Eskiden, köyün dışındaki bir kulübecikte bir dede ile bir nine yaşarmış. Dede her sabah ormana gider, nine de evde kendi işine gücüne bakarmış. İkisi de çalışkanmış ve huzur içinde yaşarmış. Kuşkusuz, büyük bir üzüntüleri olmasaymış, daha memnun ve mutlu olurlarmış; çocukları olmamış ve yaşlılık günlerinde yapayalnız kalmışlar. Nine küçük avlusunu süpürürken sık sık “Ah, şimdi küçük bir oğlan ya da kız şuracıkta oynasaydı, ne hoş olurdu!” diye düşünürmüş. Dede de sırtında çalı çırpı yüküyle ormandan döndüğü zaman, küçük bir oğlanın kendisini karşıladığını ve sevgiyle kucakladığını düşlermiş. Ama bir düş yalnızca bir düştür. Çocuksuz, neşesiz bir yaşam içinde yaşayıp gidiyorlarmış. Bir gün, nine her zamanki gibi dedenin azığını hazırlamış; o ormana gidince çamaşırları toplayıp yakındaki derede yıkamaya gitmiş. Yıkamış, durulamış ve ancak sırtı dayanamayacak kadar ağrıyınca başını işinden kaldırmış “Gerinip biraz dinlenmeliyim,” demiş nine ve ayağa kalkmış. “Orada suyun üstünde yüzen şey de ne!” diye şaşırmış birden ve daha iyi görmek için elleriyle gözlerini korumuş; iri, kırmızı bir şeftali ağır ağır kıyıya yaklaşıyormuş. “Gerçekten şeftali mi! Bu kadar iri olur mu! Üstelik şeftali mevsimi de değil!” diye düşünmüş nine. Çabucak bir sopa almış ve akıp gitmeden şeftaliyi kıyıya çekmiş. Öyle bir koku yormuş ki başını döndürmüş. “Kokusu böyle olan bir meyvenin tadı nasıldır kim bilir!” Nine şeftaliyi dişlemiş. “Ne kadar tatlı, insanın ağzında kendiliğinden eriyor”
Anonim – Japon Masalları
PDF Kitap İndir |