Platon – Epinomis – Gece Toplantısı

KLEINIAS: Işǚ te üçümüz de tam sözleştiğimiz saatte buluştuk. Yabancı sen, Megillos ve ben şimdi üçümüz, zekâ meselesinin ne olduğunu inceleyebilir, elde edilecek en yüksek zekâya sahip olmak isteyen bir kimsenin içinde bulunması gereken en iyi durumun ne olabileceğini düşünebiliriz. Çünkü kanunlarla ilgili ne varsa hepsini baştan sona kadar gözden geçirdik diyebiliriz bilimlerden başlarsak görürüz ki bunlar, en gerekli bilgiler ve gerçekten en başta gelenlerdir. Bunları edinmiş olan kimseye eskiden bir bilge gözüyle bakmış olabilirler ama bugün kimse böyle düşünmüyor. Hatta bu bilgisi onun gözden düşmesine sebep oluyor. Şimdi bu bilimlerin neler olduğunu, başkalarınca iyi adam sayılmak isteyenlerin hemen hepsinin bu bilimlerin üzerine düşmekten kaçındıklarını, yalnız iyi hareket için gereken aklı ve kuralları kazanmayı düşündüklerini söylemeliyiz. Once, bütün canlıların birbirlerini yedikleri zamanlarda, eskilerin söylediklerine göre, bizi birbirimizi yemekten vazgeçirip hayvanları yemek adetini öğreten bilimi ele alalım. Bu geçmiş zamanın insanları beni affetsinler, hoş bu adamların başta gelenleri bir yana bırakılırsa, beni affedeceklerine inanıyorum ya. Her ne kadar yaşamamıza yarayan arpa unu ile yulaf ununun yapılması güzel icatlarsa da tam manasıyla bir bilge meydana getirmek için işe yaradıkları söylenemez; çünkü bu yapmak sözünün kendisi bile bir can sıkıntısını anlatır. Genel olarak, ziraat da tam bir bilge yetiştiremez, çünkü insanlar toprağı sürmeyi sonradan sanat olarak öğrenmiş değillerdir. Bu daha çok, doğal bir şeydir, bir tanrı vergisidir. Tıpkı bunun gibi, evlerin tertibi her türlü yapıcılık, bütün ev eşyasının yapılması, demircilik, doğramacılık, kalıpçılık, dokumacılık ve aletlerin yapılması için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Bütün bu işler faydalıdır ama erdem bakımından hiç değerleri yoktur. Yaygın ve ustalıklı olmakla beraber avcılık da böyledir. Inǚ sana ne ruh büyüklüğü kazandırır ne de bilgelik.


Bilicilik, tefsircilikle de buna ermek mümkün değildir. Çünkübunlar zaten söylenmiş olanlardan haricini bilmezler. Böyle olunca onların bunu öğrenmiş oldukları söylenemez. Gerekli olan nesnelerin sanat yoluyla elde edildiğini, ama hiçbir sanatın insana bilgelik kazandıramadığını gördük. O halde geriye büyük ölçüde taklide dayanan zevk verici sanatları incelemek kalıyor. Ama bunlar da ciddi işler değildir. Birtakım aletlerle taklitler yapan bu sanatlar aynı zamanda bedenle de edebe uygun olmayan taklitler yaparlar, bazıları nesir ve her çeşit nazım kullanır, bazıları resme dayanır, her türlü yaş ve kuru maddelerle sonsuz değişik şekiller yapar, fakat insan bir sanatı istediği kadar ustalıkla işlesin, bunun hiçbir değeri yoktur. Çünkü taklit insana bilgelik kazandırmaz. Bütün bunları iyice kavradıktan sonra insan sonsuz birleşmelerden doğan sonsuz sayıda başka sanatlardan yardım umabilir. Bütün bu sanatlar içinde en önemlisi ve yaygın olanı savaş sanatı, yani ordulara komuta etmek sanatıdır. Bu, fayda bakımından en gözde olan, talihe en çok yer ayıran sanattır, ama bilgelikten ziyade doğuştan gelme cesarete dayanır. Şüphesiz hekimlik denilen sanat da mevsimlerin umulmadık sıcaklar soğuklarla ve bunlara benzer daha başka olaylarla hayvanların bünyelerinde yaptığı zararları önlemesi bakımından, çok faydalıdır. Ama bu sanatların en gerçek bilgeliği elde etmek bakımından hiçbir değeri yoktur. Çünkü bunlar kanaate dayanan sanatlardır. Şunu da itiraf edelim ki dümencilerle gemicilerin de insanlara yardımı olabilir, ama kimse çıkıp da bize bunların arasında bir tek bilge gösteremez.

Çünkü her deniz yolculuğu için gerekli bilgilerden olan rüzgârın hiddetinin yahut dostluğunun sebepleri bilinmez. Bütün bunları, söz söylemekteki kuvvetleriyle davacılara yardım ettiklerini ileri sürenler için de söyleyebiliriz. Bunlar belleklerine ve karakterleri tanıma yolundaki alışkanlıklarına dayanmaktan başka bir şey yapmazlar. Hakikatin ve gerçek doğruluğun dışında kalırlar. Oldukça garip bir yeti daha var ki bilgelik bakımından bunun büyük bir değeri olduğu ileri sürülüyor. Ama çok kimseler bunda bilgelikten çok bir tabiat vergisi bulmaktadır. Bu kendini en çok, okuduklarını kolayca hazmedenlerde gösterir. Bunların geniş, sağlam bir bellekleri vardır. Adamına göre ne yolda hareket edilmesi gerektiğini bulup yapıverirler. Bu yeti, bazılarınca bir tabiat vergisi, bazılarınca bir bilgelik belirtisi, bazılarınca da zihnin doğuştan gelme canlılığıdır. Fakat aklı başında hiç kimse bu vasıϐlardan bir tekinin insanı gerçekten bilge kılabileceğini ileri süremez. Ama biz yalnız bilge diye ün almış olmayıp gerçekten bilge olan adamın bilgeliğine neden olan bir bilimi keşfetmeliyiz. Şimdi bunu aramaya koyulalım. Bu araştırma çok güçtür. Çünkü yukarıda saydıklarımızdan başka öyle bir bilim bulmalıyız ki, bugün ona haklı olarak bilgelik denebilsin, buna sahip olan kimse de ne bir el işçisi olsun ne de bir budala.

Onun sayesinde bilge bir adam ve iyi bir yurttaş olsun, devlette doğruluk ve ölçüyle emretmesini ve baş eğmesini bilsin. Odžnce şunu gözden geçirelim: Acaba bilimlerimizden hangisi ortadan kaldırılırsa, hangisi insan tabiatında bulunmazsa, insan hayvanların en budalası, en ahmağı haline gelir? Bunu bulmak güç bir şey değil. Bütün bilimleri birer birer gözden geçirirsek bunun, insanlara sayıyı kazandıran bilim olduğunu anlamakta gecikmeyiz. Odžyle sanırım ki bize varlığımız için gerekli olan sayıyı veren bir tesadüf olmayıp tanrıdır. Her ne kadar bunu söylemek bir bakıma manasız, başka bir bakıma da manalıysa da bu tanrının hangi tanrı olduğunu söylemeliyiz. Odžyle ya, bizim için her türlü iyiliği sağlayan şeyin, bu iyiliklerin hepsine çok üstün iyiliği de – yani zekâyı da- sağlamış olmasına nasıl inanmamalı? Peki ama Megillos, Kleinias, söyleyiniz, benim bu kadar saygıyla andığım tanrı ne olabilir? Bu bütün tanrılarla daimon’lar gibi herkesin sayması, dualar sunması gereken göktür; onun, bizdeki bütün başka iyilikleri sağladığını herkes kabul eder. Işǚ te bizim de yanılmadan söyleyebileceğimiz şey, sayıyı bize verenin o olduğudur. Isǚ tersek Acun, yahut Olympos yahut da gök diyelim, bu tanrıyı gerçekten görebilecek bir hale yükselmek istiyorsak, onun peşinden gitmeli, görünüşünü hep değiştirerek kendi içinde bulunan gök cisimlerini döndürüp bütün evrimleri, mevsimleri, herkesin besinini yetiştirirken görmeliyiz. Hem onun bize sayıyla birlikte zekâ ve öteki nimetleri de verdiğini söyleyebiliriz. Fakat ondan aldığımız en büyük nimet, bu sayı armağanından başka, onun bütün evrimini takip edebilmemizdir. Şimdi biraz, demin söylediklerimize dönelim ve hatırlayalım ki insandan sayıyı kaldırırsak, bilgelikle hiçbir ilişiği kalmaz. Çünkü hesap gücünü kaybeden hayvan ruhu, hiçbir zaman tam erdeme ulaşamaz. Ikǚ i ile üçü, tekle çifti anlamayan, sayının ne olduğunu bilmeyen hayvan da yalnız duyumlarının ve belleğinin yardımıyla tanıdığı şeylerin manasını anlamayacaktır. Cesaret ve ölçü gibi alelade erdemlere gelince, bunları elde etmek için hiçbir engel yoktur. Ama gerçek mantıktan mahrum olan kimse, hiçbir zaman bilge olamaz.

Genel olarak, erdemin en temel parçası olan bilgeliğe sahip olmayınca da tam manasıyla iyi olmak, bunun sonucu olarak da mutluluğa ulaşmak mümkün değildir. Işǚ te görülüyor ki sayıyı her şeyin temeli olarak almak gerekiyor. Bu gereksinim üzerinde ne kadar dursak azdır. Şimdilik elimizde şu şaşmaz kanıt var: Sanat adını vererek saydığımız bütün sanatların özelliklerinden saymayı çıkaracak olursak, bu özelliklerden hiçbiri kalmaz, hepsi ortadan kaybolur. Yalnız sanatlar göz önünde tutulunca, bu sanatların uğraştıkları işler bakımından gerekli olmakla beraber, sayının insana, ancak önemi az şeyler bakımından gerekli olduğu sanılabilir. Fakat insanoğlunun tanrılar ve gerçek sayı karşısındaki saygısının ilkesini taşıyan yaratılmasında ölümlü olanla tanrısal olanın ne olduğu düşünülürse, genel olarak saymaya borçlu olduğumuz gücün özünü kavramanın, herkesin kârı olmadığı anlaşılır. Gün gibi bellidir ki musikinin baştan sona kadar sayıyla ölçülmüş harekete ve seslere ihtiyacı vardır. En önemli nokta şudur: Bütün iyiliklerin kaynağının sayıda olduğunu kabul etmeliyiz. Ondan hiç kötülük gelmez. Evet, bunu kabul etmeliyiz; doğruluğuna da kolayca inanabiliriz. Nerede akıldan, düzenden, şekilden, ritimden, ahenkten mahrum bir hareket, nerede kötülükle ilgili bir şey görürsek, bunun sebebini hep sayının yokluğunda aramalıyız. Işǚ te insan hayata gözlerini bahtiyarlık içinde kapamak isterse, buna inanmalıdır. Doğruyu, iyiyi, güzeli ve bu cinsten şeyleri tanımayan, bunları doğru kanaatle kavramayan kimse, bunlara kendini de başkalarını da inandırmak için, yeter açıklıkta birbirinden ayırt edemeyecektir. Şimdi şu meseleyi incelemeye başlayalım. Biz saymayı nasıl öğrendik? Söyleyin bakalım: Bütünün içinde sayının varlığını kavramak yeteneğini doğuştan getirmiş olan bizler bir ile iki sayılarının kavramını nasıl elde ettik? Tabiat hayvanlara saymayı öğretmediği halde, tanrının bize ilk vergisi bu oldu.

O bize gösterilen şeyleri kavramak yeteneğini verdikten başka her şeyi göstermiş, hâlâ da göstermektedir. Bütün gördüğümüz şeyleri bir bir karşılaştırırsak günün manzarasından daha güzel şey bulamayız. Inǚ san, günün ardından, büsbütün başka bir yüzle görünen geceyi görür. Böylece gök, birçok gün ve gece iki gök cismini hareket ettirerek, aklı en kıt olanların bile saymayı öğrenebilmelerine yol açar. Çünkü üç, dört ve daha çok sayılar olduğunu, biz bu nesnelere bakarak kavrarız. Bunların içinde tanrı ay denen bir tanesini yaratmıştır ki bu bazen küçük bazen büyük görünüp on beş gün on beş gece bize yeni çeşit bir gün göstererek, yoluna devam etmektedir. Bütün bu parçalar birbirini takip edecek şekilde bir araya getirilince ayın yörüngesi elde edilmiş olur. Odžyle ki tanrının kendilerine öğrenme yetisini verdiği hayvanların içinde en budalası bile ona bakarak sayının ne olduğunu anlayabilir. Buraya kadar ve bu sınırlar içinde böyle bir yetisi olan bütün hayvanlar, biri yalnız başına göz önünde tutarlarsa, sayabilirler. Sayılar arasındaki bağıntılar bulmaya gelince, daha önemli başka bir sebeple olmasa bile herhalde bunu yapabilmemiz için tanrı, önce de söylediğimiz gibi, ayı büyüme ve küçülmeleriyle gökyüzüne koydu; yılı meydana getirmek için de ayları sıraladı. Bunun için çok mutlu bir tesadüf olarak her şey sayının sayıyla bağıntısını görmeye başladı. Işǚ te bunun için yemişler yetişti, toprak verimli oldu. Odžyle ki rüzgârlar ve yağmurlar ölçüsüz bir derecede arttıkça her hayvan kendisine gereken besini elde edebilmektedir. Herhangi bir kötü kaza bir gün bunların düzenini bozarsa, bunun suçunu tanrıda değil, hayatını doğruluğa göre ayarlamayan insanın yaratılışında aramalı.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir