Nizar Kabbani – Ben Beyrut

Ben Beyrut. Adı Beyrut olan bir kent. Günlüklerimi yazıyor ve intihar etmeden Önce size gönderiyorum. Bu, kalkıştığım beşinci intihar. İlk dördünde, son anda kurtardılar beni; içtiğim De-mol hafif gelmişti çünkü. Aralarında bedevî/aşiretlerin bulunduğu kabileler ölmemem gerektiği üzerinde birleşmişlerdi çünkü. Ama bu kez Ölümüm yaklaştı. Çünkü satın aldığım Demol bir kenti öldürmeye yeter. Bana zehri satan nöbetçi eczacı öyle söyledi; bir de adını anmamamı istedi benden. Çünkü kendisi tarafsız bölgede duruyor, oysa Demol’Ie ölenlerin hepsi hizipçi. Ve onun dostları… Hizipçi Demol Beyrut denizini dolduruyor. Büyük küçük balıkları öldürüyor. Gemileri batırıyor. Duyguların bekâretine tecavüz ediyor. Denizde yüzen çocukları yutuyor birer birer… Dünya gazetelerinde ömrünün otuzuncu yılında intihar etmiş bir kadının haberini okursanız bilin ki canına kıyan o kadın benim. Beyrut’ 8 Ben Beyrut. Uygar olduğumu sanırdım. Şimdi anlıyorum ki uygarlıktan söz edecek son kişi benim. Bilgisizlik ve ümmîlik ormanındaki biricik eğitimli olduğumu sanırdım. Olanlar gösteriyor ki tüm okullardan kovulmuş tek câhil benmişim. Dünyanın bir yüzünü oluşturmakla, dünyaya bilgi kandilleri yakmakla, akıl kentleri kurmakla övünür-düm. Olup bitenler gösteriyor ki bütün dünya Lübnan’ın aklından yararlanmış. Ve Lübnan akılsız kalmıştır. Ben Beyrut. Size itiraf ediyorum -siz her kadına itiraf etmezsiniz-o hayatımdaki gerçek sevgi değildi. Gerçek erkek değildi. Tüm ilgilerim rüzgârlı, kırılgan, gelgeç oldu. Tanıdığım erkeklerin hepsi, üzerlerine bahis tutuştuğum atlardı. Kazanan attan başkasını seçmezdim. Tanıdıklarımın tümü iş adamları, banka müdürleri, büyük şirketlerin yönetim kurulu üyeleri İdiler, sık sık yolculuğa çıkarlardı, bundan dolayı onlarla birlikteyken çok rahattım. Kimseyle uzun ve romantik ilişkiler kurmaya vaktim olmadı. Limanların kadınıyım ben. Limanlar kalıcı ilişkiler için güven vermez doğal olarak; bir gemiyi uğurlar, bir gemiyi karşılar, anı defterini saklamayı asla düşünmez. 10 Ben Beyrut. Bir erkek için tutuştuğumu anımsamıyorum veya bir erkeğe ağladığımı yahut bir erkeğe sevda mektubu ya da aşk şiiri yazdığımı. Sevda mektupları boş sözlerdir. Aşk şiirleri toyluk, gevezelik, vakit kaybı. Hele benim gibi dolu bir kadın için, gerçekçi bir kadın için. Kadınlar niçin şiirle ilgilensin? Niçin bir büyücünün sesine, bir kâhinin sesine teslim olur gibi, şiirin sesine bağlansın? Niçin onunla sürmelenip onunla kokulansın; önüne mumlar, adaklar, kurbanlar sunsun? Ben şahsen şiire karşıyım; onun etkisine, egemenliğine karşıyım. Çünkü ben pratik ve güçlü bir kadınım; şiirin iradem üzerinde Rasputİn’in kadın akılları üzerine kurduğu egemenlik gibi bir egemenlik kurmasını kabul edemem. 11 Benim gibi pratik bir kadın, sorunlarının çözümü için şiire sığınmaz. O telefonun almacını kaldırıp erkeğe istediği şeyi söyler: Ol der ve olur. Sevgisiz, şefkatsiz ve şiirsiz otuz yıldan sonra kendimi yalnız kalmış hissediyorum. Bütün buharlı gemiler gitti. Bütün atlar kocadı. Aradığım telefonların hiçbiri cevap vermiyor. 12 Kozamın içinde ipekböceği gibi uyuyorum. Kireçli kalın kabuğumun içinde bir deniz hayvanı gibi uyuyorum. Ne sesler ulaşıyor bana, ne haykırışlar. Ne tarih ulaşıyor bana, ne yangınların dili buluyor beni. Sarsak Çarşısı yanıyor. Nerde bu Sarsak Çarşısı? Ben orayı bilmiyorum. Ben tüm giysilerimi Clemanceau Caddesi’nİn yahut El-Hamra’nın Boutique’lerinden alırım. El-Laazariyye binası yanıyor. Küçük kitapçılarında okul ve halk kitaplarının satıldığı yapı yanıyor. Bası-mevleri yanıyor. Yayınevi yanıyor. Arap Yayınevi burada mıydı? Arap Yazarları, Arap Kitapları var mıydı burada? Doğrusu ben GalUmard’dan, Hachette’den ve Seuil’den başka yaymcı işitmedim. Nuriye Pazarı yanıyor. İlk kez işitiyorum. Nuriye 13 Pazarı’nda -anladığıma göre- yoksul kimselere, halk işi fiyatlarla sebze satılırmış. Paris’teki ‘Halle’ gibi bir nevi. Niçin hüzünleneyim Nuriye Pazarı için? Benim onunla işim yok ki. Ben otomobilimi her cumartesi herhangi bir süpermarketin önünde durdururum. Arabayı dondurulmuş sebzelerle, Arjantin’den gelme etlerle, Fransız peynirleriyle, İtalyan konserveleriyle doldururum. Yoksullar da niçin benim yaptığımı yapıp süpermar-kete gitmiyorlar? Tüm sebzeler permanganatla korunmuş. Tüm meyveler selofan torbalara sarılmış. Üstelik arabaları koymanıza olanak sağlayan özel yerler var! Yoksullar niçin Nuriye Pazarı için ağlıyorlar? Şaştım kaldım. 14 Ben Beyrut. Kadmos’un tutkuya ve güzel modellere yerleşmiş Akdenizli bir kahraman ve iyiliğin ve sevginin öncülerinden Lübnanlı bir öncü olduğunu sanırdım. Ama torunlarının yaptıkları, düşlerimi kırdı; hayalimdeki ışığa bürünmüş suretini söndürdü. Böylece Kadmos, soylu tarihsel konumundan, kahraman niteliklerinden sıyrılıyor; bir avcıya, bir hayduta, bir gulya-baniye dönüşüyor. 15 Ben Beyrut. Yüzüklerini, bileziklerini, gerdanlıklarını suda yitiren su kraliçesi… Ben Akdeniz’in ayak altına düşen incisi… Ben mitolojinin civa ile zehirlenmiş mavi balığı… Ben; ilencin, şeytanların, korsanların; denizcilerini boğazlamak, hazinelerini yağmalamak üzere kovaladığı gemi… Ben particiliğin kazurat kanallarında yüzerken boğulup Ölen suçsuz kız çocuğu… Ben yavrularına fırından bir kilo ekmek alırken belinden hançerlediğiniz Şems (Güneş). Ben Beyrut. Sizin mermi şeridiyle, ahşap tabutla, ölüm ilanıyla değiş tokuş ettiğiniz, hak etmediğini? sevgi şiiri… Ben Beyrut. Arkeoloji ve kazı kitapları beni de Sodom’u, Ammu-riye’yi, Pompei’yi, Agadir’i, Hiroşima’yı andığı gibi anacak. Allah’ın “pişmiş taşlar atan ebabil kuşları” gönderdiği öteki kentler gibi. Gelecek tarihçiler Lübnan Masadası’ndan, Yahudi Masadası’ndan söz ettikleri gibi söz edecekler. Bu Yahudi halkının temel bireşimine katılan intihar ukdesi-dir; onunla kendini çökertmeye, toplu ölüm deneyimine girmeye kalkışır. Ben Beyrut… Gözyaşlarını sel etmiş gemilerin, kumlarına ölümün aşağıdaki şiiri yazdığı kıyının hatırladığı terk edilmiş liman: “Bin dokuz yüz yetmiş beş yılıydı. Akdeniz’in omzuna güzel bir kadın uzanmıştı. Adı Beyrut’tu. Ailesi oybirliği ile onu particilik benziniyle yakmaya; benzersiz bir barbarlık ve vahşet töreninde küllerini denize savurmaya karar vermişti.” 16 17 Ben Beyrut… İlk çocukluğumdan beri, Fenikeli olduğuma inandırdılar beni. Farazdak’tan, İmruulkays’tan, Cerir’den korkuttular beni. Çocukluğumdan beri bana amcaoğullarımın Virgjle, Dante, Racine, Victor Hugo olduğunu söylediler ve bir kızın amcaoğullarıyla evlenmesi aile geleneklerinden-di. Çocukluğumdan beri, denizlerin kızı olduğumu; dedelerimin Malta’da, Sardunya’da, Marsilya’da, Rodos’ta, Kıbrıs’ta, Arvad’*da gömülü olduğunu yerleştirdiler kafama. Deniz öyküleriyle, deniz kulüpçüiükleriyle kafamı ütülediler. Öyle ki, Akdeniz’den geçen her balık kendini aile bireylerinden sayar oldu. Karaya çıkan her kumral deniz18 ciyi nişanlım saydım. Çöle gelince kumamdı o benim. Ürünleri de hurma, Arap yağı, koyun yünü, acı kahve, çakıl taşları boyunca yürüyen uzun uzun şiirler… Bu, petrolden önceydi. Petrolden sonraysa, duygularım petrolsüleşti, yaklaşımlarım çölsüleşti. Son hatıra fotoğrafımda kefiyem ve agelim bile var. Eski nişanlıma, nişanı bozduğumu, çünkü deniz yaşamının bana uygun olmadığını, balık etinin bende alerjiye yol açtığını bildirdiğim mektubu gönderelİ kaç yıl oldu. Ailem elbette kumral Avrupalıyla nişanı bozmamı uygun bulmadı ama benliklerinin derinliklerinde yeni petrolcü aşkıma da karşı çıkmadılar. *Arvad, Doğu Akdeniz’de Suriye Adası. Fenikeliler Ara-dos dermiş.(ç.n.) 19 10 Kitapçılara uğramıyorum. Yalnızca siyaset adamlarıyla, ünlü sosyete yıldızlarıyla birlikte resmimin yayınlandığı Lübnan dergilerini alıyorum. Siyasal kültürüm sıfır. Nasıl sıfır olmasın ki, bu ülkedeki tüm siyaset adamları dostlarım ve evimden çıkmıyorlar. Kitaplar keyif vermiyor bana. Hayatımda okuduğum en değerli kitap: Çek Defteri… Bu söz, düşler prensiyle hasır üstünde birlikte uyumayı kabul eden düşçüleri şaşırtmasın. Ben o tür biri değilim. Bir erkekle hasır üstünde se-vişemem, onunla yerde zeytin ekmek yiyemem. Paris’te Maxim’s lokantasında, Beyrut’ta Vandöme ve Saint-George otelinde yemek yemeyen sevgi, kansızlıktan ölür. Benim kasıntılı, narsisist, kaprisli bir kadın olduğu20 mu, Beyrut snobizminin beni öldürdüğünü söylüyorlar. Bu doğru olabilir. Ama yeryüzünde kasıntılı olmayan kadın var mı hiç, kaprisli olmayan kadın var mı hiç şu yeryüzünde? Snobizme gelince, o Lübnan’ın tarihsel düğümüdür; adımla, yürüyüşümle, gözlerimin rengiyle birlikte miras aldım onu ben. Biliyorum, bu bir yanlış; biliyorum içimin derinliklerinde yaşamım bir dipnot, ben nesnelerin yüzeyinde bir saman çöpü gibi yayılıyorum. Biliyorum taşıdığım çek defteri, beni iflâstan ve düşüşten koruyacak kutsal bir kitap değil. Burjuvalığımın esaslı olmadığının farkındayım. Ama otuz yıl sonra, beni tarihsel düğümlerimden kim kurtarabilir? Buna kimin gücü yeter?

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir