Denise Bobins – Ask Yenecektir

Bu yaz tatilinde ne yapmayı düşünüyorsun, Rosemary?>> Rosemary Vallace, çalışma saatlerinin bitiminde yakın hissedilen bezginlikle dosyaları yerlerine yerleştirmeye çalışırken, başını çevirip, kendine bu soruyu yönelten kadına baktı. Ida Bryant, sevgili yaşlı Ida, firmanın gizli yazışmalarını yürüten sekreter ve bu bölümün şefiydi. Makyajsız yüzü, çörek biçimi tepesinde toplanmış saçlarıyla ciddi görünümlü bir kadın izlenimini uyandırıyorsa da, aslında duygusal bir yapıya sahipti, Rosemary’nin en iyi arkadaşıydı ve Ida, bu tatlı kız <>ında daktilo olarak işe başladığı günden itibaren ona bağlanmıştı. Rosemary, tıpkı adı gibi çiçeklerin canlılığını ve güzelliğini çağrıştırıyordu. Ida’nın tam tersine genç, ince ve sevimliydi. Ida her yıl yalnız gittiği Devon bölgesindeki tatil cennetine geçen yıl onu da götürmek istemişti. Ama o zaman Rosemary’nin annesi hayattaydı ve genç kız onunla birlikte tatil yapmak zorundaydı. Oysa Mrs. Vallace Noel’den kısa bir süre sonra ölmüş ve Rosemary hayatta tek başına kalmıştı. Genç kız hala kendini bildiği günden beri yaşadığı Hampstead’deki küçük dairede kalıyordu. Ama MissBryant onun bir gün kendisiyle oturacağını umuyordu. Rosemary daireyi uygun bir fiyata satar satma onunla kalacağına söz vermişti. <> dedi arkadaşına, <> Ida Bryant büronun penceresinden baktı. Nehrin üzerinde erguvan ağaçlarının rengini anımsatan bir gün batımı… Tüm gün boyunca sıcaklığını esirgemeyen güneş… ve Nisa… ilkbahar! <> dedi Ida. <<Pekala, bu yaz nereye gideceğimi bilmiyorum.>> <> <> Rosemary susup, dudaklarını ısırdı. Yaşlı kadın onun yarım bıraktığı cümleyi tamamladı. <<Oh, evet, biliyorum. Yurt dışına çıkmak istiyorsun. İspanya özlemiyle yanıyorsun. Sen İspanya delisi olmuşsun, güzelim. Şu gece dil öğretim kurslarına başladıktan ve birlikte gittiğimiz o İspanyol yapımı filmi gördükten sonra bu hastalık başladı sende.>> Rosemary masasına oturup çantasından aynasıyla pudra kutusunu çıkardı ve küçük, biçimli burnunu pudraladı. Kızıl pırıltılı saçları ve pürüzsüz cildi nefis bir görünüm oluşturuyordu. Adını andıran gonca gibi kıpkırmızı bir ağız ve güneş ışıltılı ela gözler bu görüntüyü tamamlıyordu. Rosemary aslında, büro yaşamının tek düzeliğinden nefret eden o heyecanlı ve aceleci yapıya sahipti. Onun bu özelliğini bilen Ida Bryant’ın zaman zaman ürpermesine yol açardı. Sık sık Rosemary Valleca’a ne olacağını merak ederdi… özellikle yakışıklı ve çekici erkekler ona yaklaştıkları zaman.. Kadıncağız tüm kalbiyle onun doğru seçik yapmasını istiyordu. Şu sıralarda böyle biri yoktu. Rosemary işyerinde kendisine ilgi gösteren erkeklere iltifat etmiyordu. İyi ama bu İspanya sevdasına nereden çıkmıştı? Tam bir İngiliz Muhafazakarı olan Miss Bryant, tüm yabancılara karşıydı ve hayatında bir kez bile tatilini bir yabancı ülkede geçirmek istememişti. Rosemary’nin bin bir güçlükle yürüttüğü İspanyolca derslerini düşündü. Genç kız şaşılacak bir hızla bu dili kavramış, hatta bir roman bile okumuştu. <> diye sordu. <<> <<Aman, Rosemary. Barbalarla dolu gürültü ve pislik içinde bir yer orası. Yaşanacak bir ülke olmadığına eminim. Daha madrid’e gitmeden bir devrimcinin kurşununa hedef olabilirsin.>> Rosemary güler gibi bir ses çıkardı. <<Ida’cığım, her şeyi mahvediyorsun!>> <<İyi ama gazeteler durmadan devrimden ve akan kanlardan söz ediyorlar.>> <<Ülkenin politik karmaşa içinde bulunduğunu biliyorum. Ama tatillerini İspanya’da geçiren ve bundan son derece hoşnut kalan birkaç kişiyle konuştum. Ve rastladığım İspanyol öğrencilerden bir iki tanesi de gazetelerin yazdıklarına güldüklerini söylediler.>> <> <> Rosemary uzun süredir sakladığı sırrını açıklamaya karar verdi. <> Mss Bryant bu haberi bir heykel sessizliğiyle karşılamıştı. Ama arkadaşına bakan gözlerinde onu hiç de onaylamadığını belli eden bir ifade vardı. Aslında onu kaybetmeyi hiç istemiyordu. Bu küçük kıza müthiş kanı kaynamıştı. Onu tamamen kaybetmeye dayanabileceğini hiç sanmıyordu.. Rosemary kalkıp ona doğru yürüdü. <<Hayatım, bu haberin seni çok sarstığını biliyorum. Bu işi kabul etmek istediğimden emin oluncaya kadar da sana bir şey söylemek istemedim.>> <<Gerçekten çok sarsıldım,>> dedi yaşlı kadın hafif bir sesle. <<yaşantımın büyük kısmını bu Tanrı’nın bile terk ettiği ofiste geçirdim. Ama seni kaybetmeye dayanamam, bu kesin!>> <> <> <<Yanılıyorsun. Seni asla unutmayacağım İda. Arkadaşlığımızın sürmemesi için hiçbir neden yok. Sürekli yazışırız. Hem işimin pek uzun süreceğini sanmıyorum. Belki bir yıl Kız zaten on sekiz yaşında. O evlendiği zaman zorunlu olarak geri döneceğim.>> <> dedi Miss Bryant kederli bir sesle. Rosemary içini çekti ve yaşlı kadına sarıldı. Genç kız öyle güzeldi ki. Ya o gürültücü İspanyollardan birine aşık olursa… <> <> <<Pekala, umarım doğru hareket ediyorsundur.>> Rosemary bir süre onu yeniden neşelendirmeye çalıştı. Biricik arkadaşını üzmekten hiç hoşlanmıyordu. Ama damarlarında serüvenci bir kan dolaşıyordu. Özellikle İspanya’nın her şeyi onu büyülüyordu. Dansları, ezgileri, kastenyetler, şallar, beyaza boyalı avlu ya da balkonlarda tablo gibi duran nefes kesen kadınlar ve yakışıklı erkekler, portakal ve limon ağaçları, çiçekler, güneş ve her şey… Ertesi sabah, kızı Mercedes için İngiliz arkadaş arayan İspanyol hanımın, Cumberland Otelinde kalan kız kardeşi Senora Lamanda ile buluşacaktı. Rosemary’nin devam ettiği gece kurslarından edindiği İspanyol arkadaşı, ona Lamanda’lar hakkında bilgiler vermişti. İspanya’nın güçlü ve tanınmış ailelerinden biriydiler. Birçok soylu ailenin aksine onların malları ellerinden alınmamıştı. Çünkü bugünkü Hükümete yakınlıkları ile tanınıyorlardı. <> diye sürdürdü Rosemary, <<Yılın bir bölümünü Madrid’de, bir bölümünde ise Malaga’da yaşadıklarını yazıyordu. Ben önce Malaga’daki villaya gidip, birkaç ay kızının İngilizce öğrenmesine yardımcı olacağım ve sonra gidecekleri her yerde ona arkadaşlık edeceğim.>> <> dedi Ida. <> <<İspanya’da olman düşüncesinden.>> <> <> <<İyi ama dış ülkelere evlenme amacıyla gitmek istemiyorum ki ben. Sadece iş gezisi bu.>> <> <<Hayır, o buraya tatilini geçirmeye gelmiş.>> <> <> Ertesi günkü görüşme tam bir başarıyla sonuçlandı. İspanyol hanımın kız kardeşi ondan hoşlanmıştı. Ona on sekiz yaşındaki yeğeni Mercedes Lamanda’nın resmini gösterdi. Sevimli bir kızdı. Hele Malaga yakınlarındaki Villa Santa Barbara’nın tarifi, genç kıza tüm düşlerinin gerçekleşeceğini düşündürdü. İda sonuna kadar ona yardımcı oldu. Dairesini boşaltmasına yardım etti, eşyalarını elden çıkarttı ve annesinden kalan parayı almasını sağladı. Londra’da erken gelen bir ilkbahar hüküm sürüyordu ama Malaga’ya çoktan yaz gelmiş olmalıydı. Senora ona ince giysiler almasını önermişti. Genç kız parasının bir kısmını yazlık ipek elbiselerine, pijamalarına ve bir iki geniş kenarlı şapkaya yatırdı. Sonunda yolculuk günü geldi çattı. Rosemary heyecanlı, Miss Bryant üzgündü. İkisi de Victoria istasyonunda Rosemary’yi Dover’e götürecek trenin gelmesini bekliyorlardı. Rosemary onu teskin etmeye uğraşıyordu. <<Yaşlı aptalım benim, bana ne olacağını sanıyorsun?>> <<Oh, sen yabancı ülkeleri bilmezsin. Bu Lamanda’ları hiç tanımıyorsun. Senin vatandaşlarına hiç benzemediklerine eminim.>> <> <<Pekala, bana sık sık mektup yazıp, olup biteni anlatacaksın.>> <<Söz veriyorum.>> Pnun gençliği, sevimliliğiyle İda’nın kalbi sıkışır gibi oldu. İngiltere’nin bir başka kentine gitmesi başka şeydi… Ama koca denizi geçip hiç tanımadığı bir ülkeye ayak basacaktı. Tarifsiz bir korkuya kapıldı. <<Malaga’ya vardığım an sana telgraf çekerim.>> dedi Rosemary. <<Güzel, kendine iyi bak.>> Sonunda gelen trene bindi, istasyon memuru düdüğünü çaldı ve <> bağırtıları arasında hareket ettiler. Rosemary arkadaşı görünmez oluncaya kadar el salladı. Sonra yerine yerleşerek hayallere daldı. <> diye mırıldandı. <<Oh, bu yeni yaşantıda beni nelerin beklediğini öyle merak ediyorum ki!>> Sonra karşılaşacağı aileyi düşünmeye koyuldu. Lamanda’lar ona gerçek bir aile, Mercedes ise tam bir dost ve kız kardeş olabilirdi. Rosemary valizinden İspanyolca gramer kitabını çıkartıp göz gezdirmeye başladı. Sonunda ne olursa olsun, hiç olmazsa vatanındaki monoton yaşantısından sıyrılıp, birkaç yıl değişik bir yaşam sürecekti. Yavaş yavaş bir İspanyolca kelimeyi tekrarlamaya koyuldu. O güne değin hiç yolculuk etmemiş Rosemary’ye, başlangıcından itibaren tüm yaşadığı olaylar ilginç geliyordu. Dover’den Calais’e geçiş pek kolay olmadı ama sonunda genç kız kendisinin iyi bir denizci olduğunu anladı. Kanal’ın dans eden mavi sularına dalıp, kendini hafifçe esen rüzgarın serinliğine bıraktı. Calais’de gümrükten geçip, trene yerleştiler. Genç kız yolculuğunun asıl heyecan verici kısmının şimdi başladığını anlıyordu. İngiltere gerilerde kalmıştı. Burası Fransa’ydı ve kendisi de Paris ekspresindeydi. Senora Lamanda’dan aldığı mektupta, birinci sınıf kompartmanda yolculuk etmesi yazılıydı. Tüm harcamalar onlar tarafında karşılanmıştı. Rosemary gerçek kimliğini Londra’da bıraktığını hissediyordu. Bu Rosemary yepyeni biriydi. Şık giysiler, birinci sınıf biletler, üzerinde Malaga etiketi bulunan nefis valizler… Paris’te önemli an geldi ve Hendaya ekspresine aktarma oldular. Burası Fransa İspanya sınırıydı. Gece geç saatlerde başka bir trene geçecek ve bu kez de Madrid yolculuğu başlayacaktı. Buraya kadar yalnız yolculuk yapmıştı ama şimdi, bir hamal kapıyı açtı ve üç tane son derece pahalı deri bavulu kompartmana bıraktı. Genç kızın oturduğu kanepenin karşısında bir pardösü ve birkaç dergi duruyordu. Az sonra genç bir adam girip oraya oturdu. Rosemary, yalnız ve rahat yolculuk edeceğini düşündüğünden bu duruma biraz sıkılmıştı. fark ettirmeden komparetman arkadaşına baktı ve onun yakışıklılığı karşısında adeta dili tutuldu. Oldukça genç bir adamdı ve inanılmaz derecede yakışıklıydı. Zavallı yaşlı İda’nın büyülendiği filmlerdeki kahramanlara benziyordu. Genç adam şapkasını çıkardı ve yanındaki gazetelerden birini Eline aldı. Çok biçimli bir yüzü, geniş alnından geriye doğru taranmış kuzguni siyah saçıyla eski Yunan Tanrılarının heykellerine benziyordu. <> kararını verdi Rosemary. Esmer cildi ve koyu renk gözleriyle İda’nın <> İspanyollarından biri olmalıydı. Aynı anda biraz şaşırarak, İngiliz tarzı kesilmiş gri flanel elbiseyi ve aynı tarz bağlanmış kravatı fark etti. <> diye merak edip, bagajın üzerindeki yazıyı okumaya çalıştı. Ama <> kelimesinden başka bir şey göremedi. Demek aynı yere gidiyorlardı. Rosemary dikkatini yeniden elindeki dergiye verdi. Aynı anda genç adam başını hızla okuduğu gazeteden kaldırıp, genç kıza dikkatli bir bakış attı ve onunda aklından aynı düşünceler geçti. Ama o bir erkek olduğundan kadıca yollara başvurup, onun valizinin etiketini okumaya kalkışmadı. Yalnızca sekiz saatlik yolculuğu genç bir hanımla geçireceği için kendi kendini kutladı. Tabii İngiliz di bu güzel kadın… Sade kesimli tayyörü, ayağındaki rahat kahverengi yürüyüş ayakkabıları, küçük biçimli ayakları, ve pürüzsüz cildiyle saçları bunu ilk bakışta belirtiyordu. Genç kız şapkasını çıkarınca son derece çarpıcı bir baş biçimiyle karşılaştı. <> diye düşündü. <> Az sonra içeri giren görevli akşam yemeğini alıp almayacaklarını sordu. Genç adam prüzsüz bir Fransızcayla karşılık verdi ama Rosemary sıkıntılıu bir şekilde ona bakıyordu. Sonra genç adam Franıcası kadar kusursuz İngilizceyle ona hitap etti. <<Yardımcı olabilir miyim?>> <> dedi Rosemary kızarıp, gülümserken. <<Korkarım Fransızca konusunda tam bir cahilim.>> <> <<Sa… sanırım.>> <> Genç kız bir an durakladı ama sonra bu nazik daveti geri çevirmenin kabalık olacağını hükmetti. Ida olsa, kendini kurdun kucağına attığını iddia ederdi. Görevli kapıyı kaparken, yakışıklı yabancı da ona dönüp gülümsedi. <> <<Oh, ben bunu heyecan verici buluyorum.>> Genç adam kaşlarını kaldırdı. Şimdi bu kızın çok genç ve deneyimsiz olduğunu anlıyordu. Biraz daha bir şeyler öğrenmek istedi. <> <<Hiç- bu benim yurt dışına ilk seyahatim.>> <> <<İspanolcanız mükemmeldir öyleyse.>> <> <<Anlıyorum. Ama İngilizceyi de hatasız konuşuyorsunuz.>> <> <<Anlıyorum.>> Ida bile bir İngiliz okulunda eğitim görmüş bu genç adamı bir ‘barbar’ olarak tanımlayamazdı. Genç adam, <> dedi. <<Sanırım oradan yataklı vagona geçeceksiniz.>> <> <<Madrid’de mi kalacaksınız?>> <<Hayır. Malaga’ya gidiyorum.>> <<Ah, evet. Ben de öyle.>> <<Kızlarının İngilizce öğrenmesini arzulayan bir İspanyol ailenin yanına gidiyorum.>> <<Ah, evet.>> Genç adam biraz sıkılmıştı. Demek bu sevimli kız parayla tutulmuş bir arkadaştı. Ama gençliği, canlılığı ve çekiciliği, genç adamın o güne değin tanıdığı kadınlardan çok farklıydı. Tanıdığı bu kadınlar kokteyl partilerde ve danslarda yüksek taburelere tüner, bir erkekten aldığı öpücüğün tadını diğerleriyle pekiştirirlerdi. Bu küçük sevimli dudağın kaç kez öpüldüğünü merak etti. Pek fazla değil. Belki de hiç! Konu Başlığı: Ynt: Aşk Yenecektir / Denise Bobins Gönderen: bedinur üzerinde Nisan 19, 2007, 12:55:48 ÖS Sigara tablasını çıkarıp ona uzattı. <> <<Teşekkür ederim. Sigara kullanmıyorum.>> <> <> Genç adam sigarasını yaktı. Rosemary bu ellerin güzelliğinden büyülenmişti adeta. Esmer, ince ve uzun parmaklardı bunlar. Hareketsiz duramayan, sürekli devinim isteyen parmaklar…. Tıpkı kendisi gibi… <<Pırıl pırıl güneşi görmek sizi mutlu edecek, değil mi?>> diye sordu adam. <> <<Yılın b mevsiminde Malaga eşsiz olur.>> <> <> Bu soruyu İspanyolca sormuştu. Genç kız da gururla cevaplandırdı. Adam onu birden son derece çekici bulmaya başlamıştı. <<Bakın bu çok güzel. Aksanınız çok iyi. Zaten İspanya’da kalacağınız birkaç hafta içinde İngiltere’de tüm eğitim sürenizde öğrendiğinizden daha fazlasını öğrenirsiniz.>> <> Genç adamın dudakları bir gülümsemeyle kıvrıldı ve bembeyaz dişleri ortaya çıktı. <> <<İmkansız bu.>> <<Ya, o halde İspanya ile ilgili her şey duyduğunuz ilginin devam etmesini umayım. Sanırım ülkemi seveceksiniz. Esrarlı, yabanıl, harika bir yerdir.>> Genç kız ona İspanya ile ilgili bir yığın soru sordu ve bu konular konusunda rahatça konuşabiliyordu. Saat sekizde artık iyi bir dost olmuşlardı. Rosemary ondan çekinmiyordu. Arkadaşlığını hoş ve doyurucu buluyordu. Yemek vagonuna doğru yürürlerken tren hafifçe sarsıldı ve… Rosemary tam sendelemek üzereyken, genç adam onu tuttu. O anda genç kız genç adamın küçük parmağındaki damarlı akik yüzüğü fark etti ve bir kez daha onun kim olduğunu merak etti. <<Henüz birbirimizin isimlerini bile bilmiyoruz,>> dedi. <> dedi genç adam. <> <<Genç kız bir an durakladı. Bu biraz fala samimi olmuyor muydu? Ama neden olmasın? Yaşam gerçekten bir serüven değil miydi? Üstelik bu genç adam o güne değin görmediği kadar yakışıklıydı. Eğer bu tür davranmaya devam ederse kendisini geri kafalı bir kız sanabilirdi. Düşüncelerinden sıyrılıp ona baktı. <> <> diye güldü adam. <> Rese-Marie! Yabancı aksanda söylenmiş ilk R harfini yuvarlamıştı. Kimsenin ağzından duymadığı kadar çekici gelmişti adı onun ağzından… Ve bundan sonra da hep onun çağırdığı gibi Rose-Marie olarak kalacaktı. Yemek çok güzeldi. Yemek istediği ne varsa, Paul hepsini ısmarladı. Ayrıca kendisiyle birlikte bir şişe beyaz şarap içmesi için de ısrar etti. Rosemary’nin aklı, alabildiğince ucuza çıkarmaya çalıştığı kendi dairesindeki yiyeceklere gitti. Bazen biriktirdikleriyle Soho’da bir lokantaya giderlerdi İda ile birlikte… Ama bu denli romantik olamazdı kuşkusuz.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir