“W” harfinin üçünü, bir arada bu kadar sık görmemişti insanoğlu! İnternetle gördü… Nedir İnternet? İnternet görmeden bakmak, seslenmeden konuşmak, yorulmadan sevişmektir. İnternet daldan dala atlamaktır. İnternet, varken yok olabilmektir. İnternet seçmektir. Dokunmadan, koklamadan sevebilmektir. İnternet hayattan kaçmaktır. Başka bir boyut, başka bir âlemdir. Bir âlemin klavyeye sığmış halidir. İnternet gelişimdir, bilimdir, özgürlüktür. Oyundur, iştir, gezidir, kitaptır, aşktır, bankadır, gazetedir, defterdir. İnternet bazen hastalıktır… Neden Facebook hayatımız oluyor? Neden oyunların başından kalkmıyoruz? Neden e-postalarımıza bakmadan duramıyoruz? Neden “chat” yaparken küfrediyor, başka kimliklerle diğerlerini ve kendimizi aldatıyoruz? İnternet sadece hayatımızı değil, psikolojimizi de etkiledi! İnterneti bilmeyen kaldı mı? Daha ansiklopedik bir tanım yapalım: İnternet, dünya üzerindeki mevcut milyonlarca ağın ortak bir protokol çerçevesinde iletişim kurmasını ve birbirleriyle kaynaklarını paylaşmasını sağlayan ağlar arası bir ağdır. Artık başka bir çağda yaşıyoruz. Bilgisayar teknolojisi insan hayatına girdiğinden ve internet toplumda yaygınlaştığından beri dünya farklılaştı. Diğer teknolojiler de insan hayatını etkiledi. Ama internet tüm toplumsal yapıyı değiştirdi. Toplumsal yapıyla birlikte insanın doğasında da değişimler yarattı. “Sanalizm” adını verebileceğimiz bir çağ, “sanalist” adını verebileceğimiz takipçileri ve onların bir yaşam tarzı oluştu. Sanalizm kendi hastalıklarını da yarattı: İnternet ve bilgisayar bağımlılığı! Gelişim, Modernlik ve İnternet İnternet, insanlığın gelişim sürecinin geldiği bir nokta! Bu noktadan öncesi olduğu gibi sonrası da olacaktır. Teknolojik gelişim, medeniyetin yeni bir yöne savrulmasına neden olmuştur. İnternet, karşıtlarını da yaratmıştır. Karşıtlar bu teknolojik gelişmeyi ve getirdiklerini sevmeyenlerdir. Karşıtların biraz nostaljik takıldıklarını da söyleyebiliriz. Karşıtlıkları geçmiş çağlara olan özlemleridir. Teknolojiye karşı duyulan bu hoşnutsuzluğa rağmen, internet artık egemen bir kültür olmuştur ve yarınımızı şekillendirmektedir. İnsanoğlu, eski çağlarda evreni egemenlik altına almaya çalışmamıştır. Evrenle ilişkisi sadece esriklikte gerçekleşmekteydi. Araç yapmaya başlayan ilkçağ insanlarıyla, doğaya egemen olma fikri gelişmiştir. İlkçağ insanları aslında doğaya boyun eğmiştir. Çaresizlik bu davranışın temelinde yatan nedendir. Öte yandan gizilgüçlere inanmış ve bir anlamda doğaya karşıt bir enerjiyi beslemişlerdir. Yaşama dürtüsünün egemen olmasıyla ve teknolojik gelişimle birlikte insanoğlu doğaya boyun eğmemeye, doğayı eğip bükmeye başlamıştır. Bunun en önemli nedeni de çaresizliktir. Anlayamadıkları ve çaresiz kaldıkları güçler karşısında boyun eğmişlerdir. Ama farklı şeylere tapmayı da ihmal etmemişler, aslında içlerindeki gizilgücü bugüne kadar taşımışlardır. Sonraki çağlarda evrenin güçlerini emerek yaşama dürtüsü egemen olmuş ve bir yarış başlamıştır. Teknik, doğa egemenliği değil sadece doğa ile insanlık arasındaki ilişki üzerinde egemenliktir. İnsan dünyadaki doğal dengeyi ve düzeni her ne pahasına olursa olsun egemenliği altına alma hırsını taşır (Yalçın, 2003). İlkçağ insanlarının ateşi bulmasından, tekerleği icat etmesinden, aletler üreterek hayatı kolaylaştırmasından farklı değildir internet. Araba çeken atlardan buharlı makinelere kadar gelişim tutarlı bir çizgi izlemektedir. İnternet postacının kapıyı çalmasının, atlarla yolculukların, telgraf direklerinin karşıtı değil devamıdır. İnternet son noktadır. Ama farklı bir boyut getirmeyi de başarmıştır. İnternet, suçların niteliğini bile değiştirmiştir. Bu nedenle yeni yasaların çıkarılması zorunlu hale gelmiştir. Bu durum internetin insan yaşamını kökeninden etkilediğinin bir göstergesidir. İnsan ve Makine Dünyanın geçirdiği son beş yüzyıl, yenilik ve kişisel özgürlüğün toplumun stabilite ihtiyacı ve kontrolüyle dengelenmesi gibi yeni sosyal değerlerin kökleşmesine yol açmıştır. Buna göre çok fazla sosyal değişim, çok fazla kişisel özgürlük sosyal düzeni tehdit etmektedir. İnterneti anlamak için insanoğlunun makineyle ilişkisine bakmak gerekir. Toplum makinelerle olan ilişkisinde derin bir ikilem (ambivalans) yaşamıştır ve yaşamaktadır. Buna iyi bir örnek olarak saat ele alınabilir. Saat keşfedildiğinde aynı bilgisayar veya internet gibi topluma hizmet vereceği düşüncesi hâkim olmuştur. Saatle gezegenlerin takibi yapılabilmiş, birçok önemli dini günün tam tespiti sağlanabilmiştir. Ancak saatin keşfi aynı zamanda Kilise’nin dogmalarının da yanlış olabileceği fikrini yaratmıştır. Saat toplumun düzenini de etkilemiştir. Hayat saate göre düzenlenmeye başlamıştır. Saat toplumu yönetir hale gelmiştir. İnsanların aktivitesi kayıt altına alınmıştır. Öte yandan bu durum Kilise’nin toplum üstündeki gücünü de etkilemiştir. Saatin keşfiyle mekanik oyuncak endüstrisi patlamıştır. Kendi kendine hareket eden oyuncaklar türemiştir. Bunların basit bir robot olduğuna kuşku yoktur. Bu ilkel robotlar o tarihlerde insanoğlunun üretilebileceği fikrini de yaratmıştır. Bu fikir toplumu korkutmuştur. İnsanın kendini kontrol eden makinelerden korkusu o günlere dayanmaktadır. Makinelere güvensizlik hep varolagelmiştir. Terminatör gibi filmler de makinelere olan güvensizliğin bir sembolüdür. İnternet ve bilgisayardan korkularımız da bunun benzeridir. Doğanın ötesinde insanın kendi yarattığı bir araç, insanı ve insanlığı kontrol eder bir hale gelebilir mi? Bu korku acaba insanoğlunu kontrol etmeye hevesli bireylerin paranoyası olabilir mi? Bir yanda bu korku yaşanırken, diğer yanda bilgisayarın getirdiği nimetlerden faydalanmak insanoğlunun ikileminin bir göstergesidir. Ama bir gerçek var ki, o da ikilem duyulan nesnenin, kişiyi o nesneye daha çok bağladığıdır. Yeni endüstriyel toplumda bireyin ürettiği üstüne kontrolü azdır. Kendi bedeni üstünde de kontrolü azdır. Bireysel güç, zaman içinde giderek güçsüzlüğe dönüşmüş durumdadır. 18. yüzyıl insanların bir makine gibi kontrol edildiği bir dönemdir. 19. yüzyıl ise makinelerin insanı kontrol edecek bir araç olarak kullanıldığı bir dönem olmuştur. Fabrika sahipleri artık makineleri tercih etmektedir (Ellerman, 2006). Ya da makine gibi insanları! İnternetin ortaya çıkışı da aslında askeri amaçlarladır. Zaman içinde diğer alanlarda kullanım şansı bulan internet tahminlerden daha hızlı yaygınlaşmıştır. Yaşamı kontrol eden bir araç haline gelmiştir ancak kontrolsüzlüğü sağlayan yanı insanları cezbetmiştir. Sonuçta internet sosyal düzenin alternatifi olmuş ve düzenleyicilerin rakibi haline gelmiştir. Her yenilik birçok sorunu da gündeme getirir. Yeniliğin nasıl kullanıldığı yenilikten bağımsız bir sonuç doğurur. İnternet ve Kapitalizm İnternet ile kapitalizm arasında yakın bir ilişki vardır. İnternet doğduğu gün karşısında kapitalizmin sırıtan görüntüsüyle karşılaşmıştır. Kapitalist sistem interneti büyütmüştür. Kapitalist sistemin interneti kullandığı aşikârdır. İnternetin kapitalizme isyan ettiği alanlar olmakla birlikte, gelecekte bu ilişkinin nasıl şekilleneceği izlenmeye değer bir durumdur. İnterneti sadece ve sadece kapitalizmin aracı olarak görenler de vardır. İnternet, kapitalist sistemin bir aracı olması nedeniyle de yoğun eleştirilere konu olmaktadır. Günümüzde internet ağının tüm dünyayı sarmasıyla devam etmekte olan iletişim teknolojisindeki gelişmeler, pazarları birbirlerine bağlayarak tek bir büyük pazara dönüştürmektedir. Kapitalist mantığın bir sonucu olarak, internetin bir dünya pazarı yaratacağı öngörüsü, büyük şirketler ile tekellerin iştahlarını hemen kabartmış ve dikkatlerini internetin sağlamış olduğu bu yeni, çok yönlü haberleşme ağına yöneltmelerine neden olmuştur (Yalçın, 2003). İnsanlar İnternet ortamında, diğer bazı şeyleri yaparken iyi birer tüketici/müşteri durumuna da gelebilirler. Şu an olan bitenler gerçekten de kapitalizmin teknolojiyi tüm dünyayı pazar haline getirmek için kullandığı yönünde değerlendirilebilir. Çoğu şey bedavadır internette! Hiç paranız olmadan yıllarca dolaşabilir, birçok şeye asgari ölçülerin üstünde sahip olabilirsiniz. İnternette eğlendirici oyun ve yazılımlara kolayca ulaşılabilmektedir. İnternette oyun oynama veya yükleme imkânı veren sayısız site vardır. Sadece oyun değil her türlü yazılım, dosya kolayca yüklenebilir. Karşı çıkılması gereken şey teknolojinin ulaştığı nokta değil, bunun nasıl kullanıldığıdır. Sorun teknoloji kullanımının mantığının değişip değişmeyeceğine ilişkin sorulara cevap aramaktır. İnternet, yarattığı yeni imkânlar nedeniyle geçmişin ve nostaljik yapıların yok edilmesi açısından da eleştirilebilir. İnternetle geleneksel işyerleri kaybolmuştur. Farklı emek ve üretim biçimleri gelişmiştir. Kitapçıların yerini kitap siteleri, pazarların yerini değiş tokuş siteleri almıştır (Yalçın, 2003). Ama çağlar biter, yeni çağlar başlar. Hiç kimse eski mesleklerini ve yaşam tarzlarını sonsuza kadar sürdüremeyecektir. Romantizmin veya modernizmin yaptığını, sanalizm de yapmıştır ve yapacaktır. Ta ki yeni bir çağa kadar! İnsan, Mutluluk ve Teknoloji Teknoloji, insanları pasifize etmekte ve egemen sınıfın çıkarına uygun olarak değiştirmekte midir? Teknoloji tümden yanlış mıdır? İnsanlar mutlu olmak istiyorlarsa bilgisayarları, otomobilleri, uçakları, elektriği hemen terk etmeli ve kırsal alanlara göçerek toprağı ekip biçmeli, daha az sofistike aletler kullanmalı, böylece hayatlarını daha dolu mu yaşamalıdırlar? Halbuki internet de insanların mutluluğu ve kolaylığı için değil midir? Hem de çok kolayca mutluluk getirmektedir. Daha az sofistike internet nasıl mutluluk için yeterli değilse, toprağı işlemenin her insana mutluluk getireceği de bir yanılsamadır (Yalçın, 2003). Toprağı işlemekten bir elma yemeye zamanı olmayan insan ile internet dışında hayatı kalmayan insan arasında nasıl bir fark vardır ki? Benzer şekilde bankada tüm gününü ekran başında geçirmeye zorlanan insan ile başkasının toprağını işlemeye zorunlu olan bir ırgat arasında da? Nostalji gelişimin önünde duramaz. İlerleyen teknoloji her zaman insanlık için yeni yaşam biçimleri yaratmıştır. Bir süre sonra kendisi de nostalji olmuştur! Demokrasi ve İnternet İnternette herkes eşittir. İnternet ayrımcılık yapmaz. Herkes kendini ifade etmek için eşit fırsatlara sahiptir. Kişiler sosyal statü, zenginlik, ırk veya cinsiyet farklılığı olmadan aynı düzeyde bulunur. Gerçek hayatta insanların kıyafetine bakıp yorumlar yapma durumu internette yaşanmaz. Bu olgu “internet demokrasisi” olarak adlandırılmaktadır (Bayraktutan, 2005). İnternet sayesinde belli bir ülke sınırları içinde bulunulmaksızın o ülkedeki kaynak veya insanlara erişmek mümkün hale gelmekte, bu kolay erişim neticesinde aidiyet kriterleri de farklılaşmaktadır. Aynı ağı kullanan insanlar için “nettaşlık” kavramı gündeme gelmekte, küresel köyün sakinleri için artık mahalli-global ayrımı ortadan kalkmaya ve her şey yerel olmaya başlamaktadır. Böylece insanlar, zaman ve mekân kısıtlamalarının belirleyici olmadığı bir üst kültür oluşturabilmektedir. Kamusal alanı genişleterek toplumsal katılımı ve söylem imkânlarını zenginleştiren internetin demokrasiye ciddi bir katkıda bulunduğu açıktır (Yılmaz, 2006). Sağlıklı bir demokrasinin göstergesi, yapılan seçimlere katılım oranının yüksekliği kadar, sosyopolitik organizasyonlara olan katılımın yüksekliğidir. Bu organizasyonlara olan politik katılım seçimlerde oy kullanma oranlarından çok daha önemlidir. Bu anlamda internet, vatandaşların sosyopolitik organizasyonlara katılmasını olumlu anlamda artırmıştır (Yalçın, 2003). Daha demokratik, daha açık bir toplumun yükseleceği bir zemin olarak internet başlangıçta çok şey vaat etmiştir. Ancak sansüre uğratılma çabaları da söz konusudur. Bu durum interneti engelleyememiştir. İnternetin engellenemez oluşu, demokrasi için bir avantajdır. Bugün ülkemizde 5.000’den fazla internet sitesinin yasaklanmış olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Yerleşik kurallar, anlayışlar, ahlaki bakışlar internetin getirdiği özgür ortama tahammül edememiştir. Herkes internette kendine bir site veya blog kurabilir ve istediğini söyleyebilir, yazabilir; bunları büyük kitlelere duyurabilir. Sınıf farkları, kastlar, kulüpler, cemaatler veya ahlaki bakış açıları bunu engelleyemez. İnternette örgütlenen protestolar çok kısa sürelerde eylemcilere ulaşmaktadır. İlgili siteleri kazara ziyaret eden ve olaydan haberi olmayanları bile bazı durumlarda protesto içine dahil olabilmektedir. İnternetin siyasi örgütlenmelerdeki yeri ve önemi büyüktür. İnternet serbest kürsüdür. İnternet diğer insanların duygu ve düşüncelerine şahitlik yapma fırsatı tanır. İnternet televizyonun aksine çift yönlü bir iletişim aracıdır ve herkes internette duygu ve düşüncelerini sohbet odaları, forumlar, internet sitelerinde izleyiciye ayrılan “görüşler” vb. pek çok sayfa aracılığıyla duyurabilir. Diğer insanlar da isterlerse bu sayfalara yazan insanların yazdıklarını okuyup takip edebilir. İnternetin serbestliği, Londra’daki Hyde Park’ın büyüsünü geçer. Bu kitabın yazıldığı günlerde “WikiLeaks sendromu” dünyayı kasıp kavurmaktaydı. Kimine göre WikiLeaks sitesinde yayımlanan Amerikan Dışişleri’ne ait belgeler dünyayı değiştirecekti, kimisine göre ise bu sadece bir toplum mühendisliği çalışmasının bir ürünüydü. Ancak bir düşünecek olursak, hangi medya türü bu belgelerin insanlara ulaşmasını bu kadar kolaylaştırabilirdi? Bu durum, bilginin bir iki medya patronun tekelinden çıkmasıdır. Bilginin kontrol edilemeyişidir. Öte yandan tüm politikacıların medyayı kullandığını düşündüğümüzde, internetin de kullanılamayacağını düşünemeyiz. İnternet tüm medyalar kadar kullanılabilirdir ama onu farklılaştıran demokratik ve toplumsal olmasıdır. Bu haliyle de internet yeni bir çağın başlangıcıdır… Anarşizm ve İnternet Cogito dergisinin 30. sayısında Tuğrul Tanyol, anarşizm ile internet arasındaki bağlantıyı şu biçimde tanımlıyor: İnternet bir kargaşa ve kaos ortamı, yani anarşi midir? İnternet belki de Anarşizm tarihinde, anarşinin vücut bulabildiği tek alan olmuştur. Hukuk ve düzenlemeler bu teknoloji hızına yetişmeyince İnternet’in gerçekten de düzensiz ve kargaşa içinde geliştiği söylenebilir. Anarşizm doğallıkla başarısızlığa mahkûm bir felsefe ve dünya görüşüdür, çünkü uygulama alanı yoktur, gerçekçi değildir. Anarşist devlet olamayacağına göre insanların özgürlük alanlarının nasıl çizileceği belirsizdir. Gençlerin içindeki isyan ve değişim duygusu zaman zaman nonkonformizm ile anarşizmi karıştırabiliyor. Gençler toplumsallaşmanın etkisine yaşlılara oranla daha az tabi ve içinde yaşadıkları topluma fazla bir yatırım yapmamış olduklarından her zaman her yerde değişim özlemlerini en çok dile getiren kesim olmuştur. Ve İnternet büyük ölçüde bu kesimin elindedir. Bilgi ile birlikte düşünceler de bu elektronik sanal ortamda akmakta. Bu düşüncelerin bir bölümü eski çağa ait kafa yapıları tarafından kuşkusuz zararlı olarak görünüyor, ama ortada tutuklayacak kimseyi bulamadıkları gibi, kapatacak bir mekân, toplanacak bir yayın da yok. İnternet uluslararasıdır. İnternet’in ulusal sınırları tanımadığı bir gerçektir. Ulusal farklar gözetilmeksizin ortak ilgi alanlarını paylaşan insanlar sanal bir çatı altında, var olmayan bir ülkede bir araya geliyorlar. Bu anlamda küresel bir “sivil toplum” oluşturmaktadır. İnternet küresel kapitalizmin gelişmesine yardımcı olduğu gibi, küresel kapitalizm karşıtlarının da işine yarıyor. Birçok protesto hareketi artık İnternet üzerinde organize edilmektedir. İnternetin, bazı teknolojik gelişmeler gibi köle değil, anarşist bir tavrı vardır. Sanal Kimlik Kişinin sanal kimliği aslında en güzel Facebook sitesinden görülebilmektedir. Kişinin sayfasına baktığımızda o kişinin kim olduğunu anlamakta bile zorlanıyoruz bazen. Bambaşka bir fotoğraf yer alır sitede. Herkes görmek istediğini oraya koyar. Fotoğrafı olmayanlar fotoğraflarından korktuklarından değil, iç yansımalarını gösterebilecek bir fotoğraf bulamamaları için koymazlar. Sanal kimlik, kendini ifade etme biçimi olarak seçilen bir yöntemdir. Bir yalan veya aldatma değil, kendini ifade etme biçimidir. Olmak istediğimiz ile olduğumuz arasındaki fark! Olmak istediğimiz her zaman doğru mudur veya mükemmel midir? Kesinlikle değildir. Aslında içimizdekidir. Peki içimizdekiler sahte midir? Gerçek değil midir? Bunu gerçek olarak kabul etmemek, romantizme de ihanettir. Hangi aşk gerçektir ki? Aşk gerçek olsa o kadar haz verebilir miydi? Gerçek olan sevgidir ve verebildiği haz da ortadadır! www yaşam biçimini tercih edenlerin iki farklı kimliği vardır: 1. Özellikle sahip olmayı istemediği veya gizlemek istediği özelliklerini de içeren gerçek yaşam kimliği. 2.İstediği veya gerçek yaşamda sahip olamayıp da hayalini kurduğu vasıflara büründüğü sanal yaşam kimliği. Sanal yaşam kimliği, bireyin istek ve arzuları doğrultusunda şekillenebildiği için birey tarafından daha çok kabullenilmektedir. İnternet ortamında yeni edinilmiş sahte veya gizli kimlikleriyle bireyler yenilik arayışlarının, özgürlük isteklerinin, toplumsal baskı ve normlardan uzak duygu ve düşüncelerin ifade edildiği, farklı gruplara karışabilme gibi olanaklara sahip olabilmektedirler (Güzel, 2006). Dolayısıyla birey sohbet odaları, tartışma forumları gibi çeşitli sanal ortamlarda kendi oluşturduğu sanal kimliği kullanabilmek için internette daha çok zaman geçirmektedir. “Avatar” Son yılların önemli filmlerinden biri olan Avatar, aslında sanalizmin zirvelerinden birisi ve sözcüsüdür. Dünya’ya beş ışık yılı uzaklıktaki Polifemus adlı gezegenin 14 uydusundan biri olan Pandora’da, kendilerine Na’vi adını veren, insandan daha büyük ve güçlü, mavi derili zeki canlılarla olan iletişimi ve sömürge savaşlarını anlatan film, sıradan bir bilgisayar oyununun kurgusundan daha öte bir yenilik getirmemektedir. Zehirli Pandora atmosferinde özel bir maske kullanılması şarttır ve Na’vilerle arabuluculuk gerektiği için insan DNA’sı ile Na’vi DNA’sı eşleştirilip, laboratuvar ortamında melez canlılar yaratılır. Bu “bilinçsiz” bedenler, sadece kendi DNA’larına sahip olan insanlar tarafından “uzaktan kumanda” edilebilmektedir. Filmde Pandora gezegenine giden kahramanlar aslında birer sanal kimliğe dönüşmekte ve bir sanal âleme geçmektedirler. Dönüştükleri kimlikler, aslında bilgisayar oyunlarında gözlemlediğimiz kimliklerden farklı değildir. Herkes özlediği veya idealleştirdiği kimliğe bürünür. Filmin kahramanı Jake Sully, bacakları felçli eski bir askerdir. Pandora’ya giderken atletik, çevik bir insan kimliğine geçtiğini görürüz. Sully ise yaşlanmakta olan bir kadınken, genç ve güzel bir kadın kimliğine geçer. Yeni kimliklerinde herkes çok mutludur. O kadar mutludur ki, asıl gezegenlerine yani Dünya’ya karşı savaşırlar. Aslında savaştıkları realite midir yoksa? Avatar filmi üstüne ideolojik yorumlamalar da yapılmıştır. Örneğin Ahmet Hakan’a göre Avatar filmi: • Solcudur: eşitlik fikri aşılar. • Dincidir: mucizelere yer verir. • Müslüman soldur: yüce güce dayanarak isyan eder… • Antiemperyalisttir: sömürgeci güçlere karşı bayrak açar. • Direnişçidir: asla uzlaşmaz… • İnançlıdır: düşman ne kadar güçlü olursa olsun yıldırılamaz. • Millicidir: taklitçi değildir, kendi medeniyetine güveni tamdır. • Çevrecidir: doğaya egemen olmak istemez. Aslında bu film, aşağıda tartışacağımız sanalizmin taşıdığı ideolojinin yansımasıdır. Sanalizm Teknoloji ilerledikçe bilgisayar kullanımı günlük hayatın içine daha çok girmekte, giderek daha fazla insan bilgisayar, internet, oyun gibi farklı türlerde kendilerini ifade etme yoluna gitmektedir. Bu ifade etme yöntemi giderek bir neslin, iletişimin, yaşam tarzının ve sosyal yapının gelişmesine yol açmıştır. Dünya tarihinde yeni bir dönem olarak adlandırılacak kadar toplumların içine işlemiştir. 1800’lerin sonunda ve 1900’lerin başında afyon bağımlılığının dünyayı sarmasından sonra 1970’lerde yaşanan eroin rüzgârını, 1990’larda ekstazi estirdi. Tüm bunlar insanlığı sarstı. Ama artık farklı ve yeni bağımlılıklar var. Neler mi? • Telefonla konuşmak. • SMS mesaj göndermek. • İnternet. • Bilgisayar. • Playstation vb. • İpod! Aslında tüm bunlar uygarlığın gelişim sürecini izleyen dönemin hastalıklarıdır. Emperyalizmin yoğun yaşandığı 19. yüzyılda, emperyalizmin dayatmasıyla Çin afyon bağımlılığına teslim olmuştu. Daha sonra Çin’den batıya doğru yaşanan göçle emperyalizm kendini vurdu, afyon bağımlılığı Amerika, İngiltere ve Fransa’da yaygınlaştı. O dönemi takip eden yıllarda kısa süren bir eroin rüzgârı esti. İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda ortaya çıkan özgürlük rüzgârları 1960’lı yıllardan itibaren toplumlara damgasını vurdu ve esrar dünya bağımlılık tahtına kuruldu. O yıllarda insanın kendini bulma arayışı ve bir “yola çıkması (trip)” LSD kullanımını da getirdi. 1970’li yıllarda soğuk savaş derinleşti. Bu dönemin acısını dindiren ise eroin oldu. Eroin fırtınasını ekstazi takip etti. 1990’lı yıllarda kentleşme ile onun getirdiği yabancılaşma ve acımasız rekabet ortamına ilaç gibi geldi ekstazi. Yakınlaşmayı artırması ve insanı hızlandırarak rekabette taraf olabilmeyi sağlaması bu dönemin uyuşturucusu olarak ekstazi ve kokain kullanımını yaygın kıldı. 2000’li yıllara ise damgasını “sanalizm” vurdu. Kolaylık adına ortaya çıkan ama toplum hayatını tümüyle kavrayan sanal ortam döneme adını yazdırmaya başladı. Haberleşmeden para takibine, sanattan günlük etkinliklere kadar sanal ortam görev aldı. Yaşamı kolaylaştıran sanal ortamın yaşamın bizzat kendisi olması ise gecikmedi. Doğal olarak bu dönemin bağımlılığı ise internet ve bilgisayar oldu. İnternet ve bilgisayar bağımlılığı sanalizmin bir hastalığıdır. Yaşadığımız bu çağda her şeyde sanallığın damgası var. Yaşantılarımızı sanal ortamlar belirliyor. Yaşamımız sanal ortamlarda geçiyor. İlişkilerimiz, iletişimimiz, sanatımız, eğitimimiz hep sanal hale geldi. Dilimiz sanal ortamın ürettiği kelimelerle doldu. Farklı karakteristik özellikleri olan bir dönem yaşıyoruz. Bu nedenle sanalizm yeni bir akımdan öte bir çağ (era) ve hareket (movement) olarak değerlendirilebilir. Romantizm veya modernizm gibi yeni bir hareket. Bir hareketin veya çağın başlaması için başlangıç aldığı bir nokta olmalıdır. Sanal çağın başlangıcı ise bilgisayarın bulunmasından sonra internetin yaygınlaşmasıdır. Bir çağdan söz edebilmek için uzun sürmesi gereklidir. Sanal çağ ise kolaylıkla biteceğe benzemiyor. Sanalizm diğerlerinden daha “kötü” olarak değerlendirilemeyeceği gibi, daha “iyi” bir çağ da değildir. Nostaljik akımların etkisinde kalarak geçmiş çağlara övgü yağdırıp, yeni bir çağa sövgüyü uygun görmek adil değildir. Geçirdiğimiz değişim mevcut bir çağın dejenerasyonu değil, yeni bir çağ olarak kabul görecek kadar somuttur. Önceki nesiller sanalizm hareketini ayrı bir hareket veya çağ olarak görmekte zorlanmakta ve bunu bir dejenerasyonla açıklamaya çalışmaktadır. Sanalizmi ayrı bir hareket ve sanal çağı ayrı bir çağ olarak görmekte zorlanmamızın bence en önemli nedeni, entelektüel yapısının çok güçlü olmamasıdır. Teknik altyapısı çok güçlüdür bu çağın. Çok yaygınlaşması ve tüm toplum katmanları tarafından benimsenmesi sonucu entelektüel gelişimi üst düzeyde olmamıştır.

Kultegin Ogel – Internet Bagimliligi
PDF Kitap İndir |