Baruch Spinoza – Etika

Bu büyük eseri birkaç satırda özetleme iddiasından uzağız. Bu nunla birlikte, belirli noktalarını işaret için göstermemiz gerekir ki, Spinoza’nın açıklamasında tuttuğu sıraya rağmen, hakiki başlangıç noktası Descartes’tan ya da başka bir yazardan çıkarılmış bir cevher teorisi veya fikri değildir. (…) O kendi duygulan ışlarının şuuruna sahiptir; nitekim, bir Bedeni olduğunu ve Beden hayatının hangi şartlarda sürüp gittiğini gözlem ile bilir. Fakat bu bir çeşit bilgi ise de, son derece eksik ve kederli bir bilgidir, kederlidir, çünkü eksiktir; şuur edinmek, gerçi insan için ıstırap çekmek değilse de, hiç değilse edilgin olmak, zor altında bulunmak, güdülmek, çoğu kere yük altında kalmaktır. Filozofun elinde, kurtulmak için nasıl bir araç vardır? Onun işi, hayatını bir araya getiren arazlardan, asıl kendi varlığını meydana getirmektir. (…) Ancak bu amaca ula şmak için evrenle bağlılığına göre savunduğu bir bilgi ona mutlaka gerekecektir; buradan, önce bu evreni cevherindeki birlik ve tavırlarındaki çokluk içinde kavramak zorunluluğu çıkar. Etika, bir kelime ile, bizi şuurdan kendi kendimizin bilgisine, Tanrı bilgisini de kuşatan bilgiye yükseltir, bunun için sentetik bir açıklamada önce Tanrıdan söz etmelidir. Hilmi Ziya Ülken. Klasikler serisinin felsefe klasikleri bölümünden Spinoza’nın Ethica’sının çevirisini Etika adı ile veriyoruz. Çağdaş felsefenin iki büyük metafizikçisinden biri Leibniz ise, öteki Spinoza’dır. Eskiden beri Hollandalı büyük filozof, Descartes’çı felsefenin en önemli kişilerinden biri olarak tanınır. Descartes’in açtığı çığırı ileri götürenlerden Spinoza ve Leibniz birbirlerinden büsbütün ayrı yönlerde ilerlemiş oldukları için, onlara artık kelimenin tam anlamıyla Descartes’çı demeye bile imkân yoktur. Spinoza, geniş kamutanrıcı (panthéiste) görüşü içinde maddeciliği ve ruhçuluğu birleştirmesi bakımından birbiriyle karşıt birçok düşünce yollarının birleştikleri nokta ve yine kendisinden birbirine aykırı yolların doğduğu büyük bir başlangıç noktası olduğu için, kendi cinsinde tek ve örneksiz bir filozoftur. Yahudi ve İslam felsefesinde birçok panteist düşünürlere rastlamakta alanında açtığı buhran daha o zamandan beri Leibniz felsefesiyle arasında uzlaşmaz bir ayrılığın doğmasına kapı açtığı gibi, günümüzde de lojistik’in gelişmesi Spinozacılığa karşı saldırışların gittikçe daha kuvvetlenmesine meydan verdi. Kant’dan sonra bütün Alman idealizmi, gözlerini yeniden Spinoza’ya çevirdi.


Kant’ın olumsuz bir kavram yaptığı Noumene, yani mutlak alanına ait sonuçsuz araştırmaları, “mutlak”a sokulmak için Spinoza’nın cevher kavramını idealist bir gözle yeniden ele almak cesaretini uyandırdı. Schelling objektif idealizminde, Hegel mutlak idealizminde Kant’ı Spinoza ile tamamlamaya çalıştılar. Mendelssohn ve Jacobi idealist metottan yola çıkarak, oradan yeni bir mutlak metafiziğine geçmeyi denediler, fakat on dokuzuncu yüzyıldan sonra materyalistler kendilerine Spinoza’da başlangıç noktası aradılar. Ernst Haeckel ve Karl Moleschott gibi o dönemin bütün maddeci monistleri Spinoza’nın mutlak, sonsuz ve zorunlu cevherinde madde ve kuvvetin temellerini bulduklarını ileri sürdüler: Bugün de yine diyalektik maddeci felsefe kendisine orada kökler bulduğu kanısındadır {3} . Burada Spinoza felsefesinin hangi yoruma daha elverişli olduğu noktası üzerinde tartışmaya girişecek değiliz. Böyle bir soru, filozof üzerinde başlı başına bir inceleme konusu olacak kadar geniştir. Ancak, onun fikir tarihindeki önemini belirtmek, modern düşüncenin gelişmesinde oynadığı büyük rolü göstermek için, kendisinin önceden birleştirdiği théologique felsefe, Descartes felsefesi, Hobbes’un maddeciliği ve Giordano Bruno sistemi gibi birbirine bu değin karşıt düşünce yollarını göstermek, yine kendisinden doğmuş olan -yukarda belirttiğimiz- türlü felsefeleri hatırlamak yeter sanırız. Bizde Spinoza’dan ilk önce Rıza Tevfik “Mebhası Marifet” ve “Kamus-u Felsefe”de söz etti. Baha Tevfik “Felsefe Mecmuas ı”nda on dokuzuncu yüzyıl materyalistlerine ait çevirilerinde “Vahdet-i mevcut” ile “Vahdet-i vücut”u karşılaştırırken dokundu. Ferit Kam “Vahdet-i vücut” adlı kitabında Spinoza’nın panteizmi ile mutasavvıflar arasında ilk önemli karşılaştırmayı yaptı. Biraz önce söylediğimiz gibi, İsmail Fenni, bu karşılaştırmayı derinleştirdi. Şu kadar var ki, Hollandalı filozofun hiçbir eseri Türkçe’ye çevrilmiş olmadığı gibi, o eğilimde bir Türk düşünürü de çıkmış değildi. 1921’den sonra İstanbul Edebiyat Fakültesi ahlak profesörü M. İzzet, Alman idealizmi ve yeni-Hegelcilik yolunda verdiği derslerinde ilk önce Spinoza sistemine yaklaştı. Bu etki M.

İzzet’in “Büyük Adamlar ve Çağdaş Hayat” adlı incelemesiyle “Milliyet Teorileri ve Millî Hayat” konusundaki kitabında duyulmaktadır. 1934’te İstanbul Universitesi’nin bazı doçentleri tarafından Türkçe’ye çevrilen felsefe okuma örnekleri arasında Suut Kemal Yetkin’in çevirdiği Etika’nın birinci kitabı da bulunuyordu. Böylece, Türkçe’de Ethica çevirisine ait ilk denemeye girişilmişti. O zamandan beri de çağdaş felsefe klasiklerinin dilimize çevrilmesi günden güne daha zorunlu ve temelli bir iş haline gelmektedir. Biz ilk çeviriyi Latince’den Fransızca’ya ilk defa yapılmış olan Henri de Boulainvillier çevirisinden yaptık. Bu ikinci çeviriyi ise doğrudan doğruya Charles Appuhn’un çok daha yeni olan ve Latince metinle birlikte yayımlanmış bulunan çevirisinden yapıyoruz {4} . Henri de Boulainvillier, çevirisini 17’nci yüzyıl sonlarında yapmış olmakla birlikte, eser ancak 1907’de F. Colonna d’Istria’nın kontrolü ve düzeltmeleri ile yayımlanmıştır {5} . En yeni çevirilerden biri de Pléiade serisinde çıkmış olan Roland Caillois çevirisidir {6} . Fakat biz bu çetin eserin anlaşılmasındaki yorum farkları yüzünden daha güç bir duruma girmemek için Appuhn çevirisini esas olarak aldık. Etika’nın yazılış tarihine ait notlar da ikinci çevirinin önsözünden alınmıştır. Spinoza’nın büsbütün kendisine vergi olan geometrik biçimde (more geometrico) bir uslamlaması vardır. Bu düşünce biçimi, eseri başka hiçbir yerde görülmedik soyut ve kuru bir şekle koymakta ve okuyucuyu ürkütmektedir. Fakat filozofun mantıki sistemi içerisine girildikten sonra, bu düşünce zinciri insanı kolaylıkla en son sonuçlarına kadar götürebilir. Bu metot, John Locke gibi büsbütün deneyden yola çıkan bir sisteme aykırı olarak, sırf akla dayanmakta ve analitik içsellik hükümlerine göre kurulmaktadır: Öyle ki, belirli bazı tümel önermeler kabul edildikten sonra, tıpkı geometride olduğu gibi, onlardan analitik bir tarzda bütün ötekiler çıkarılabilir; böylece de ilk tümel önermelere deneyden yeni hiçbir şey katmaksızın, sırf analiz yolu ile bütün bir varlık sistemi kurulabilir.

Fakat lojistik adı verilen çağdaş mantık gözünde bu analitik hükümler zinciri tautologie’den başka bir şey değildir ve bilgimize tecrübe alanında yeni hiçbir şey katmaz. Bundan dolayı, ne kadar mantıki kesinliği olursa olsun onunla fizik veya metafizik hiçbir şey kanıtlanamaz. Leibniz felsefesinin ileri götürülmesi yolunda elde edilen bu son hükümle Spinoza felsefesini kökünden yargılamak mümkündür. Kant’tan sonra göreci ( relativiste) bütün bilgi teorileri ve zamanımızda lojistik adı altında tanınan araştırmalar gözünde, Spinozacılığı böyle bir hükme bağlı tutmak kolaydır. Fakat, buna karşı herhangi bir metafizik eğilim, ya da diyalektik maddecilik ve yeni realizm akımları içerisinde Spinozacılık kendisine yeniden ateşli taraflılar bulabilecektir. Biz burada yeni felsefe terimlerimizle Etika gibi ağır bir eseri karşılamak işinde büyük güçlüklere uğradığımızı söylemeliyiz. Bu güçlükler, her şeyden önce yeni terimlerin böyle bir eserde şuraya buraya serpilmeyip, tıpkı bir geometri kitabında olduğu gibi sıkışık bir şekilde bütün kitabı kaplamış olmasından ileri geliyor. Ancak, okuyucu bu yabanc ı kavramlara ve yeni kelimelere alıştıktan sonra artık mekanik olarak ondan çıkan kavramları kolaylıkla elde edebilecek ve bu düşünce yoluna alışacaktır, ikinci güçlük yeni benimsediğimiz terimlerin her zaman eski felsefe kavramlarını ifadeye tam elverişli olmamasıdır. Diyelim, passion kelimesi yeni terimlerde Osmanlıca’daki ihtiras karşılığı tutku, ya da Aristo’daki anlamında edilgi ile çevrilmektedir. Aristo’dan beri eski felsefede passion ve action kelimelerinin bugünkü psikolojide anlaşılan şeklinden çok geniş bir anlamı vardır. Bu kelimeler genel olarak actif ve passif halleri ifade ettikleri ve Descartes’in Traité des Passions’una gelinceye kadar aynı anlam sürüp gittiği için bu yerde “pasif haller” klişesini kullanmayı ve yerine göre edilgi ve pasif hal kelimelerini birbirini açıklayacak şekilde değiştirmeyi elverişli bulduk {7} . Öte yandan terim kılavuzunda affection karşılığı benimsenen duygulanım kelimesini, bir hareketi gösterdiği için duygulanış diye kullanmayı doğru bulduk. Halbuki, Türkçe’de bu kelime yalnız duygusal hayatı göstermekte olduğu halde, Fransızca aslında affection herhangi bir madde üzerine bırakılan iz ya da tesir alışı kuşatmak üzere her türlü “tesir”i göstermektedir. Spinoza metafiziği gibi can ve teni, beden ve ruhu paralel iki âlem olarak alan bir felsefede her iki alan için kullanılan böyle bir kelimeyi sırf ruh alanına ait bir kelimeymiş gibi kullanmak oldukça tehlikeli ikiz anlamlara meydan verebilirse de, bu noktayı hep okuyucunun dikkatine bırakmak üzere, güçlüğü kabul etmek zorunda kaldık. Nitekim buna karşı, Spinoza’nın insan bedenini ve dış âlemdeki cisimleri ifade için yalnız le corps diye tek bir kelimesi olduğu halde, bunu yerine göre ten, beden, cisim gibi birkaç kelime ile çevirme imkânını bulduk.

Her dilin kendine göre özel karakterleri olduğu için, bir yanda kaybettiği nüans zenginliğini başka bir yanda kazanması ve bu yüzden çevirilere tıpa tıp uygunluğu koruyamaması kadar anlaşılır bir şey olmaz {8} . Böyle zorluklar karşısında bazı kelimelerin yanına zaman zaman Fransızca ve Latince asıllarını koymakla güçlüğün içinden çıkmaya çalıştık. Spinoza’nın Hayatı ve Eseri {9} Spinoza

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. Paylaşımınız için çok teşekkür ederim.