Hande Altaylı – Kahperengi

İstanbul, 2006 … İki keklik bir kayada ötüyor, ötme de keklik derdim bana yetiyor… Saatlerdir çalan elektronik müziğe rağmen, diline takılan bu şarkıdan bir türlü kurtulamaması rahatsız ediciydi. Beyni kendi müziğini yapıyor ve dışarıdan gelen her sesi birtakım gümbürtüler, takırtılar, cızırtılar, vızıltılar ve fısıltılara dönüştürüyordu. Güçlü kolonlardan yayılan ve sürekli kendini tekrar eden ritim, Narin’in karnına, kollarına, zavallı ak-karaciğerlerine dum tıs dum tıs vurup duruyor ama kulağını ele geçiremiyordu. Böyle hissetmesinin sebebi aşırı yorgunluk ya da damarlarında gezinen litrelerce alkol olabilirdi. Gecenin kaçı olduğunu bilmiyordu. Kaç saattir bu evde olduğunu, kaç kadeh içtiğini, bangır bangır çalan müziğin ne olduğunu, etraftaki kalabalığın ne konuştuğunu, üzerindeki kırmızı mini elbiseyi ne zaman giydiğini, kimin kiminle yattığını, günü, ayı, mevsimi, yılı… Zihni, ayırt edilmez seslerin ve anlaşılmaz görüntülerin ablukası altındaydı. Kaymış gözleri görmeden bakıyordu; kulakları duymaz, ağzı epeydir laf yapmaz olmuştu. Yüksek tavanlı koca salonda yaklaşık kırk kişinin gölgesi dolanıyordu. Müziğin sesini bastırmak için bağırıp duran kırk ağız ve gecenin bu saatinde hâlâ söyleyecek sözü bitmemiş insanlar… Makyajların ışıltısı çoktan silinip gittiğinden, yorgun yüzlerin kusurlarını kapatmak loş ışığa ve havada bir bulut gibi asılı duran sigara dumanına kalmıştı. Kontrolden çıkmış bakışlar ve yersiz kahkahalar çiftleşme çağrısından başka anlam taşımıyordu. Salonun önündeki ince uzun balkona açılan kapının ağzında Gaye, Memo, Yonca ve Burak sigara içiyorlardı. Ev sahibesinin, yani Deniz’in yıllardır değişmeyen arkadaşları ve bu partilerin gediklileriydi. Onların tam önünde dans eden iki kız vardı. Kızlardan biri tepesinde topladığı saçlarını açıp müzikle birlikte savurmaya başladığında, Narin’e koca dünya o saçların arasına girmiş sallanıyor gibi geldi ve gözlerini çevirdi. Boş bardaklarla dolu küllükleri toplamaya çalışan garsonlar, DJ’i bir köşeye itip kendi müziklerini çalmak isteyen sarhoşlar, yorgunluktan kanepelere, koltuklara serilmiş ama evlerine dönmeye niyeti olmayan, tanıdık-tanımadık bir sürü insan… Girişe yakın köşede ünlü bir televizyoncu az önce en yakın arkadaşı olduğunu iddia ettiği kızı şehvetle öpüyordu ve elleri en yakın arkadaşının göğüslerini yadırgamışa benzemiyordu.


Narin anlamadan ve şaşırmadan bakıyordu etrafına. Zaten şaşırabilecek halde olsa, iki sene önce kavga dövüş boşanıp şu anda tam karşısında kucak kucağa oturan reklamcı çift için kullanırdı hakkını. Her şeyin mümkün olduğu bir âlemde yaşadığını uzun zaman önce öğrenmişti. Gözleri Deniz’i aradı ama bulamadı. Narin’in en yakın arkadaşı ve aynı zamanda bu partinin sahibi olan Deniz ortalarda görünmüyordu. Elbette bunun, Narin’in burnunun ucunu bile görmekte zorlanmasıyla bir ilgisi olabilirdi. Bardağına biraz daha votka doldurup bara dönüştürülmüş uzun masanın yanından sallana sallana uzaklaştı. Deniz’in daha iki hafta önce dünyanın parasını vererek aldığı masanın, dökülen içkilerden yapış yapış olduğunu fark etse dertlenebilirdi ama bütün dikkatini düşmeden yürüyebilmek için kullanıyordu. Zaten bir masa Deniz’in masası olacaksa, bütün bunlara alışmak zorundaydı. Aynı kural bu eve adım atma talihini ya da talihsizliğini yaşayan tüm mobilya ve eşyalar için geçerliydi. Kaderlerine neşeli aile kahvaltıları, sakin akşam yemekleri ya da münasip saatlerde biten tatlı sohbetler yazılmamıştı. Bir bar taburesinin yazgısını paylaşıyorlardı. Bitmeyen partiler, dinmeyen müzik, içki, sigara vs… Hatta sigara yasağından beri, barlar bu evin yanında sanatoryum sayılabilirdi.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. Bu kitapta ana karakterde bendeki beni goruyorum