Raymond Roussel – Locus Solus

“Bütün çağların en büyük büyücüsü”: Breton böyle tanımlar Raymond Roussel’i. “Tek bir kitap seçecek olsaydınız, yangından korumak için, hangisi olurdu bu?” sorusuna Dali’nin yanıtı: Locus Solus. Çağımızın özgün yazarlarından, etnolog Michel Leiris’in gözünde en büyük kılavuz. Michel Butor için modern yazının doğum yeri. Alain Robbe-Grillet’ye göre ilk, belki de en önemli “yeni romancı”. Üzerine bir kitap yazan Foucault için ise insan aklının işleme fonksiyonlarını en iyi gösteren yazar. 1933’de, başlangıçta hayli esrarengiz koşullarda gerçekleştiği için polis soruşturmalarına konu olan (olayı bir İtalyan gazetesi adına çok yakından Leonardo Sciascia izlemiştir) intiharı ile son bulan hayatında sayısız karanlık nokta var. Çok zengin ve soylu hısımlıklar barındıran bir aileden geliyor: olağanüstü saygı duyduğu Jules Verne’i izleyerek, bütünüyle özel bir araba yaptırıp dünyayı geziyor (İstanbul’a da uğradığını biliyoruz); şiirler, tek bir roman, birkaç oyun, öyküler ve ‘tuhaf’ metinler bırakıyor arkasında ve intiharının tanığı Charlotte Dufresne’e adanmış ürkütücü bir belge: Bazı Kitaplarımı Nasıl Yazdım? başlıklı bir yazınsal vasiyetname. Yüzyıl başının ünlü psikiyatrlarından Pierre Janet, İç Sıkıntısından Vecde başlıklı kitabında, adını vermeksizin Roussel “vaka”sını aktarır: 19 yaşında kendi dehasını keşfeden ve altı ay boyunca neredeyse hiç uyumadan (ama yorulmadan) “kan” ile binlerce mısra düşen bir aykırıdır bu. Sonradan, yazma yöntemlerini açığa vururken, belli-belirsiz o “özel dönemi” de yansıtacak, kitaplarının nasıl ıskalandığını bir bir gösterecektir. Locus Solus, gerçek anlamıyla öncesi/öncüsü olmayan bir yapıttır. Biricik yanını Roussel, alabildiğine yalın biçimde okurun önüne koyar: Bütün dünyayı gezmiş olduğu halde, gördüklerinden hiçbir şeyi katmadığı romanı baştan uca imgelem ürünüdür. 1950 sonrasında, Yeni Roman’cıların ana düsturu sayılacak olan “bir serüvenin yazısı değil, bir yazının serüveni” yaklaşımının tohumu burada, Raymond Roussel’dedir. Bergamalı cücenin kan revan öyküsü, belki de bir otoportre denemesidir.


Locus Solus’a gelince: Harikalar diyarından gelme 1001 gece 1001 gün masalıyla dopdolu bu roman bir gün Türkiye’ye de gelecektir. Enis Batur I Nisan başlarının bu perşembe günü, bilgin dostum üstat Martial Canterel, birkaç yakınıyla birlikte, Montmorency’deki güzel villasını çevreleyen uçsuz bucaksız bahçeyi gezmeye çağırmıştı beni. Locus Solus -mülkün adı böyledir- sakin bir köşedir, Canterel çeşitli ve verimli çalışmalarını burada dingin bir kafayla sürdürmekten hoşlanır. Bu ıssız yer’de Paris’in çalkantısından yeterince uzaktır -gene de, araştırmaları bir süre şu ya da bu özel kitaplığa uğramasını zorunlu kıldığı ya da bilim dünyasında herkesin dinlemeye şaşılacak ölçüde can attığı bir konuşma aracılığıyla şu ya da bu olağandışı bildiriyi iletme günü geldiği zaman, çeyrek saatte başkente ulaşabilir. Canterel nerdeyse bütün yılı Locus Solus’ta, ardı arkası gelmeyen buluşlarına tutkulu bir hayranlık duyan, yapıtının tamamlanmasında kendisine büyük bir bağlılıkla yardımcı olan öğrencileri arasında yaşar. Köşkte örnek laboratuvarlar biçiminde düzenlenmiş birkaç oda vardır, bunlara birçok yardımcı bakar, üstat da tüm yaşamını bilime adar, bu arada, yükümlülükten uzak bir bekârın büyük servetinin desteğiyle, tutkulu çalışması sırasında benimsediği değişik amaçların yol açtığı tüm özdeksel zorlukları hemen çözümleyiverir. Saat üçü yeni vurmuştu. Hava güzeldi, nerdeyse her yanı dupduru bir gökyüzünde güneş ışıldıyordu. Canterel bizi köşkünün yakınlarında, açık havada, gölgeleri değişik hasır iskemleler içeren rahat bir oturma yerini çevreleyen yaşlı ağaçların altında karşıladı. Son çağrılının da gelmesinden sonra, üstat yürümeye başladı, topluluğumuza öncülük etti, biz de kendisine uysalca uyduk.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir