Oya Boyla – Mobilya Tarihi

Mobilya yerleşik ve gelişmiş toplumlara ait bir üründür. Mobilyalar insanın günlük yaşamını kolaylaştıran eşyalardır. Çağdaş insan evde, işyerinde, taşıt araçlarında, otelde, hastanede, dükkânda, kısaca bulunduğu tüm mekânlarda mobilyasız bir düzeni düşünemez bile. Oysa dünyada bazı topluluklar hala ona gereksinim duymadan yaşamaktadır. Beş bin yıllık tarihine karşın birçok toplumda sıradan insanlar mobilya ile günümüzden ancak iki yüzyıl önce tanışmışlardır. Mobilya aslında yaşamsal bir gereklilik değildir ama kullanıldığı yerlerde insanlar için hep önemli olmuştur. Mobilyalar görünürde pratik yararlar sağlar. Yemeğimizi masada yeriz; eşyalarımızı dolaba koyarız; koltukta oturur, yatakta yatarız. Ama o eşyalar aslında başka görevleri de üstlenirler. Örneğin kişilerin başkalarının karışmaması gereken özel alanlarını belirlemede aracı olurlar. Küçük bir tabure bile üzerinde oturan kişinin o konumdaki dokunulmazlığını başkalarına iletmesini sağlar. Evde ya da iş yerinde bazı oturma elemanları, masalar, dolaplar vb. tek bireyin tasarrufundadır; başkaları o eşyadan yararlanamaz. Kamusal alanlarda da bu hak geçerlidir: bir mobilyanın -ör. otobüste oturulan koltuk- ve kapladığı alanın kullanan kişiye ait olduğuna saygı gösterilmesi gerektiği herkesce kabul edilir.


Mobilyanın görevleri içinde en önemlisi ve en eskisi sahibine kazandırdığı saygınlıktır. Tahtlar kralların yüceliğini vurgulamak için kullanılırdı. İyi mobilya hep üstünlüğün bir göstergesi olmuştur. Ülkelerin başka ülkeler önünde saygınlığını pekiştirmek üzere sarayları hep en güzelleri donatmıştır. Bugün bile evimiz ve işyerimizdeki mobilyalar günün modasına uygunluğu, gösterişi ve değeri ile toplum içindeki konumumuzu kanıtlayan araçlardandır. Diğer yandan mobilyalar bizim de başkalarını tanımamıza aracı olur. Çünkü kişilerin karakteri, eğitimi, inançları, mali durumu vb. hakkında ipuçları verirler. Bu açıdan geçmiş dönemlerdeki toplumların günlük yaşamı, sosyal ilişkileri, ekonomik güçleri, teknolojik becerileri ve daha birçok özellikleri üzerinde bilim adamlarına yol gösteren önemli belgelerdir. Mobilya yapımında çok sayıda malzeme sınırsız çeşitlilikte işlemle biçimlendirilir ve süslenir. Her dönemde tasarımcıların ve ustaların yaratıcılığını ve becerisini sergilemesine aracı olmuştur. Ortaya çıkardıkları eşyalar ise kendilerinin olduğu kadar sahiplerinin ince zevkini ve sanatseverliğini sergilerler. Mobilyalar başka dallarda çalışan sanatçılara da olanak sağlamışlardır. Ressam ve heykeltıraşlar başka yerlerde ifade etmelerine olanak bulamadıkları bazı konuları mobilyaların üzerine işlemişlerdir. Mobilya hep değeri yüksek bir ticari mal olmuştur.

Geçmiş dönemlerde varlıklı kesim bu alandaki harcamalarına sınır tanımayabiliyordu. Örneğin 14.Louis’nin iç mimarlık ve mobilya harcamaları Fransız hazinesini zora sokmuş, bıraktığı borçlar ancak bazı sömürgelerin elden çıkartılması ile ödenebilmişti. Bunun karşılığında mali baskı altında bulunmayan, geçim sıkıntısından arındırılmış mobilya ustaları sanatlarını büyük bir özgürlük içinde uyarlıyor, en değerli malzemelerle başeserler meydana getiriyorlardı. Endüstrileşme ile birlikte daha geniş tüketici kitlelerini memnun etmek durumunda kalan mobilya yapımcıları tasarımda ekonomik faktörleri göz önünde bulundurmak zorunluluğunda kalmışlardı. Giderek ince işçiliğin yerini daha ucuz teknolojiler, değerli malzemelerin yerini de taklitleri almıştır. Kullanışlılık, dayanıklılık ve bakım kolaylığı daha çok aranır olmuştur. Ama yine de bir mobilyanın bulunduğu ortama uyum sağlaması yanında, tasarımının görsel olarak beğenilmesi en çok önem verilen özelliğidir. Günümüzdeki mobilyalar yalnız geçerli zevk ortamına uygun olması ile değil, tasarımcısının ve üretimci firmanın ismi ile de değer kazanmaktadır. Mobilyalar insanın günlük yaşamının bir parçasıdır. Bu açıdan eski dönemlerin mobilyaları ancak ait oldukları bölgenin ve zamanın toplumsal yaşamı, teknolojisi ve sanat ortamı çerçevesinde anlaşılabilir. Bugünün değer yargıları ile geçmişte yapılan ürünlere eleştiri getirmak, onları kulanışlılık ya da estetik açıdan yargılamak gerçekçi değildir. Rönesans’tan itibaren büyük kentlerde isim yapmış deneyimli ustalar varlıklı kişilere hizmet verirken taşra kentlerindeki zenginler gezgin kalfalar ve yerel ustalardan yararlanıyorlardı. Saraylarda doğan modalar taşraya biraz geç ulaşıyor ve gereksinimlere göre değiştiriliyordu. Taşra mobilyası genellikle daha ucuz malzemelerden ve kaba bir işçilikle yapılmış olurdu.

Köylüler ise kendi mobilyalarını kendileri üretirlerdi. Onların mobilyaya bakış açısında kullanışlılık önemliydi. Genellikle bahçelerindeki ağaçlardan yararlanırlardı. Modaları pek izlemezler, biçimlendirmede daha çok bulundukları bölgenin geleneklerine uyarlardı. Biçimlendirme ve işçilikte yapmacıksız ama özenli bir tutum sergilerler ve kendileri için anlam taşıyan alçak gönüllü süslemeler yaparlardı. Görüldüğü gibi bir tek dönemde bile yaşam koşullarına ve ekonomik olanaklara göre çeşitlilik gösteren ürünlerin tarih boyunca birbirinden çok farklı ortamlar için tasarlanması yadırganamaz. Ülkemizde mobilyalı yaşam, Dolmabahçe Sarayı’nın 19.yy. ortalarında yapılmasından sonra seçkin çevrelerde ve devlet dairelerinde başlamıştır. Bulunduğumuz coğrafyada daha önce mobilya büyük kıyı şehirlerine yerleşmiş yabancıların konutlarında, ibadethanelerinde, elçiliklerde ve bazı okullarda bulunuyordu. Bir de Topkapı Sarayı’na Batılılar tarafından hediye olarak yollanıldığı halde saray halkı tarafından pek benimsenmeyen örnekler vardı. Geleneksel Anadolu evinin kurgusu mobilyaya gereksinim bırakmadığı için halkın büyük bir kısmı bu eşyaya yabancıydı. Mobilya’ya ilgi ancak Cumhuriyetten sonra arttı ve küçük atölyelerde yaygın olarak üretilmeye başlandı. Türk mobilya tasarımı kendine özgü bir gelişim gösterdi ve ancak 2000’li yıllarda dünya ile kaynaşmaya başladı. Bu gelişimin ancak kendi içinde bir çalışmanın konusu olabileceği kanısındayız.

İnsanoğlunun yaşam biçimi ve tüm davranışları, binlerce yıldan beri gelişen bir oluşumun sonucudur. Buna bağlı olarak kullandığı eşyalar da birden tasarlanmış şeyler değildir. Bizler çevremizdeki eşyaları fazla düşünmeden hep orada varmış gibi kabul ederiz. Oysa onlar tarihsel gelişimleri içinde milyonlarca insanın yaratıcı gücü ile bugünkü biçimlerine ulaşmışlardır. Böylece örneğin atalarımızın oturmak için kullandığı ağaç kütüğü ya da kaya parçası bugünkü yüksek teknoloji ürünü iskemle ve koltuklara dönüşmüştür. Eşyalara verilen biçimlerin gelişim süreçleri, zaman içinde herbiri başka bir toplumun yaşam özelliklerini ve düşünce yapısını yansıtan küçük halkaların birbirine eklenmesi ile oluşan bir zincire benzetilebilir. Bu zincirin halkaları hem bir öncekine benzer hem de bir sonrakine bazı nitelikler aktarır. Metinde her dönemin mobilyası kendine özgü sosyal, kültürel ve ekonomik yapı içinde açıklanmaya çalışılmıştır. Tasarım genelde bir bütündür. Küçük kullanım araçlarından kent tasarımına kadar geniş bir alanı kapsar. Tümü aynı etkilerle biçimlenir ve gelişir. Bu çalışma mobilya ile sınırlandırılmıştır; ancak yazılanların büyük bir kısmı başka tasarım dalları için de geçerli olabilir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir