Şâtibî – El-Muvâfakât

koymak istemiş, sonra bir rüya üzerine bunu değiştirmiş, kitabinda mâliki mezhebi ile hanefî mezhebini uzlastirmayi hedef aldigi için “uzlasilar, anlaşmalar” mânasinda elmuvâfakât ismini tercih etmiştir. Kitabin sonlarina doğru “ihtilafli konularda tercih” meselesini islerken fikihçilara, birbirine karsi edepli ve hoşgörülü olmayi tavsiye etmekte ve aksi davranisin giderek katila-san, taassuba düsen nesiller, taraftarlar yetişmesine sebep olacagini, bunun ise dinin yasakladigi tefrika ve bölünmeyi getireceğini etkili cümlelerle ifade etmektedir. Taklit ve taassupla ilgili su sözleri onun ilmî kişiliğine isik tutmaktadir: “…takva elbisesini kendine bir şiar kil, insafi elden birakma, hakki aramak mezhebin, hakki ehline teslim etmek prensibin olsun…taassup pinarindan sakin içme, konunun hakikati anlasildiginda onu kabul edip teslim olmaktan çekinme…” (tercüme, s.18-19). 2. Sâtibî’ye göre “ilimden maksat Allah’a kullukta bulunmadan başka birsey değildir. “Ser’î hükümlerin dünya hayatinda da faydayi hedeflediği konusu kesin delillerle sabittir. “…şeriat ilmi pek daginik ve çeşitli türden olan cüz’iyyatm genel ve kapsamli bir şekilde istikraya tâbi tutulmasi neticesinde elde edilmekte ve neticede akilda, bidüziye (muttarit), genel ve sabit, değişmez, hep hakim konumda genel prensiplerden oluşan bir mecmua vücuda gelm zor olan bir kitabi basari ile tercümeye muvaffak olduğu için mehmed erdogan’i candan tebrik ediyor, daha nice çalismalarini bekliyorum. Sahasinda erişilmez bir seviyeyi temsil eden bu eserin tercüme ve nesri için elinden geleni geri koymayan yayincilara da teşekkür ediyor, sa’ylerinin meşkûr, amellerinin makbul olmasini mevlâdan niyaz eyliyorum. Doç. Dr. Hayreddin karaman Mütercimin Onsozu Elinizdeki bu değerli eserin günyüziine çikmasina bizleri muvaffak kilan Allah’a sonsuz hamd ve senalar eder, o’nun pâk seriatinin teb-ligcisi, yorumcusu ve örnek tatbikatçisi olan sevgili peygamberimiz hz. Muhammed’e salât ve selâm eder, o’nun nurlu yolundan giden ve kutsal emâneti kendisinden sonra gelenlere ulastiran âl ve ashabini, tabiîn neslini, güzellikle onlarin yolundan gidenleri, ümmetin büyük müctehid imamlarini, bütün insanligin dünya ve âhiret seâdetine kefil olan islâm seriatinin yüceltilmesi ve yenilenmesi için kafa yoran tüm islâm âlim ve düşünürlerini rahmetle anarim. Keza rabbimizden, bizleri de islâm’i ve onun yüce değerlerini hayata yeniden hâkim kilabilecek bir neslin iman, ilim, irfan ve cihad erleri kilmasini niyaz ederim. Daha önceleri çeşitli hocalarimizdan övgüsünü işittiğim sâtibî’nin el-muvâfakât adli eserinin içeriğini gerçek anlamda doktora öğrenciliğim si-rasinda değerli hocam hayreddin karaman’in derslerinde okuduğumuz ve daha sonra da islam hukuk felsefesi adiyla tercüme ettiğimiz m.

Tâhir b. Asûr’un eseri vasitasiyla öğrenmiştim. Daha sonra “ahkâmin değişmesi” adli doktora tezimin temel kaynaklarindan biri olmasi hasebiyle de ya-kindan incelemiş ve böylece eseri daha da iyi tanimistim. Doktora çalismalarimi tamamladiktan sonra değerli arkadasim dr. İlhan kutluer’in iz yayincilik adina eserin tarafimdan tercüme edilmesi teklifini büyük bir memnuniyet ve cesaretle kabul ettim. Memnuniyetle kabul ettim; çünkü, hakikaten bu eserin türk okuyucularina bir an evvel ka-zandirilmasinin zaruretine inaniyordum. Cesaretle diyorum, çünkü önümde büyük badireler olduğunu biliyordum. Söyle ki: Her şeyden önce eser, fevkalâde yüksek bir bilgi düzeyine sahip insanlara hitap ediyordu. Müellif eserini alisilagelmis klâsik usûl kitaplari tarzinda kaleme almamis, basta usûl ilmi olmak üzere diğer ser’î ve aklî ilimlerde islenilmiş ve sonuca ulasilmis konulari esas alarak bunlarin üzerine eserini bina etmeyi prensip edinmişti. Eser dört cilt halinde mufassal olmasina rağmen, onun belirttiğimiz bu özelliği hemen hemen her ilme müracaatta bulunmayi gerekli kilmistir. Haliyle bu, çalismamizi zorlastiran ve yavaşlatan bir etken olmuştur. Eserin daha önce birkaç baskisi yapilmis olmakla birlikte, tercümemize esas aldigimiz a. Diraz nesri de dahil bizim anladigimiz mânâda hadisler tahric edilmemişti. Tercümemizde âyet numaralari tesbit edilmiş, hadisler de tahric edilmiştir. Müellifin pek çok hadis kullanmasina rağmen, hemen hemen bütün hadislerini concordance araciligi ile kütüb-i tis’a (dokuz temel hadis kitabi) içerisinde bulabilmemiz, saniriz kudretli müellifimizin kaynak anlayisinin zikre değer bir göstergesi olmalidir.

Âyet ve hadislerin yerlerini belirten dipnotlarda mütercim tarafindan konulduğunu gösteren rumuzu kullanilmamistir. Yaptigimiz en önemli katkilardan biri de kullanilan kavramlarin genelde dipnotlarda açiklan masi dir. Bu tür tarafimizdan yapilan tarif ve açik-lamalari rumuzu ile nâsir’in dipnotlarindan ayirmis bulunuyoruz. Nâsir’in tamamen lafzî olan ve mânânin açiklanmasina yönelik bazi dipnotlarim metne kaydirdik. Uzun cümleleri yer yer bendlere ayirarak anlasilmasini kolaylastirdik. Dil olarak mümkün mertebe sade bir dil kullanmaya çalistik. Ancak konunun agirligi ve ifade kisirligi gibi zor durumlarda kaldigimizda eski kelimeleri de kullanmada bir sakinca görmedik. Istilahlari korumaya özen göstermekle birlikte açiklamalarda bulunduk. Bütün bunlardan sonra, takdir değerli okuyucularimizin olmakla birlikte, öyle saniyoruz ki-, eserin türkçesi, arapça orijinalinde bulunan ve naşir diraz’inhakli olarak belirttiği zorluklardan büyük ölçüde arinmis oldu. Bütün ser’î ilimlere yönelik bir özeleştiri içermesi ve islâmî literatür içerisinde kendi ifadesiyle “dürüst mânâsinda tek usûl-i fikih” diye nitelediği muvâf akât’m ilmî değerini çok iyi tanitmasi açisindan kazan müftüsü muşa carullah tarafindan kaleme alman çok değerli bulduğum biryaziyi da sadelestirerek değerli okuyucularimizin istifadesine sundum. Umarim ki bu yazi, üzerinden yaklasik bir asir geçmesine rağmen üzüntüyle belirtmek gerekir ki istenilen doğrultuda hâlâ yeterli adimlarin atilmadigini göstermeye yarayacaktir. Musa carullah’in bu değerli eserin nesri ile gerçek anlamda usûle bir adim ya da kapi araladigini ifade ettiği gibi, biz de onu türkçe’ye kazandirmak suretiyle gösterilen hedefe doğru bir adim attigimiza ya da bir kapi araladigimiza inaniyoruz. Bu vesileyle kendimizi mutlu hissediyoruz. Özellikle diğer üç cildin daha muntazam, daha kusursuz çikabilmesi için değerli okuyucularimizdan yapici tenkitlerini bekler, teşvik ve yardimlari için hocalarimiza teşekkür ederim. Burada ayrica bir sunuş yazisiyla bu çalismamizi da destekleyen değerli hocamiz doç.

Dr. Hayreddin karaman’a, bu cildin tercümesini okuyarak değerli katkilardabulunanebubekireroglu ile arkadasim ilhan kutlu-er’e, eserin basimim üstlenen îz yaymcihk’a, bütün okuyucularimiza teşekkür eder; eserin değerli müellifine Allah’tan rahmet dilerim. Basari ancak Allah’tandir. Dr. Mehmet erdogan Ağustos, 1990 istanbul[2] müellifin hayati Sâtibî (ö. 790 = 1388) Adi: ibrahim b. Musa b. Muhammed’dir. El-lahmî el-girnâtâ nisbesi bulunmaktadir. Künyesi ebû ishak olan müellifimiz, es-sâtibî diye meşhur olmuştur. Endülüs’lü ve girnata’dandir. Mâliki mezhebine mensuptur. Müellifimiz hafiz ve büyük bir müctehid, usûlcü, müfessir, muhaddia fakih, dil bilgini… Kisaca çok yönlü bir âlimdi. Öbür taraftan verâl sahibi, sâlih, zâhid, sünnî bir zatti. Arapça’yi ve diğer ilimleri zamaninin büyük âlimlerinden almistir.

Bunlar içerisinde ibnu’l-fahhâr el-elbîrî, ebu’l-kâsim es-sebtî, ebu ali et-telpmsânî, ebu abdillah el-mukrî, ebu saîd b. Lübb, ibn merzûk, ebu ali mansûr b. Muhammed, ebu abdillah el-belensî… Gibi seçkin simalar vardir. Sâtibî, çalismis, akranlari arasinda yükselmiş ve büyük imamlar arasina girmiştir. Pek çok meseleyi zamaninin önde gelen âlimleriyle müzakerede bulunmuştur. İlim tahsilinde hep ilk kaynaklara itimad eder ve bunun ilim tahsili için gerekli görürdü. Müellifimiz çok değerli teliflerde bulunmuştur. Bunlar içerisinde en değerlileri sunlardir: el-muvâfakât (dört cilt, elinizdeki bu eser), ptisâm (iki cilt), el-mecâlis (imam buhârî’nin sahih’inin “kitâbu’1-büyû” kismi üzerine yazdigi şerh), el-ifâdât ve’1-insâdât (edebiyata dairdir), unvâ-nu’1-ittifâk fî ümi’l-istikâk, nahiv üzerine yazdigi bes büyük ciltlik elmakâsidu’s-sâfîye fi şerhi hulâsati’l-kâfiye. Kendisinden de, meşhur imam ebu yahya b. Âsim ve kardeşi kadi ebu bekir b. Asim gibi pek çoklari istifade etmiştir. H. 790-m. 1388tarihinde saban’msekizinde şali günühakk’inrahmetine kavuşmuştur. [3] “EL-MUVÂFAKÂT” NESRİNE AİT BIR-IKI SÖZ Islâmî ilimler tarihine dikkatlice ve tarafsiz bir gözle bakaninsan, ic-tihad ehlinin ictihadlarini her ne kadar güzel bulacak olursa da, telif erbabinin ser’î ilimleri telîf konusunda edinmiş olduklari usûllerine tamamen riza yüzü gösteremez.

Ben burada arap dilinin edebî sanatlarindan, kur’ân-i kerîm’in de edasi ile ilgili ilimlerden bahsetmeyip. Tefsir, hadis, fikih, usûl gibi is-lâmiyetin yalniz ser’î ilimlerine dair düşüncemi bir iki cümle ile arzedece-gim: İslâm âleminde islâm âlimlerinin kalemleriyle telif olunmuş tefsirler gayet çoktur. Ancak o tefsirlerin her biri himmetlerini yalniz ya arap dili ile ilgili konulara ya da rivayet yönlerine hasretmiş olup, “insanlik âleminin me-denî hayatinda rehber” olmak sifatiyla gökten inmiş kur’ân-i kerim’in hem ilmî hem de hayatiyet arzeden yönlerine himmet sarfetmis hiçbir tefsir yoktur. Taberî, kessaf, beyrîâvî,râzî…gibi islâm âleminde en muteber ilmî tefsirlerin münderecâti benim iddiami isbat edebilir. Ben bu sözümü müfessirleri yermek için değil, kitap’ta biz hiçbir-seyi eksik birakmadik.” (6/38) gibi sifatlarla nitelenmiş kur’ân-i kerim’in genişliğine gölge düşürmemek için, devamli iddia ederim. Bu iddiami isbat için de. Tabiat âleminden bahseden fakat henüz esrari çözülememiş yüzlerce âyetleri sahid olarak gösterebilirim. Tabiattan bahseden âyetleri zikretmeye hacet mi var; fikhi hükümlere dair âyetlerin büyük çoğunluğu da tefsirlerin hiçbirinde layiki üzere tamamiyla çözüme baglanmis değildir. Arap dili açisindan açik. Hem de mânânin kolayligi cihetiyle vuzuh derecesinde olan âyetlerin tefsirinde karar bilmeyen ihtilâf benim bu sözüme sahid gibi olmuyor mu? Ribâ gibi iktisâdi meselelere; sûrn ve idare gibi siyâsî meselelere: içkinin haramhgi gibi insan hayatinin mutluluğuyla her yönden ilgili obin meselelere; nikâh ve talâk gibi aile meselelerine dair âyetlerin tefsirinde tefsircilerin son derece kusur göstermeleri benim bu iddiama kesin bir delil olmuyor mu? Itikadi meselelere delâleti muhtemel âyetlere kelâmcilarin edebsizce-sine hücumlari; çoğu kez bir âyetle birbirine zit iki iddiaya istidlalde bulun-malari, “ma’dûm sey mi?” gibi bir paralik önemi olmayan meselelere son derece kendilerini vererek delillendirmeye çalisip; “varligin gayesi nedir?” gibi en büyük meselelere delâleti mümkün olan âyetlerde vakûrâne sükût-lari benim bu dâvami teyit etmiyor mu? Hiçbir adama kusur bulma kasdiyla değil, sadece hakikati bulmak amaciyla simdi düşünelim: bizim tefsirler niçin böyle olmuş? Tefsirden sonra islâm âleminde en muteber, en ehemmiyetli ilim, hadis ilmidir. Zira hadis ilmi, bir taraftan kur’ân-i kerîm’i bize beyan eder, diğer taraftan da sözleri, fiilleri, hükümleriyle hayatin intizamina, seâdetine insanlari irsadiçin gönderilmiş şerefli peygamberin bütün sözlerini, fiillerini ve hükümlerini bize nakleder. Böyle en önemli bir ilimde tslâm âlimleri nasil hizmet etmiştir? Buna da hakikat aramak kasdiyla tarafsiz bir gözle bakalim: Şüphe yok, islâm âlimleri hadislerin senetlerine ait yönlerde gayet büyük hizmetler göstermişlerdir. Yani rivayetin keyfiyetlerine, râvilerin de adalet, takva hususlarindan ibaret hallerine ait yönlerde son derece özen ile, en ufak ihmal göstermeksizin ugrasini siardir. Şüphesiz hadis ehli hadisleri toplamak hakkinda kusur göstermemişlerdir.

Sabit hadisleri zayif ya da mevzu (uydurma) hadislerden ayirmak hususunda da en ufak bir gevşeklik göstermemişlerdir. Bu noktalardan bakanlar, hadisçilerin hadis il-mindeki hizmetlerini yeterli görebilir. Ancak hadislerin “insan hayatindaki önemi, ilmî meselelerde ifâdesi” noktasindan bakan insan hadis ehlinin hizmetleriyle yetinmezse hakki vardir. Zira hadis kitaplarini bastan sona aktarip tercümelerini (konu basliklarini), istidlallerini ehemmiyet terazisiyle tartan insan, siradan ve ehemmiyetsiz şeylerin herbirini orada bulur. Ancak son derece önemli meseleler bulunursa da son derece az bulunur. İçtimaî hayat meselelerine esas olacak kadar, yahut, ilmî düşüncenin yükselmesine önderlik edecek kadar ehemmiyetli hiçbir mesele hadis kitaplarinin tercümelerinde (bâb basliklarinda, bölümlerinde) yer almaz. Elbette ben bu genellemeden “vahyin baslangici nasildi?” gibi basliklari, ahlâkî faziletlerle ilgili hadisler içerisinde açiklanmis şeyleri istisna ederim. Son zamanlarda hadis kitaplari telif edenler, daha ziyade bir asiriliga düşmüşlerdir. Mümkün olduğu kadar fazla ‘istinbât’ta bulunayim hülya-siyla son zaman müellifleri en basit, en önemsiz şeyleri de hz.peygamber’-in hadislerinden çikarivermislerdir. Bu is, hadisin önemli mânalarini açiklama sonunda olsaydi yararda idi. Ancak son zaman müellifleri hadisin ehemmiyetli mânâlarindan sükut ederler de, basit meselelere gayet büyük özen ile himmet sarfederler. Hiçbir kimseye kusur bulmak garaziyla değil, belki bir halin sebeplerini arayip bulmak ümidiyle simdi düşünelim: bizim hadis kitaplari niçin böyle olmuştur? Tefsir ve hadisten sonra, fikih i imi, ser’î ilimler arasinda üçüncü rütbededir. Fikih ilmi, kur’ân âyetleriyle hz. Peygamber’in hadislerinden çikarilmis olmalari sebebiyle üçüncü rütbede ise de, insanoğlunun hayatindaki önemi yönünden birinci derecededir.

Zira: Kur’ân-i kerîm, bütün müslümanlarm dâvasi ve inançlari gibi, tüm insanlik için tâ kiyamete kadar kalacak mukaddes semavî bir kitap ise, elbette şüphe yok, bu gerçek sadece fikhi ilimlerin kemâliyle, islâm fikhinin da insanlik hayati nizamina tamamen uygunluğu ile sabit olabilir. İslâm prensipleri en yüce prensipler olmaz ise, islâm fikhi da insanlik hayati için en mükemmel âdil bir hukuk nizami değilse, o vakit bizim su itikadimiz esassiz bir imandir, dâvamiz da kuru lâftan ibaret kalir. İslâm risâletinin esasi da i’câzdir (onun mucizeligi, emsalsizliğidir). Ancak i’câz elbette kur’ân-i kerîm’in yalniz nazmiyla değil, gerçek i’câz, kur’ân’m mânâsiyladir. Öyle ise kur’ân-i kerîm’in yüce prensiplerinin, islâm seriatinin fikhi ilimlerinin insanlikhayatiiçin en uygun ve mükemmel kanun (hukuk) olmasi lâzim gelir. Böyle olmazsa kur’ân-i kerîm’de mâna açisindan i’câz bulunamaz.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir