Frederick Forsyth – Çakal

MART sabahları saatin altı buçuğunda Paris soğuk olur, hele bir adam kurşuna dizilmek üzcrcysc bu soğuk daha bir yakıcıdır sanki 11 Mart 1963 sabahı, o saatte, Đvry kalesinin ana avlusunda, buz tutmuş toprağa gömülü kazığa sırtını veren Fransız Hava Kuvvetlerinden bir yarbay, elleri arkadan bağlanırken inanmazlığın yavaş yavaş silindiği gözlerle yirmi metre ötesinde duran ceza mangasına bakıyordu. Gerilimin hafiften azaldığını gösteren ayak hışırtıları duyuldu, bu arada da bez parçası Yarbay JeanMarie Bastien-Thiry’nin gözüne bağlanıp gün ışığını ondan bir daha görmemek üzere gizledi. Askerler tüfeklerini omuzlarken, mekanizmaların sesine acınacak bir şekilde katılan papazın mırıltısı işitiliyordu. Duvarların ötesinde, şehrin merkezine doğru giden daha küçük bir taşıtın yolunu kestiği Berliet marka kamyon gürültüyle korna çaldı. Dağılmadan önce kornanın yankısı mangaya komuta eden subayın «Nişan al!» emrini boğdu. Tüfek sesleri, ürken bir güvercin sürüsünü dağıtması dışında, uyanmakta olan şehirde en ufak bir kıpırtı yaratmadı. Bir kaç saniye sonraki tek patlama da —subayın ölüm mahkûmunun beynine sıktığı kurşun— duvarların ötesinde yeni artmaya başlayan taşıt gürültülerinde yitti. Fransa Devlet Başkanını vurmaya kalkan Gizli Ordu (O.A.S.) ya bağlı katillerin bacındaki bu subayın ölümünün, Devlet Başkanına yönelen bütün yeni girişimleri önlemesi gerekirdi. Oysa, kaderin garip bir cilvesiyle, bu ölüm bir başlangıç oldu. Bu işleyişi anlamak için, sözkonusu mart sabahı, Paris dışındaki askeri cezaevi avlusunda yalnızca iplerin ayakta tuttuğu bu cansız gövdenin neden kurşunlarla delik deşik edildiğini açıklamak gerekir… Güneş sonunda, sarayın duvarı ardında kaybolmuştu, gölgeler avluda uzuyor, rahatlatıcı bir serinlik getiriyordu. Bu kavurucu yaz günü, akşamın saat yedisinde bile ısı yirmi beş dereceydi. Sıcaktan boğulan şehrin bir ucundan öbürüne, somurtuk kanlarıyla şamatacı çocuklarını arabalara ya da trenlere dolduran Parisliler haftasonu tatilini geçirmek üzere yola çıkmaya hazırlanıyorlardı. Paris yakınında bekleyen birkaç 8 adamın, Devlet Başkanı Charles de Gaulle’ün ölmesi gerektiğine karar verdiği 22 Ağustos 1962 günüydü bu. Şehir halkının boğucu sıcaktan kaçıp doğaya, ırmaklarla denizlerin kıyılarına sığınmaya hazırlandığı sıra, Elysee Sarayının görkemli cephesinin ardında Bakanlar Kurulu toplantısı devam ediyordu. Sabırsızlıkla beklenen gölgenin sonunda kapladığı şeref, avlusunun kurşunî çakıllarında, birbiri ardına dizilmiş on altı siyah DS (*), avlunun dörtte üçünü dolduran, bir ya-rımay meydana getiriyordu. Gölgenin ilk eriştiği batıya bakan duvarın dibine sığınmış bulunan şoförler, havadan sudan konuşuyorlardı. Tartışmaların alışılmamış uzunluğuna sövmeye başlamışlardı ki, yedi buçuğa doğru, görevinin gerektirdiği sırmalarla madalyaları kuşanmış bir hademe, altı basamağın tepesinde, camlı kapıda göründü ve muhafızlara işaret etti. Şoförler hemen izmaritleri atıp ayaklarının ucuyla ezdiler. Güvenlik örgütü görevlileri ve muhafızlar avlu kapısının yanındaki kulübelerinde kaskatı kesildiler, kalın çelik parmaklıklı kapılar açıldı. Đlk bakan grubu kapıların ardında belirdiğinde, şoförler çoktan arabalarının direksiyonuna geçmişlerdi. Hademe kapıları açtı, bakanlar gülümseyip birbirlerine iyi haftasonu tatilleri dileyerek basamakları indiler. D.S.’ler sırayla basamakların dibinde duruyor, hademe eğilerek kapıyı açıyor, bakan arka koltuğa yerleşiyor ve yol boyu muhafızların selâmladığı araba avluyu geçip Faubourg Saint – Honore’ye sapıyordu. On dakika sonra avluda iki siyah DS kalmıştı. Onlar da, yavaş yavaş merdivenin dibine yaklaştılar. Đlkinin ön çamurluğunun üzerinde Devlet Başkanlığı forsu dalgalanıyordu. Sürücüsü, Satory’deki Ulusal Jandarma Birlikleri Kampından gelen polis şoförü Francis (*) Citroen otomobillerinin en lüks modeli 9 Marroux’ydu. Sağlam sinirleri, reflekslerindeki çabukluk ve işinde usta oluşu De Gaulle’ün özel şöförlüğüno atanmasını sağlamıştı. Arkadaki ikinci DS de, yine Satory’den bir jandarma tarafından kullanılıyordu. Saat yedi kırk beşte camlı kapıların ardında yeni bir grup göründü, avludakiler gene değiştirdiler duruşlarını. Her zamanki gibi koyu gri bir kruvaze elbise giymiş, yine koyu renk bir kravat takmış olan Charles de Gaulle camın ardında belirdi. Geçerliliği pek kalmamış denebilecek bir kibarlıkla yana çekilip Madam De Gaulle’e yol verdi, ardından koluna girip basamakları inmesine yardım etti. Madam De Gaulle ilk arabanın sol kapısından arkaya bindi. General de sağdan geçip yanına yerleşti. O sıralar Fransız Ordusu Zırhlı Birlikler Kurmay Başkanı olan damatları Albay Alain de Boissieu, iki kapının da iyice kapanıp kapanmadığına baktı ve Mar-roux’nun yanına oturdu. Başkan ve karısıyla birlikte merdiveni inen memur topluluğundan iki kişi de arkadaki arabaya geçtiler. Cezayir asıllı, güçlü özel muhafız Henri Djouder şoförün yanına oturdu, sol koltuğunun altına yerleştirdiği ağır tabancasını biraz gevşetti ve arkasına yaslandı. O andan sonra bakışı, durmadan öndeki arabayı değil, hızla iki yanından gelip geçen kaldırımlarla yol kavşaklarını gözleyecekti. Avluda kalacak olan güvenlik örgütü görevlilerinden birine son olarak bir şeyler söyleyen ikinci kişi de, tek başına arabanın arkasına oturdu. Başkanın güvenlik örgütü şefi Komiser Jean Ducret’ydi bu. Batıdaki duvarın dibinde bekleyen beyaz miğferli iki motosikletli motörleri çalıştırıp, ağır ağır ilerlemeye koyuldular. Avlu kapısına varmadan önce birbirlerinden üç metre arayla durdular, omuzia10 rının üstünden geriye bir göz attılar. Önce Marroux harekete geçti, arabayı demir kapıya doğru çevirip iki motosikletlinin ardında durdu. Đkinci araba da aynı hareketi tekrarladı. Saat sekize on vardı. Yeniden çelik parmaklıklı kapı açıldı, küçük kafile esas duruştaki memurların önünden geçip Saint-Honore’ye çıktı. Kafile, yolun sonuna vardığında Marigny Caddesine saptı. Kestane ağaçlarının altında, küçük motosikletinin selesinde oturan beyaz miğferli bir genç, kafilenin yirmi metre kadar uzaklaşmasını bekledikten sonra ardından hareket etti. Ağustos ayında bir haftasonu için trafik olağandı. Başkanın hareketi de önceden bildirilmemişti. Sadece canavar düdükleri, görevli trafik polislerine kafilenin yaklaştığını haber veriyordu. Polisler, deli gibi düdük çalıp öteki taşıtları durduruyorlardı. Đyice gölgelik caddede kafile hızlandı. Clemenceau alanına çıktı ve III. Aleksandre köprüsüne doğru yoluna devam etti. Resmî arabaların ardına takılan küçük motosiklet, güçlük çekmeden onları izliyordu. Köprüden sonra, Marroux, General-Gallieni Caddesinde, daha sonra da Đnvalides bulvarında motosikletlileri izledi. Bu noktaya vardığında, küçük motosikletli öğrenmek istediğini öğrenmiş. Başkanlık kafilesinin Paris’ ten çıkmak için izleyeceği yolu anlamıştı. Đnvalides bul-varıyla Varenne sokağının kesiştiği yerde yavaşladı; en yakın kahveye yönelmek üzere döndü. Kahvede, tezgâha yaklaşan motosikletli bir telefon jetonu aldı, dipteki kulübeye gireli ve bir numara çevirdi. Başkanın o akşam ölmesi gerektiğine karar veren adam, Meudon’daki bir kahvede bekliyordu. Hava ordusu subaylarından, Hava Bakanlığında görevli, evli ve üç çocuk babası otuz beş yaşındaki Yarbay Jean-Marie 11 Bastien-Thiry’di bu. Görünüşte rejime sadık olan bu adam, Cezayir’i milliyetçi Cezayirlilere bırakmakla hem ülkesine, hem de kendisini iktidara getiren adamlara ihanet etmiş saydığı Charles de Gaulle’e büyük bir kin besliyordu. O çağda, aynı görüşü paylaşan bir kaç bin kişiydiler. Ama, ancak bir avuç gözü dönük General de Ga-ulle’ü öldürmeye ve bu fırsattan yararlanıp hükümetini devirmeye and içmiş bulunan Gizli Ordu’da görevliydi. Telefonla arandığı bildirildiğinde, birasını yudum-luyordu ufak ufak. Barmen telefonu ona geçirdi, sonra gidip tezgâhın öbür ucundaki televizyonun sesini kıstı. Bastien-Thiry birkaç saniye süreyle dinledi: «Çok iyi, teşekkür ederim», diye mırıldandı ve telefonu kapadı. Bira parasını peşin ödemişti. Bardan çıktı, kaldırımın üzerinde durdu, koltuğunun altındaki gazeteyi özenle iki kere açtı ve yeniden kıvırdı. Yolun öbür yanında, genç bir kadın, birinci kattaki dairesinin dantel perdesini bıraktı ve odanın içinde bekleyen on iki kişiye döndü. «2 numaralı yol,» dedi. Mesleklerinde daha yeni olan beş genç, elleriyle oynamayı bırakıp ayağa fırladılar. Daha tecrübeli olan öteki yedisi, onlar gibi sinirlendiklerini göstermiyorlardı. Đçlerinde Bastien-Thiry’ nin yardımcısı, taşralı bir soylu aileden gelme, aşırı sağcı Teğmen Alain Bougrenet de La Tocnaye vardı. O da otuz beş yaşında, evli ve iki çocuk babasıydı. Çetenin en tehlikeli kişisi, geniş omuzlu, dört köşe çeneli, Cezayir’de bir zamanlar ziraat mühendisi olarak çalışmış, O.A.S. nin gözü dönüklerinden otuz dokuz yaşındaki Georges VVatin’di. Đki yıl içinde, O.A.S. 12 nin en korkulu katillerinden biri olarak kendini göstermişti. Bacağındaki eski bir yara yüzünden ona «Topal» diyorlardı. Genç kadın haberi verir vermez, on iki adam servis merdiveninden aşağı koşup, hepsi çalınmış ya da kiralanmış altı arabanın beklediği yan yola çıktılar. Saat sekize beş vardı. Bastien-Thiry, suikast için uygun görülen yerleri bizzat inceleyip hangi açılardan ateş edilebileceğini, taşıtların muhtemel uzaklıkları ve hızlarıyla bunları durdurmak için gerekli ateş gücünü hesaplamakla uğraşmıştı günlerce. Đncelediği yer de Petit Clamart’ın ana kavşağına giden dümdüz ve uzun bir yoldu: Liberation Caddesi. Yapılan plana göre, usta nişancıları içine alan ilk grubun Başkanın arabacına kavşağa varmadan aşağı yukarı iki yüz metre önce ateş açması gerekiyordu. Yolun kıyısında duran bir kamyonetin ardına gizlenip, çok geniş açıdan kendilerine doğru gelen arabalara ateş açacak ve böylece isabet ettirme olanaklarını büyük ölçüde arttırmış olacaklardı. Bastien-Thiry’nin hesaplarına göre, yüz elli merminin en baştaki arabayı kamyonetin yanına varmadan bulması gerekiyordu. Başkanın DS’i hareketsiz bırakılınca, ikinci bir O.A.S. grubu yan yolların birinden fırlayıp refakat arabasını çok yakından tarayacaktı. Birkaç saniye Başkanlık arabasındakileri yok etmeye yetecek, sonra iki grup kaçmalarını sağlamak için başka bir yolda bekletilen üç arabaya koşacaktı. On üçüncü adam olan Baştien-Thiry de gözcülük yapacaktı. Saat sekizi beş geçe bütün gruplar harekete hazırdı. Paris’e doğru, tuzağın kurulduğu yerin yüz metre uza-ğındaki bir otobüs durağında Bastien-Thiry elinde ga13 zetesiyle bekliyordu. Gazetesini sallayarak, kamyonetin yanında mevzilenmiş bulunan birinci grubun şefi Serge Bernier’ye işaret verecekti. Emir hemen, Berni-er’nin ayaklarının dibinde otlara yüzükoyun uzanmış yatan nişancılara iletilecekti. Bougrenet de La Tocnaye refakat arabasının yolunu kesmekle görevli taşıtı kullanacak, Topal Watin de makinelisiyle yanında olacaktı. Petit-Clamart yolu boyunca emniyet tetikleri açılırken, Paris’in merkezindeki trafik sıkışıklığından sonunda kurtulan General de Gaulle’ün kafilesi, dış mahallelerin daha boş olan caddelerine ulaşıyordu. Ancak o zaman kafile hızlandı ve bu hız saatta doksan kilometreyi buldu. Kafile Petit-Clamart’dan üç kilometre önce, Gabriel – Peri caddesinde, yolun onarıldığı iki yüz metrelik bir yerde yavaşlamak ve hızını yirmi kilometreye indirmek zorunda kaldı. Bastien-Thiry ilk hatasını burada yapü. Karargâhı Meudon’un dışındaydı, anayolun iki kilometrelik bir bölümünü iki yanlı incelemişti. Beş haftadır onarım çalışmaları yapıldığı halde, bunu far-ketmemjşti. Eğri büğrü yol, moloz yığınları ve iki yanı dolduran araçlar, o gün Gabriel – Pe>i caddesini tuzak kurmak için eşi bulunmaz bir yer haline sokuyordu. Francis Marroux, bütün engelleri aştıktan sonra saatına bir göz attı, ardındaki yaşlı General’in öfkeli sabırsızlığını hissedip gaza bastı. Đki motosikletli arabanın yanlarından geçip gitmesini beklediler ve kafilenin arkasında yer aldılar. De Gaulle ilerisinde öncülerin bulunmasından hoşlanmaz, her fırsatta bundan kurtulmanın yolunu arardı. Kafile bu düzende, Petit-Clamart’daki Divisiön-Leclerc caddesine girdi. Saat sekizi on yedi geçiyordu. 14 Bin beş yüz metre ilerde, Bastien-Thiry ikinci hatasının sonucunu görecekti. Ancak bu hataları ölüm hücresine atıldığında polislerden öğrenebilecekti. Ateşin açılacağı ana karar vermek üzere düşünürken bir takvime bakmış, 22 Ağustos günü alacakaranlığın sekizi otuz beş geçe çöktüğünü öğrenmişti. Bu da, De Gaulle her zamankinden geç bile kalsa ona yeterince zaman bırakıyor gibiydi. Aslında doğruydu düşündüğü Ancak baktığı 1961 yılının takvimiydi. 1962 yılının 22 Ağustosunda alacakaranlık sekizi on geçe çöküyordu. Bu yirmi beş dakikalık fark Tarih’in akışını değiştirecekti. Sekizi on sekiz geçe Bastien-Thiry, Liberation caddesinden saatta yüz on kilometre hızla kendisine doğru gelen kafileyi seçti. Hemen gazetesini sallamaya koyuldu. Bernier yüz metre kadar ötede, yolun öbür kıyısında, otobüs durağının yanındaki belli belirsiz karaltıya öfkeyle bakıyordu. Belii birine hitap etmeden: «Yarbay gazetesini salladı,» dedi yüksek sesle. Bu sözcükler ağzından çıkmıştı ki, Başkanlık arabasının basık burnunun son hızla otobüs durağına vardığını farkediverdi. «Ateş!» diye bağırdı ayaklarının dibinde yatan adamlara. Kafile yanlarına vardığında, görüş alanlarını saatta yüz on kilometrelik bir hızla aşan hedefe ateş etmeye koyuldular. Arabada on iki kurşun izinin bulunması nişancıların ustalığını gösterir. Kurşunların çoğu DS.’in arkasına saplandı. Arabada patlamayan lâstikler bulunduğu halde kurşunların yardığı iki lâstik öylesine indi ki bu hızla ilerleyen araba yolundan saptı ve kaymaya baş15 ladı. Francis Marroux, işte o sıra Başkan’ın hayatını kurtardı. Yabancılar Lejyonunun eski askeri ve usta nişancı Varga lâstikleri parçalarken, diğerleri şarjörlerini uzaklaşan arabanın arkasına boşaltıyorlardı. Bir sürü mermi arabanın saç kaplamasını deldi, bir kurşun arka camı patlatıp Başkan’ın burnunun birkaç santim ötesinden geçti. Önde oturan Albay de Boissieu dönüp kayınpederiyle kayınvaldesine: «Eğilin!» diye haykırdı. Madam De Gaulle başını kocasının dizlerine yatırdı. General, soğuk bir sesle: «Gene ne var?» diye sordu ve arka camdan bakmak üzere geriye döndü. Marroux elleri arasında titreyen direksiyona sıkı sıkı yapıştı, arabanın kaydığı yönde direksiyonu hafifçe çevirdi, ayağını da yavaş yavaş gazdan çekmeye başladı. Kısa süren bu dengesizliğin ardından Citroen ileri, ikinci O A.S. grubunun beklediği yan yola, Liberation caddesinin Bois caddesiyje kesiştiği yere doğru fırladı. Marroux’nun ardındaki refakat arabası bir tek kurşun bile yememiş ve yoluna devam etmişti. Yaklaşan otomobillerin hızı, Bois caddesinde, motörü işleyen bir arabanın direksiyonunda bekleyen Bougrenet de La Tocnaye’in açık bir şey yapmasını gerektiriyordu: Ya ikinci arabanın yolunu kesecek, dolayısıyla da çarpışmanın etkisiyle ezilip intihar edecek, ya da yarım saniye geç hareket edecekti. La Tocnaye ikinci yolu seçti. Başkan’ın kafilesine paralel olarak gitmek için yan yoldan anayola çıktığında, kendini Başkan’ın DS’inin değil, içinde Djouder’le Komiser Ducret’nin bulunduğu arabanın yanında buldu. Sağ kapıdan beline kadar fırlayan Watin, makinelisini, kırık camından De Gaulle’ün upuzun gölgesinin seçildiği arabanın arkasına boşalttı. 16 General öfkeyle: «Bu salaklar niye ateş etmiyorlar?» diye sordu. Djouder en fazla üç metre uzaklıktaki O.A.S. nin katillerine nişan almaya çalışıyor, ama şoför görüşünü engelliyordu. Ducret şoföre haykırarak Başkan’ın arabasının ardından ayrılmamasını söyledi, iki saniye sonra da O.A.S. çiler oldukları yerde kalmışlardı. La Toc-naye’in arabasına çarpıp devrilmekten kılpayı kurtulan bir motosikletliyle öteki arkadaşı yan yoldan fırladılar, yol değiştirip hızlandılar. Kafile eksiksiz olarak hızla kavşağa vardı, kavşağı geçti ve Villacoublay yönünde yoluna devam etti. Tuzağın kurulduğu yerde, birbirlerine çatmakla zaman harcamayan O.A.S. nin adamları, harekâtta kullandıkları arabaları bırakıp kaçmaları için bekleyen üç otomobile atladılar ve gitgide artan karanlıkta kayboldular. Ducret, vericisiyle Villacoublay’i aramış ve olup bitenleri kısaca anlatmıştı. Kafile on dakika sonra Villacoublay’e vardığında, General de Gâulle bir helikopterin kendisini beklediği piste kadar gitmekte diretti. Araba durur durmaz, bir sürü subay ve memur çevresini aldı, kapıları açıp hâlâ olayın etkisinden kurtulamayan Madam de Gaulle’ün inmesine yardım ettiler. General de, ceketinin yakalarındaki cam kırıklarını silkeleyip öbür kapıdan çıktı. Çevresindeki subayların heyecanlı sorularına kulak asmadan, arabanın çevresini dolanıp karısının koluna girdi. «Gelin şekerim, Boisserie’ye gidiyoruz,» dedikten sonra orada bulunan havacılara dönerek O.A.S. hakkındaki görüşünü lütfen açıkladı: «Bu herifler domuz gibi ateş ediyorlar.» Sonra karısının helikoptere binmesine yardım etçakal 17/2 ti ve yanına oturdu. Djouder de yerine geçti ve havalandılar. Uçuş pistinde, Francis Marroux, sapsarı bir yüzle DS’inin direksiyonunda oturuyordu. Sağdaki iki lâstik sonunda iyice inmiş ve araba madenî jantların üzerine oturmuştu. Ducret onu kısaca kutladı ve eğilip arabayı inceledi. Zorlu bir soruşturma kendisini bekliyordu. Bütün dünyadaki gazeteciler, bu cinayet girişimiyle ilgili görüşler ilerj sürüp kesin bir upucuna Taslamadıklarından sütunlarında kişisel görüşlere yer verirlerken, gizli servisler ve Jandarma Kuvvetlerinin desteğindeki Ulusal Güvenlik Kuruluşu akıl almaz bir soruşturma açıyordu. Bu harekât Fransız polisinin kayıtlarında eşine raslanmayan, olağanüstü boyutlarda bir insan avına dönüşecekti. Harekât, dosyalarda, şifreli adıyla Çakal Olayı diye yer alır. Talih polise ilk kez 3 Eylül günü yardım etti. Polisin çalışmasında sık sık raslandığı gibi, basit bir kimlik kontrolü sırasındaydı. Raris-Marsilya yolu üzerinde. Valence kasabası yakınlarında, bir polis barikatı, içinde dört kişinin bulunduğu bir arabayı çevirdi. Kimlik kontrolü için, daha önce yüzlerce yolcu durdurulmuştu. Ama bu kez, arabadakilerden. birinin üzerinde kimlik yoktu. Kimlik cüzdanını yitirdiğini söylüyordu. Bu adam ve arabadaki öteki üç kişi, sorguya çekilmek üzere Valence’a götürüldü. Valence’da, öteki üç kişinin dördüncü adamla ilgilerinin bulunmadığı, yolda oto-stop yaparken görüp onu arabalarına aldıkları ortaya çıktı. Üç kişi salıverildi. Dördüncünün parmak izleri alındı ve soruşturma gerekçesiyle Paris’e gönderildi. Cevap, on iki saat sonra Valence polisinin eline ulaştı. Parmak izleri, 18 yirmi iki yaşında ve askerî polisçe aranan Yabancılar Lejyonundan kaçma birine aitti. Ama verdiği ad gerçeğe uyuyordu: Pierre-Denis Magade. Magade Lyon’daki, Emniyet Müdürlüğü Cinayet Masası Taşra Bölümüne gönderildi. Bir koridorda sorgusunu beklerken, muhafızlarından biri şaka olsun diye kendisine sordu: «Eeee, Petit-Clamart’dan ne haber?» Magade, kaderine boyun eğmiş gibi omuz silkti. «Peki,» dedi, «nedir öğrenmek istediğiniz?» Bir sürü şaşkın polis ve kâğıt üstüne kâğıt dolduran stenografların önünde, Magade her şeyi açıkladı. Sekiz saat süreyle konuştu. Konuşmasının sonunda Petit-Clamart suikastına katılanların hepsinin adından başka, komplonun hazırlanmasında ve gereken araç – gerecin sağlanmasında ikinci derecede rol oynayan dokuz kişiyi de açıklamıştı. Toplam yirmi iki kişi ediyordu. Bu kez, insan avı çok daha büyük boyutlarda başladı. Polisler kimi aradıklarını biliyorlardı artık. 14 Eylül günü, kırk sekiz yaşında, evli ve iki çocuk babası Binbaşı Robert Niaud tutuklandı. Komplonun hazırlık döneminde görev alan başlıca kişilerden biri olduğundan şüpheleniliyordu. Şefinin adını vermeden Robert Niaud hücresinde kendini astı. Ama Bastien-Thiry de iki gün sonra tutuklanacaktı. Bougrenet de La Tocnaye 5 Eylülde, Magade’m konuşmaya başlamasından ancak kırk sekiz saat kadar sonra ele geçmişti. Bastien-Thiry’le birlikte, sadece Đkisi hayatta olan üç baş sorumlu yakalanmıştı. Geri kalan iş çok basitti: Bütün ötekiler de sonbahar ve kış aylarında teker teker tutuklandılar. Sonunda aramadan bir tek kişi kurtuldu ve şimdiye kadar da yakalanamadı. Georges Watin kaçmayı 19 başardı. Cezayir asıllı Franşjzlar arasından çıkan öteki O.A.S. liderlerinin çoğuyla birlikte, ispanya’da yaşadığı sanılıyor. Soruşturma, Bastien-Thiry, Bougrenet de La Toc-naye ve öteki liderler hakkındaki dosyanın tamamlanması aralıkta sonuçlandı, dâva 1963 Ocak ayında başladı. Duruşmalar devam ederken O.A.S., De Gaulle hükümetine karşı yoğun bir saldırıya geçmek üzere güç topluyordu. Fransız Gizli Servisleri inatla kendilerini koruyorlardı. Güler yüzlü Paris hayatının incecik bir kültür ve uygarlık cilasının ardında, çağımız tarihinin en amansız yeraltı savaşlarından biri sürüp gidiyordu. Fransız Gizli Servisleri, Dış Belgeleme ve Karşı-Casusluk Servisi adıyla anılır. Bu adın kısaltılmışı S.D.E.C.E. dir. Çalışmaları hem Fransa dışındaki casusluk hem-de içteki karşı-casusluk çalışmalarını içine alır. Aslında da fırsat çıktıkça, her servis diğerinin görevine karışır.:. 1 numaralı servis haberleşmeyle görevlidir ve R harfleriyle anılan bölümlere ayrılır. Bu bölümlerden R1, Haberalma ve Analiz; R2, Doğu Avrupa; R3, Batı Avrupa; R4, Afrika; R5, Orta Doğu; R6~ Uzak Doğu; R7, Amerika ve Batı Yarı Küresi bölümleridir. 2 numaralı servis karşı-casusluk örgütüdür. Üçüncü ve dördüncü bölümler birleştirilmiş olup komünistlerin çalışmalarıyla ilgilenirler. Altıncı Maliye, Yedinci de Yönetme bölümleridir. Beş numaralı bölümün adı «Eylem»dir. Bu bölüm, O.A.S. ye karşı sürdürülen savaşın öncüsüydü; Leylâklar Kapısı yakınındaki Mortiler bulvarında sade görünüşlü bir dizi binada bulunan genel merkezden, Eylem Bölümü’nün çetin ceviz görevlilerinin tümü mücadeleye girdiler. Çoğu Korsikalı olan bu adamlar, James 20 Bond’un birer kopyasıydılar. Kendilerini gücün doruğuna ulaştıran yoğun idmanlardan sonra, Satory kampının ayrı bir bölümünde eğitim görüyor, bilinen bütün yok etme yollarını öğreniyorlardı. Taşınabilir silâhları kullanmada, kavgada, karate ve judoda uzman kesiliyorlardı. Telsizcilik, baltalama ve sabotaj, işkenceye başvurarak ya da başvurmadan sorguya çekme, yangın çıkarma ve adam öldürme kursları görüyorlardı. Bazıları sadece Fransızca biliyorlardı, birkaç dil konuşanları dünyanın herhangi bir başkentinde rahatça iş görebilme olanaklarına sahip bulunuyorlardı. Görevleri başındayken gerektiğinde adam öldürme yetkisini de alan bu kişiler, kendilerine verilen yetkiyi sık sık kullanırlardı. O.A.S. nin eylemleri gitgide şiddetini arttırdığından, S.D.E.C.E. Genel Müdürü General Eugene Guilba-ud, sonunda adamlarını durdurmaktan vazgeçip onlan O.A.S.nin üzerine salmaya karar verdi. Đçlerinden bazıları Gizli Ordu saflarına sızıp en üst kademeye kadar yükselmeyi başardılar. Verdikleri bilgiler O.A.S.nin bir çok adamının tutuklanmasını sağladı. Halk yığınları bunları «goril» adıyla anmaya başladı Bastien – Thiry ve suçortaklarının dâvası devam ederken, O.A.S. nin çalışmaları da gitgide yoğunlaşıyordu. Bu çalışmaları yöneten, Petit-Clamart komplosunu perde arkasından hazırlayan kişi .Albay Antoine Argoud’ydu. Teknik Üniversite (*) yi bitirmiş olan Argoud, zeki ve dinamik bir adamdı. Đkinci Dünya Savaşında, Özgür Fransız Kuvvetlerine teğmen olarak katılmış, albaylığa yükselmiş ve Cezayir’de bir sü- (*) Polytechniquo adıyla anılan ve özel bir statüsü olan askeri okul, bir çok ünlü devlet adamı ve kumandan yetiştirmiştir. 21 vari alayının başına atanmıştı. Ufak tefek ve sinirli olan Argoud; parlak ama acımasız bir askerdi. 1961 Nisanında, Cezayir ayaklanmasının elebaşılarından sayılıyor, bir yıl sonra da Fransa içine yayılan O.A.S. nin harekât bölümü başkanlığını yapıyordu. Psikolojik savaşın uzmanı sayılan Argoud, De Ga-ulle’cülere karşı savaşın her alanda, hem baltalama, hem diplomasi, hem de dış ilişkiler alanında verilmesi gerektiğini anlamıştı. Ulusal Direniş Hareketi adıyla anılan O.A.S. siyasal bölümünün başındaki eski Dışişleri Bakanı Georges Bidault’nun, bütün Batı Avrupa gazete ve televizyonlarına demeçler vererek O.A.S. nin De Gaulle’e neden muhalefet ettiğini «saygılı» bir dille açıklayacağı kampanyaya girişti. S.D.E.C.E. bu tasarıyı aralık ayında haber aldı. Raporlar, bir çok ayrıntının yanı sıra, Argoud’nun BBC ile de bağlantı kurduğunu ve Londra’da Bidault ile yapılacak bir görüşme sağladığını belirtiyordu 15 Ocak 1966 da, anlaşıldığı gibi, sahte pasaportla yolculuk eden Bidault Londra’ya geldi ve televizyona demeç verdi. Bu konuşma, televizyonun 4 mart günlü programında yer alacaktı. Üstelik Đngiliz yetkililerinin büyük protestolarıyla karşılanmıştı. S.D.E.C.E’nin Lon-dra’daki adamı Paris’teki üstlerine, Bidault’nun 18 ocağa kadar Londra’ya geleceğini bildirdi Çok kısa süre önce De Gaulle Đngiltere’nin Ortak Pazar’a alınmasını engellediğinden, Đngiliz yetkililerinin aslında bunu destekledikleri sonucuna varıldı. Bidault LondraJdan ayrılıp Münih’e geçti ve orada, 16 Unertlstrasse adresinde kiralanan bir dairede Argoud’yla yine görüştü. Argoud şimdi, kendisini O.A. S.nin en tehlikeli ajanı haline getiren parlak zekâsından faydalanıyordu. Bidault için, radyo istasyonları ve en büyük gazetelerin temsilcileriyle bîr dizi görüş22 nıe sağladı. Bu görüşmelerin her birinde, yaşlı politikacı O.A.S.’nin çalışmalarını ustaca perdelemeyi başardı. Arğoud’nun hazırladığı ve Bidault’nun da sunduğu propoganda harekâtının başarıya ulaşması, Fransız Hükümetini, Paris’le büyük Fransız şehirlerine yayılan baltalama hareketleri ve bomba koyma olayları kadar ürkütüyordu. Bunun üzerine, 14 şubat günü. General de Gaulle’ü öldürme amacını güden bir başka komplo ortaya çıkarıldı. Devlet Başkanının ertesi gün Askerî Okul’da bir konferans vermesi gerekiyordu. Komşu binanın damına tüneyen bir katilin, içeri girerken onu sırtından bir kurşunla vurması kararlaştırılmıştı. Sonradan, bu komployu hazırlamakla suçlanan şu kişiler adaletin karşısına çıkarıldı: Jean Bichon adlı bir kişi, Topçu Yüzbaşısı Robert Poinard, Askeri Okul ingilizce öğretmenlerinden Paule Rousselet de Lif-fiac. Başkanı vuracak kişinin Georges Watin olması gerekiyordu. Ama «Topal» bir kere daha ele geçirilemedi. Poinard’ın dairesinde bir dürbünlü tüfek bulundu ve üç suçortağı tutuklandı. Sonradan, duruşma sırasında, Watin’i tüfeğiyle birlikte binaya sokmanın yollarını ararken, Askerî Okul öğrencisi Marius Tho ile ilişki kurdukları, Tho’nun doğru polise gittiği açıklandı. General de Gaulle, önceden kararlaştırıldığı gibi, ayın 15. günü törende hazır bulundu ama zırhlı bir arabayla gelmeyi kabul etti, verdiği bu ödünden hoşlanmadı. Komplo inanılmaz bir acemiliğin izini taşıyordu ama De Gaulle’ü sinirlendirdi. Ertesi gün Đçişleri Bakanı Freyi çağırtıyor, masasına yumruğu indirip şunları söylüyordu: «Bu cinayet hikâyeleri fazla uzadı.» Diğerlerinin cesaretini kırmak için, başlıca O.A.S. 23 yöneticilerine örnek olacak cezalar verilmesi kararlaştırıldı. Đçişleri Bakanı, Askerî Mahkemede devam eden dâvaların sonucundan kuşkulanmıyordu; sanık sandalyesinde oturan Bastien-Thiry General de Ga-ulle’ün ölümünü neden gerekli gördüğünü açıklamakta büyük güçlükler çekiyordu. Ama bu yıldırma yöntemleri de para etmedi. 22 şubat günü, S.D.E.C.E. 2 numaralı Servisinin şefinden (karşı casusluk/iç güvenlik) Đçişleri Bakanına gönderilen bir raporun sureti Eylem Bölümü şefinin de masasına geldi. Bu rapor şöyleydi: «Yıkıcı hareketlerin başlıca yöneticilerinden bîrinin, Fransız ordusu emekli Albaylarından Antoine Argoud’nun izini bulmayı başardık. Kendisi Almanya’ya sığınmış bulunuyor, oradaki haberalma servislerimizin verdiği bilgiye göre de uaha bir süre kalmayı öngörüyor… Durum tarafınızdan bilindiği için, Argoud’yıı kaçırmak belki de mümkün olabilir. Resmî karşı casusluk örgütümüzün ilgili Alman Güvenlik Kuruluşların-den istedikleri geri çevrildiğinden ve bu kuruluşlar ajanlarımızın Argoud’nun ve diğer O.A.S. sorumlularının peşlerine düşmesini beklediğinden, Argoud’nun kaçırılmasını amaçlayan böyle bir harekâtın azamî çabukluk ve dikkatle yapılması, en ufak haberin sızdmlmaması gerekmektedir.» Bu görev Eylem Bölümüne verildi. 25 Şubat günü akşama doğru, O.A.S. liderleriyle Roma’da yaptığı bir görüşmeden dönen Argoud Münih’e varıyordu. Doğru Unertlstrasse’ye gidecek yerde, taksiye binip kendisini Eden-Wolff Hotel’e götürmesini şoföre söyledi. Burada, herhalde yapılacak bir 24 toplantı için oda ayırtmıştı. Ama Argoud bu toplantıda hiç bulunamadı. Otelin girişinde yanına iki adam yaklaştı, ona tertemiz bir Almancayla hitap ettiler. Adamları Alman polisinden sanan Argoud, pasaportunu çıkarmak için elini cebine attı. Çelik gibi eller iki koluna yapıştı, ayaklan yerden kesildi ve dışarda bekleyen bir boyahane kamyonetine tıkılıverdi. Yumruklarıyla kendini korumaya kalkıştığında bu çabası, bir yığın Fransızca küfürle karşılandı. Nasırlı bir elin kenarı burnuna indi, karnına bir yumruk gömüldü, tam kulağının altındaki sinir merkezine bir parmak yüklendi ve Argoud hemen kendinden geçti.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir