10 Eylül 1995’te yitirdiğimiz Prof. Dr. Oral Sander’in siyasi tarih alanına en büyük katkısı, konuyu çok geniş bir çerçevede ele almasıdır. Diplomat için “her şeyden anlayan kişi” tanımı da yapılır. Profesör Sander de diplomatik tarihi (siyasi tarihi) çok yönlü, disiplinlerarası bir çerçevede ele almıştır. Siyasi tarihi bir uygarlık tarihi, kültür tarihi temeline oturtmuştur. Oral Sander siyasi tarih ile tarih felsefesi ve uluslararası ilişkiler teorisi arasında da yakın bağlantı kurmuştur. Profesör Sander’in bu geniş bakış açısı çokyönlü kişiliğinin, derin kültür birikiminin, gerçek aydın kimliğinin sonucuydu. Yurtdışında önde gelen birçok üniversitede araştırmacı, konferansçı ve konuk öğretim üyesi olarak bulunan Oral Sander, ülkemizdeki seçkin öğretim kurumlarında da ders ve konferanslar verdi. Profesör, iki cilt olarak hazırladığı Siyasi Tarih kitabı ile ders ve konferanslarında ortaya koyduğu temel bilgi ve yorumlarını bir araya toplamaktadır. Kitap, bilgiye ve yoruma dengeli biçimde yer vermektedir. Böylece, bunlardan yalnız biriyle yetinmenin eksik, hatta yanlış olabileceğini de kanıtlamaktadır. Oral Sander iyi bir araştırmacıydı. Öğrenmeyi olduğu kadar öğretmeyi de çok severdi. Derste öğrencinin ilgisini canlı tutmakta gerçek bir üstattı. Bu kitap da hem siyasi tarih öğrencilerinin, hem de genel okuyucunun ilgisini çeken, yararlı bir temel başvuru kaynağı niteliği kazanmış durumdadır. Eski bir öğrencisinin “kitabı pek çok kez okudum; her defasında da yeni şeyler öğrendim” sözleri, kitabın değerini gayet iyi belirtmektedir. Kendisine belki de en çok muhtaç olduğumuz, en verimli olabileceği bir dönemde yitirdiğimiz Oral Sander kitaplarıyla hep bizimle yaşayacak… Bu kitap basılalı neredeyse üç yıl oluyor. Bir tarih kitabı için üç yıl hem kısa, hem de uzun bir süre olabilir. Eğer basıldığı andan bugüne dünya tarihini temelinden değiştirecek önemli olaylar olmuşsa, kitap eskimiş demektir. Son iki üç yıl içinde o kadar önemli olay o kadar ani biçimde ortaya çıkıyor ki, bir hafta bile bir tarih kitabını eskitebilir. Bu bakımdan, elinizdeki kitap da eskimiştir. Ancak, şunu söylediğinizi duyar gibi oluyorum: “Bu tarih kitabı zaten 1918 yılına kadar gelmektedir. Ne denli önemli gelişmeler olursa olsun, geçmiş olaylar değişmeyeceğine göre, kitabın da eskimesi söz konusu olamaz.” Yanlış! Geçmiş olaylar, “olay” olarak değişmez, ama o olayların yorumu değişir. Geçmiş olaylar anlamında tarih, “ölüdür”. Yaşayan ve gerçek tarih diyebileceğimizse yalnızca yorumdur ve bu yorum zamanın ileriye doğru akmasıyla, yeni bilgilerin edinilmesiyle, yeni bakış açılarının ortaya çıkmasıyla değişir. Bu söylediklerimden, üçüncü basımın, ilk ikisinden değişik olduğu ya da olması gerektiği anlaşılıyor. İki temel nedenden dolayı bu yanlış! Birincisi, kitapta önemli değişiklikler yapacak zamanı bulamadım. Bu, öznel bir neden; ama nesnel olanı da var. Şu günlerde dünya o denli birdenbire ve temelinden değişiyor ki, tarihçinin tarih kalıplarını yakalayabilmesi, bu kalıplarla geçmiş ile bugün arasında karşılaştırmalar yapabilmesi ve geçmiş tarihi yeniden yorumlayabilmesi olanaklı değil. Eski düzen yıkıldı ama yenisi kurulamadı; dünya da tam bir kaos yaşanıyor. Dolayısıyla, karmakarışık ortamda, çoğu yanlış çıkacak yeni değerlendirmelere girişmek yerine eskilerini sürdürmek daha iyi diye düşünüyorum. Bu tutum, belki de tembelliğimin saygın bir gerekçesi. Bilemiyorum. Bir tarih kitabının, üçüncü basımı yapması mutluluk verici. Hele Türkiye gibi çok az okunan bir ülkede şaşırtıcı. Ama bu mutluluğu, kitabın niteliğinden çok sınırlı sayıda da olsa okuyucunun heves ve bilgisindeki artışa bağlamak daha doğru olur. Bunu biliyorum. Oral Sander Ankara, Mart 1994 Tarihin ne olduğu ya da nasıl tanımlanacağı konusunda tam bir anlaşma yoktur. Her bilim dalında tanım vermek güç ve bir dereceye kadar yanıltıcı bir uğraştır. Tanım genellikle kolay anlaşılır ve açık seçik de olmaz; okuyucunun belleğinde kolayca yerleşemez. Çağdaş İngiliz tarihçisi A.J. Taylor, “Tarihçinin ana görevi, şu çocuksu soruyu yanıtlamaktır: Sonra ne oldu ve sonra kim geldi?” derken, basit ve anlaşılır bir biçimde, tarihte olayların önemini vurgulamaktadır. Tarihçi, öncelikle olayları ele alacak ve bu olayları kronolojik ve sistematik bir biçimde inceleyecektir. Kısaca, tarihçi çözümlemeden (analiz) çok, betimleme (tasvir) ile uğraşır. Önemli görevi, sayılamayacak kadar çok olan olaylar arasında önemli olanları bulmak ve inceleme için ayırmak, önemsiz saydıklarını ise elemektir. Bu açıklamaya katılmayan tarihçiler de var. Bunlar, tıpkı doğa bilimlerinde olduğu gibi, tarihte de çok sayıda ve değişik olaylar arasında nedensel yasaların bulunabileceğini öne sürerler. Ancak, tarihçinin asıl görevi, son derece karmaşık olan, aralarında yapısal benzerliklerin kolay kolay bulunamadığı değişik olaylar arasında zorunlu ve sıkı bağlantılar, evrensel geçerlikte yasalar bulmak değildir. Tarihin incelediği olaylar, kendi başlarına, kendi içlerinde anlamlıdırlar. Fizikte yerçekimi yasası, bir taşın düşmesi olayından daha açıklayıcı, değerli ve anlamlı olabilir. Ama, Napolyon’un 1812, Hitler’in 1941 Rusya seferleri, aralarındaki benzerlikler ne kadar çok olursa olsun, kendi başlarına gerçek, açıklayıcı ve daha da önemlisi anlamlıdırlar. Disiplinler arasında işbirliği ve işbölümünün son derece geliştiği bugün, tarihçinin ana uğraşısı, çok karmaşık olan, incelenmesi ve açıklanması uzun zaman alan tarihi olayları ortaya koymaya çalışmaktır. Bu açıdan tarihi, “geçmişteki insan davranışlarını inceleyen ve olayların yorumunu yapan bir bilim dalı” olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Dikkat edilirse tanımda “olayların yorumu” deyimi geçti. Bu deyim bizi tarihin yalnızca “olaylar”dan ibaret olmadığı sonucuna götürüyor.
Oral Sander – Siyasi Tarih 1 – İlkçağlardan 1918’e
PDF Kitap İndir |