdır. Nitekim kendisi de vaktiyle yazdığı bir şiirinde, “Bana ülkemde hapis hayatı yaşatan böyle bir memleketi ve rejimi ben nasıl seveyim?” diyerek, bu öfkesini dile getirmekteydi. Yazarın anne tarafından bir Türklük şuuruna sahip olduğunu sanmam. İhtimal, annesi Anna Ahmeto-va’da dahi bu şuur yoktu. Gumilev ailesinin belki de bütün problemi Bolşevikler’le ters düşmüş olmasıydı. Netice itibariyle elinizdeki eserin, peşin hükümlü yaklaşılmadığı takdirde, Hunlar konusunda faydalı olacağı kanatindeyiz. Kitabın özellikle son kısımlarında geçen passioner enerji, passioner itki, ki-mera, simbioz, akmatik safha vb. gibi etno-sosyoloji kavramları için yazarın Etnogenez ve Hazar Çevresinde Bin Yıl adlı eserlerinden faydalanılabilir. Bundan başka, Rus tarihçiler ve bazı Batılı yazarlar, Asya Hunları’nı Hyung-nu, Batı Hunları’nı ise “Hun” şeklinde göstermek suretiyle, ikiye ayırırlar. Biz, bu ayırımı göz önüne almaksızın, kitapta Hyung-nu ve Hun kelimelerini müteradif olarak kullandık.