Raif Karadağ – Muhteşem İmparatorluğu Yıkanlar

Dünya’da petrol denen ham maddenin mevcudiyetinin, siyasî hadiselere tesirlerini hasbelkader tetkik mecburiyeti, bizi Türk tarihinin bilhassa yakın saϔhasının içine girmeğe mecbur etmiştir. Bu mecburiyet, Türk tarihi bakımından bizi dehşete düşmeğe mecbur eden bir takım pek ciddî hadiselerle karşı karşıya getirmiştir. Ve bütün bu tetkiklerimizi 30 yıldan fazla bir zaman içinde yaptıktan sonra ilk eserimiz olan PETROL FIRTINASI adlı eserimiz ile, ŞARK MES’ELESİ adlı eserimizi Türk eϔkârının engin müsamaha ve tetkikine arzetmiştik. Fakat bu tetkiklerimiz sonunda öğrendik ki, Türk tarihi henüz yazılmamıştır ve gerek memleketimizde, gerek memleketimizin dışında okutulan veya öğretilen Türk tarihi, maalesef, Türk’e düşman çevrelerin belli bir takım gayeler sonunda yazdıkları veya yazdırdıkları Tarihlerdir. Biz, bir tarih yazdığımız iddiasında veya cür’etinde değiliz. Ancak tetkik edebildiğimiz kadarı, ile, dehşete düştüğümüz fahiş yanlışların bir kısmını olsun düzeltebilmek iyi niyeti ile kalemi elimize atmış ve bir iki tecrübeye girmiş bulunmaktayız. Türk tarihi elbette yazılacak ve bir gün bu tarihi yazacak olan müverrihler, ortaya çıkacak acı hakikatlar önünde hem kendileri hayrette kalacaklar, hem de fahiş hataları önüne koyacakları Türk milletini dehşete düşüreceklerdir. -5-⇧ Biz, bu fahiş hatanın, daha doğru tabiri ile; bile bile devam eden bir yanlışın elimizden geldiği, kadar tashihi yolunda bir deneme yaptık. Ne derece muvaffak olduğumuzu okuyucunun takdirine terk ettiğimiz bu tarih hatası SULTAN ABDÜLAZÎZ’in HAL’i ve KATLİ hâdisesidir. Bugüne kadar böylesine bir hatanın israrla devam ettirildiğini, öyle zannediyoruz ki, dünya milletlerinin hiç birisinin tarihlerinde bulmak mümkün değildir. Nihayet mazlumların, katiller ve hainlerle yer değiştirdikleri; bu hâdisedekine benzer şekilde bir ikinci misal de bulmak zannımızca, imkânsızdır. Elde mevcut vesikalar pek yanlış değerlendirilmek sureti ile işlenen bu fahiş hata, öyle zannediyoruz ki, Türk milletinin talihi ve târihi seyri üzerinde çok menϔi tesirler icra etmiş ve etmekte devam edegelmiştir. Bugün dahi aynı hatalar üzerinde israrla durmaktayız ve bu israrın pek tabii neticesi olarak da Türk Milleti, yanlış tarihi bilgiler üzerine bina ettiği devletini ve kendi belini bir türlü doğrultamamaktadır. Biz şuna kaniiz ki, bir millet eğer tarihini bilmiyorsa, eğer tarihi yanlış öğretiliyor ve bilerek başka bir istikamete sevkediliyorsa, o millet için çöküş mukadderdir. Pek geriye değil, fakat 100 yıl evveline dönüp baktığımız vakit, Türk devletinin, OSMANLI adı altında dünya siyasî haritasında işgal ettiği yerleri dehşet ve ibretle görürüz.


Üç kıt’aya yayılmış devâsa bir imparatorluktan, dünyanın en kudretli iki donanmasından birisine sahip olduktan, dünyanın en modern harb tekniğine göre hazırlanmış ve devrinin bütün askerî otoritelerin gıptasını çekmiş kudretli bir orduya sahip bir devletten geride kalanlarla meydana gelmiş küçük bir devlet durumuna nasıl indirildiğimizi anlamak cidden pek zordur. Aklın ve idrakin reddetmeğe daima meyyal bulunduğu bu anlamak keyϔiyetini, derinlemesine inmedikçe, Osmanlı ciddisurette tetkik edilmedikçe tesbit etmek asla mümkün değildir. -6-⇧ Biz işte bu ANLAMAK keyϔiyetini yerine getirmek için bu tecrübeyi yaptık ve SULTAN ABDÜLÂZİZ HAN’ın Hal’i ve Katli hadisesini ele aldık. Zira bu mevzu üzerinde, Türk milletinin selâhiyetli bildiği zevatın hemen hepsinin yazdıkları, birbirlerinin devamı veya teyidi mahiyetinde olarak daima bir istikamette gelişmiş ve hepsi bir noktada ittifak etmişlerdir. SULTAN ABDÜLÂZİZ KATLEDİLMEMİŞ, İNTİHAR ETMİŞTİR. Biz, bu iddianın karşısına çıkmış tek insan değiliz, bizden evvel de bu iddianın karşısına çıkmış olanlar bulunmuş ve iddialarını isbat etmek için gayret sarfetmişlerdir. Onların bu gayretleri bir çok vesaikin gün ışığına çıkmasına yardımcı olmuş, böylece bu vesikaların ışığında yaptığımız tetkik; bizi, hadisenin mahiyetini tamamen değiştiren bir neticeye götürmüştür. SULTAN ABDÜLÂZİZ HAN İNTİHAR ETMEMİŞTİR, fakat KATLEDİLMİŞTİR. Bu kitabımızda göreceğiniz vesikalar, bu vesikaların ışığında ileriye sürmeğe cür’et ettiğimiz mütalealar öyle ümit ediyoruz ki, okuyucuyu tatmin edecek ve bizim vardığımız neticeye, bu kitabı okuyan her okuyucu da iştirak edecektir. Katil hadisesini intihar’a tebdil etmek için düzenlenen yanlış ve maksatlı rapor, Serasker’in bir padişah cesedi başındaki küstahlığı, sarf ettiği sözler insanı dehşete düşürecek bir takım tezahürlerdir. Bizim hiç kimseye ne düşmanlığımız, ne de bir başka cepheden kinimiz yoktur. Bu sebeple kitabımızda sık sık rastlanacak HAİN, ÇETE gibi sıfatları okuyucunun çok görmeyeceğini ümit etmek isteriz. Çünkü ortada bir olay vardır. DEVLETE İHANET edilmiştir ve bu ihanet sonunda da TÜRK devletlerinin en ulusu, en muhteşemi dize getirilmiştir. DEVLETE İHANET edilmiştir ve bu ihanet sonunda da TÜRK devletlerinin en ulusu, en muhteşemi dize, getirilmiştir.

Sadece dize mi getirilmiştir? Hayır… dize getirilmekle kalınmamış, parçalanmış, tarumar edilmiş ve daha, dün denecek kadar yakın bir geç- -7-⇧ mişte dünya siyasetinde kendisinden, (ACABA O NE DER?) diye bahsedilen koskoca devlet, sözü edilmez, küçük bir devlet menziline indirilmiştir. Bu devleti, ilhamını dışardan alan bir takım hareketlerle parçalayanlar hakkında elbette HAYIRHAH OLACAK DEĞİLİZ. Ve sadece bu sebeple de onlara gerçek sıfatları ile hitab etmek isteyecek ve bunu bir vatan borcu olarak yapacağız. İster dünün, isterse bugünün devletine, Türk’ün devletine yabancı telkinleri ile karşı çıkanlar, onu yıkmak isteyenler tek kelime, ile tavsif edilirler. İHANET… Biz de bu ϔiili işleyenleri aynı sıfatla andık ve anmakta devam edeceğiz. Okuyucunun bizi affedeceğine inancımız sonsuzdur. OSMANLI İmparatorluğunun son bir asırlık siyası̂, iktisadı̂ve içtimaı̂hayatı sarih olarak göstermiştir ki, Türkler olmadıkça İslâmiyet payidar olamaz. Bu bakımdan İslâmiyetin yegâne istinadgâhı olan Osmanlı İmparatorluğunu her türlü terakki ve ilerlemeden mahrum bırakmak, iktisaden çökertmek, içtimaı̂ sahada da temeline dinamit koyarak bunu ateşlemekten başka çıkar yol yoktu. Avrupa, daha doğru tabiri ile hıristiyan âlemi ve bilhassa Rusya ile Fransa bunu böyle düşünüyorlar ve bu hususların tahakkuku için azami derecede Osmanlı İmparatorluğu aleyhine çalışıyorlardı. 19. asır tarihi, Fransa ile Rusya arasında Osmanlı İmparatorluğunu yıkmak için yapılan bir çok anlaşmalarla doludur. Bu hususu bilmezlikten gelmek, halen içinde bulunduğumuz buhranlı günlerin Türkiyeyi nerelere kadar götürmekte olduğunu anlamamak demektir. Dün Deli Petronun vasiyetine sıkı sıkıya sarılmış olan Çarlık Rusyası diplomasisi, sıcak denizlere inmek -9-⇧ için sarfettikleri bütün gayretlerin, hatta en zayıf zamanında dahi Osmanlı İmparatorluğu tarafından akamete uğratıldığını müşahede etmiş ve bu devleti çökertmek, siyası̂haritadan kaldırmak için bütün güçlerini seferber etmişti. Rusya bunu böyle yapmak için kendisini haklı çıkaran bir takım gayri mantıki sebebler ortaya koymakta idi. Bunların başında Boğazların Türk hakimiyeti altında bulunuşu kendilerince en büyük bir sebeb olarak mütalâa edilmekte idi.

Rusya genişlemek, dünya ham maddelerine sahip olmak, büyük, cihanşumul bir imparatorluk kurmak ve dünyayı kendi hegemonyasına tabi bir duruma sokmak hülya ve emeli peşinde koşmakta idi. Bu Rus plânının da tahakkuku için sıcak denizlere, dünya medeniyetinin tarih boyunca geliştiği Akdenize inmek başlıca hedefi olmuştu. İşte bu siyası̂hedeftir ki, Rusyayı, Osmanlı İmparatorluğu aleyhine her teşebbüste daima başta bulunmağa sevketmiştir. Rusyanın, Osmanlı İmparatorluğuna müteveccih bu hasmane ve düşmanca siyaseti yanında bütün bir Avrupa, hasta adam adını verdikleri Osmanlı İmparatorluğunu parçalamak, onu yok etmek için elbirliği yaptılar. Aslında Avrupa devletlerinin bu birleşmesi, asırlardan beri devam edegelmekte olan Ehlisalibin devamından başka bir şey değildi ve Osmanlı Türk İmparatorluğunun kat’i olarak parçalanmasını da Salib, hilâle karşı Berlin muahedesi ile elde etmiş bulunuyordu. Her türlüterakki ve gelişmeden, kasden mahrum edilen, iç işlerine her gün artan bir hırs ve kinle saldıran Salib, dünyanın dörtte biri üzerinde yayılmış devasa bir İmparatorluğun üzerine bütün kudreti ile saldırmış, o muhteşem İmparatorluğu, İslâmın tarih bo- -10-⇧ yunca koruyucu ve yüceltici bulunan Müslüman Türk’ün devletini çökmeğe mahkûm etmek hususunda Rusya’ya azami müsamahayı göstermişti. Tarihlerimizde meş’um bir sahife olan 93 yani 1877/1878 Türk-Rus harbine bu maksatla göz yumulmuş, fakat Rusyanın beklenmeyen ani ve Osmanlı İmparatorluğunun izmihlâline yol açacak muzafferiyeti üzerine galib Rus orduları (Ayastefanos) Ye şilköy önlerinden yine Salib tarafından geriye çekilmeğe mecbur edilmişti. Osmanlı İmparatorluğunun üzerine yığılan bütün bu beliyyeler hep Salib zihniyeti ile harekete geçirilmiş olan Berlin muahedesinin tabii bir neticesi idi. İşte böylece bir zamanların en adil insanlarının hükmettiği, en adilâne bir idarenin hâkim olduğu ve sadece insanlığa hizmet ϐikrinin yerleştiği bu topraklarda bir kere daha Salibin korkunç ve iğrenç yüzünü 400 milyona yakın müslümanın kalbi mesabesindeki İstanbul semalarında göstermesine yol açmıştı. Salibin hilâle hıncı ve kini bitmemiştir. İşgâl edilen vatanı Macaristandan, iltica ettiği A. B. Devletlerine adımını atar atmaz daha ayağının tozunu aldırmadan bir kitap yazan Stefan Zweig, Türkçeye “Tarihte y ıldızın parladığı anlar” adı ile tercüme edilmiş bulunan kitabında bu salib ϐikrini en açık ve reddi imkân dahilinde olmayan bir vakıa olarak ortaya koymaktadır. Muharrir bu eserinin birinci bahsi olan İstanbulun fethi kısmında salibi dile getiriyor ve bütün ehlisalibi seferberliğe çağırıyordu. Stefan Zweig diyor ki, “Ey hıristiyanlık.

Ey Salibe bağlı olanlar uyanınız. Barbarların Ayasofyadan indirdikleri altun haç yerde sürünmektedir. Bu altun haçı oradan kaldırmak yerine koymak zamanı gelmiştir.” -11-⇧ İşte bu da gösteriyor ki, Salibin Hilâle karşı hıncı dinmemiş, kin ve gayzı devam etmektedir. Demek oluyor ki, dün Osmanlı İmparatorluğu hangi şartlar altında yıkılmış ise, bu şartların başında salib ne derece ehemmiyetli bir yer işgal etmiş ise, bugünküTürk devleti de o derece tehlikelerle çevrili bulunmaktadır. Berlin muahedesi, Osmanlı İmparatorluğunun sadece ölüm fermanını imza etmekle kalmamış, aynı zamanda bu devletin nasıl parçalanacağını da sarahatla ortaya koymuştu. Osmanlı İmparatorluğu ne yapsa nasıl tedbir alsa faydasızdı. Bir kere Salib hilâli idama mahkûm etmişti ve bu hüküm infaz edilecekti. Onun içindir ki, Balkanlar, Girid, Makedonya dev orduların iştihasını çeken birer av olmuşlar fakat kendi aralarındaki iktisadı̂ rekabetlerden dolayı bu orduları harekete getirmemişlerdi. Bu işi yapmak için kendilerince muvafık görülen ve Osmanlı İmparatorluğu hududları içerisinde rahat ve huzur içerisinde yaşayan Balkanlı halkları kullanmışlardı. İşte bu andan itibaren Balkanlar ve Osmanlı İmparatorluğunun bir çok kısmı kan ve ateş içine atılmış, zavallı Müslüman Türk’ün kanı oluk gibi akıtılmıştı. Avrupa memnun ve mes’ud, bir milletin boğazlanmasını seyrediyordu. Odžyle ya! dökülen kan Müslüman Türkün kanı idi. Bunun ne ehemmiyeti olabilirdi. Bir Bulgar veya Sırp komitacısının bir Yunan Kaptan’ının Müslüman Türk cesedleri üzerinde şarab içmesi, medenî Avrupayı sadece memnun edebilirdi.

Zira ölenler Müslüman Türklerdi. An’anelerimize göre en mukaddes varlık telâkki ettiğimiz kızlarımızın bekâretlerinin ağzı salyalı hoyrat çobanların, gözü dönmüş komitacıların gözleri -12-⇧ önünde ve hora teperek kirletilmesi, bu medeni Avrupayı asla alâkadar etmemekte idi. Zira namusları payimal edilenler Türk ve Müslümandı. Bir milletin asırlar boyunca vatan edindiği topraklar üzerinde giriştiği her türlü imar ve iskân hareketi bir takım katillerin canavarca tecavüzlerine hedef olmuş, asırların meydana getirdiği ümran tahrib edilmiş sanki ne olurdu? Bu husus da medeni Avrupayı alâkadar etmiyordu. Zira bu muameleye hedef olanlar Salibiyyundan değillerdi. Günlük ibadetlerinde ve camilerde bulunan Türklere ellerinde dinamit ve bombalarla saldıran, Allah’a ibadet eden Türkleri topyekûn imha eden caniler, Avrupan ın takdirlerini kazanıyorlardı. Zira Berlin muahedesi onlara, hilâle karşı giriştikleri her harekette serbest olduklarını ilân ediyordu. Bütün bunları düşünmek, tasavvur etmek bile insanlık için bir yüz karasıdır. Ve bu yüz karası, medeni Avrupanın teşvik ve yardımları ile yapılmakta idi. Ehlisalibin mümessili Avrupa, bütün bu hâdiseler karşısında susuyor, Osmanlı devleti bu cinayetleri, insanlık dışı bu canavarlıkları tedib etmek için harekete geçtiği anda da elinde bir islâhat projesi ile Müslüman Türk devletinin karşısına çıkıyor ve şekavet erbabını himaye ediyorlardı. Girit’te tatbik edilen ıslahatın ne olduğu ortadadır. Bütün plânları, Osmanlı İmparatorluğunun kolunu kanadını kırmak ve vakti gelince bu devleti kolu kanadı kopmuş bir kuşa çevirmek için ortaya atılmış sun’i tedbirlerdi. Onların hedeϐi, asıl maksadı, Türk’ü İslâmiyetten uzaklaştırmak, Hilâfeti koğmak ve dünya müslümanlarını başsız bırakmaktı. Bu bakımdan İstanbul, -13-⇧ dünya hilâfetinin merkezi olan bu şehir, Türklerden alınacak ve böylece İslâmiyet başsız bırakılacaktı.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir