Mikhail Bakhtin – Karnavaldan Romana

Mikhail Bakhtin yazarlığının en erken döneminde, yani 1920’lerin başlarında yazdığı “Estetik Etkinlikte Yazar ve Kahraman” 1 başlıklı incelemede, insanın başkalarına nasıl göründüğünü görmek için aynaya bakmasının ne denli boş, hatta sahtekarca bir çaba olduğundan söz eder. Hiç kimseye aynada kendimize göründüğümüz gibi görünemeyiz çünkü aynadaki imge bir başkasına bakmayan, bir başkasının bakışını öngörmek ve yanıtlamak durumunda olmayan bir insanın imgesidir. Dışardan nasıl göründüğünü anlamaya çalışırken dışarıyı dışlamış birinin görüntüsü. Ne kadar gülümsese, kaş 1. Bakhtin, “Author and Hero in Aesthetic Activity”, Art and Answerability: Early Philosophical Essays by M.M.Bakhtin içinde, çeviren Vadim Liapunov (Austin, Texas, 1990). çatsa ya da dil çıkarsa da, dışarıdan bir bakışla etkileşim içinde biçimlenecek her türlü ifadeden yoksun kalmaya mahkum, eksik bir yüz. Öyleyse yalnızca başkalarına nasıl göründüğünü değil, düpedüz kendini göremeyen biri. Kişinin ancak bir başkası yoluyla kendini bir bütün olarak ortaya koyabildiği, öteki tarafından görülebileceğini bilmenin benliği tanımladığı, öznenin ancak özneler arası bir ilişki biçiminde varolabildiği bu fenomenolojik model Bakhtin’in uzun ve çalkantılı yazarlık yaşamı boyunca çeşitli değişimlere uğramış, birçok kez farklı terimlerle yeniden yorumlanmış. Ama yine de Bakhtin’in felsefeden dilbilime, edebiyat tarihi ve eleştiri kuramlarından teolojiye, toplum bilimlerine, psikanalize dek uzanan çalışmalarını gevşek ve çelişkili de olsa bir bütün olarak görmek için çok elverişli bir çıkış noktası oluşturuyor. Nitekim yaklaşık elli yıl sonra, 1970’te bir Sovyet gazetesinde yayınlanan bir söyleşide kültürler arası ilişkilerden ve farklı bir kültürü anlamanın koşullarından söz ederken yine aynı imgeleri kullanmış, yine aynı dışsallık, dışarıdan bir bakışın vazgeçilmez kavrayıcı, yaratıcı gücü üzerinde durmuş: Yabancı bir kültürü daha iyi anlamak için kendi kültürünü unutup bu yabancı kültürün içine girmek, dünyaya onun gözlerinden bakmak gerektiği yolunda çok güçlü ama tek taraflı, bu yüzden de güvenilmez bir düşünce var.


Elbette yabancı bir kültürün belli bir anlamda içine girmek, dünyaya onun gözünden bakma olanağına kavuşmak, onu anlama sürecinin gerekli bir parçasıdır; ama sözkonusu anlayışın tek boyutu bu olsaydı, bu anlayış yalnızca bir kopyalamadan ibaret olur, yeni ya da zenginleştirici hiçbir şey barındırmazdı. Yaratıcı anlama kendinden, zaman içindeki kendi yerinden, kendi kültüründen feragat etmez ve hiçbir şeyi unutmaz. Anlamak için, anlayan kişinin, yaratıcı anlayışının nesnesinin dışında konumlanmış olması son derece önemlidir. Çünkü insan kendi dış görünümünü bile görüp bir bütün olarak anlayamaz; hiçbir ayna ya da fotoğraf yardımcı olamaz ona bu konuda; gerçek dış görünümümüz yalnızca başkaları tarafından görülüp anlaşılabilir çünkü onlar mekan içinde bizim dışımızda konumlanmışlardır ve onlar başkalarıdır. 2 2. Bakhtin, “Response to a Question from Novy Mir (Novy Mir ‘in Bir Sorusuna Yanıt), Speech Genres and Other Essays içinde, çeviren Vern McGee, yayına hazırlayan Caryl Emerson ve Michael Holquist (Austin, Texas, 1986), s. 6-7. Kendini tanımlamak için gözlerini ötekine çevirmek, yabancı olanı anlamak için kendi konumuna sıkı sıkıya bağlı kalmak olarak özetleyebileceğimiz bu yaklaşım Bakhtin’in en erken yazılarında bile yalnızca insanlar arasındaki ilişkilere ya da mutlak öteki olarak tanrıyla insan arasındaki ilişkiye dair ahlaki bir ilke değildir. Her türlü bilmenin ön koşulu olarak ortaya koyulduğu için epistemolojik bir varsayımdır. Farklı kavramlar ve soyutlama düzeyleri, bilmenin bütün nesneleri, insanların farklı deneyim ve etkinlik alanları arasında da aynı karşılıklı dışsallık ve ötekilik ilişkileri geçerli olduğu için, bu anlayış aynı zamanda bir çözümleme yöntemidir. “Estetik Etkinlikte Yazar ve Kahraman”da, insanın varoluşuna ve yaşamın anlamlandırılabilirliğine ilişkin en temel sorunların bir yazarla kahramanı arasındaki ilişki bağlamında ele alınmış olması bir raslantı değil, tam da bu yöntemin bir uygulamasıdır. Yaşama ilişkin ve evrensel olan, farklı bir düzeye, kurmacanın aykırı alanına taşınıp onun son derece kendine özgü yapısal bütünlüğü ve işleyişi içinde ete kemiğe büründürülerek irdelenir. Edebiyatı bir yansıma olarak ele almaktan, bazı felsefi sorunları edebi metinler aracılığıyla irdelemekten, bu metinlere tematik yorumlar getirmekten farklı bir yöntemdir bu. Metnin dışında varolan bir soru metnin terimleriyle, onun iç yasalarına tabi kılınarak yeniden sorulur çünkü bu anlayışa göre, her düşünce, her gerçek, kendisi olmayanla karşılaşma, onun anlam dünyasında ifade edilme anında kendisini en doğru ve tam olarak ele verir. Bakhtin’in daha sonraki bütün yapıtlarında, bir yazarın özgünlüğünü bağlı olduğu gelenek, zamanı mekan, sanata özgü olanı gündelik yaşam, bireysel olanı toplumsal ilişkiler cinsinden anlayışında, bu ilk döneme özgü ben ve öteki diyalektiğinin uzantılarını bulmak mümkün. Örneğin “Romanda Söylem” başlıklı incelemesinin ilk cümlesinde amacının soyut “biçimsel” yaklaşımla aynı derecede soyut “ideolojik” yaklaşım arasındaki kopukluğu gidermek olduğunu belirttikten sonra Bakhtin’in yaptığı, içerikle biçimi birbiriyle ilişkilendirerek iki uç arasında bir orta yol önermek değildir. Bu iki kavram arasındaki ayrımı silip atmadan, sürekli olarak her birini diğeri cinsinden, her birini diğerinin yanıtı olarak ifade etme çabasına girişir. İncelediği her alanda, karşıtların birbirine dokunduğu, içiçe geçtiği, yüz yüze biçimlendiği, birbirine dönüşür gibi olup yine de özerk kaldığı “maksimum temas noktalarını” o alanın özgül dilinde adlandırıp açımlayarak ilerler Bakhtin’in düşüncesi.

Bu derleme için seçilen yazılarda incelenen alan edebiyat, tanımlanan maksimum temas noktaları tür, karnaval ve romandır. Edebiyatta özgün yaratıyla onu mümkün kılan verili anlam dünyası, tek bir söz edimiyle bütün bir dil, şimdiyle geçmiş, tür kavramı içinde birbirine dokunur. Karnaval, edebiyatla edebiyat dışının maksimum temas noktasıdır. Romandaysa tür ve karnaval kavramları kesişir. Edebiyat türleri de edebiyat dışı söz türleri de karnava- lımsı bir kural tanımazlıkla roman içinde birbirleriyle haşır neşir olur, çatışır. Bu içiçe geçiş ve kural tanımazlık zorunlu olarak her bir türün kendi bütünlüğünü ve kurallarını sarsar, geleneksel anlamıyla tür kavramının alaşağı edilmesine neden olur. “Roman diğer türlerin (tam da tür olarak oynadıkları rolün) parodisidir; biçimlerinin ve dillerinin uzlaşımsallığını açığa çıkarır; bazı türleri sıkıp dışarı atar, bazılarını yeniden formüle ederek, yeniden vurgulandırarak, kendine özgü yapısı içine katar.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir