Stephenie Meyer- Alacakaranlık Serisi – Cilt 3 – Tutulma

Ateş ve Buz Bazıları dünyanın sonunun ate^ olduğunu söylüyor, Bazıları da buz. Tutkuyu tattığımdan Atqi tercih ediyorum ben. Ama iki kere yok olacaksa dünya, Biliyorum nefreti yeterince Buzla da yok olsun Diyebilecek kadar Robert Frost Çevirdiğimiz dolaplar tüm çabalarımıza rağmen boşa çıkmıştı. Kalbimdeki acıyla beni savunmasını izledim. Sayıca üstün olmalarına rağmen bütün dikkatini verdiğine hiç şüphe yoktu. Yardım beklemediğimizi biliyordum, şu anda ailesi de, onun bizim için mücadele ettiği gibi kendi hayatları için dövüşüyordu. Diğer dövüşün sonucunu öğrenebilecek miydim? Kimin kazanıp kimin kaybettiğini keşfedebilecek miydim? Bu kadar uzun süre hayatta kalabilir miydim? İhtimaller hiç de iyi görünmüyordu. Kara vahşi gözler, ölümümü şiddetle arzuluyor, koruyucumun dikkatinin dağılacağı anı kolluyordu. O an geldiği zaman kesinlikle ölecektim. Bir yerlerde, çok ama çok uzakta, soğuk bir ormanda bir kurt uludu. m 1. ültimatom BeJla, Neden sanki ikinci gınıfttftymışız gibi, Cliariie vasi-taşıyla Diily’ye notlcır yoîladığmı anlamlyoı-um. üğıer seninle konuşmak isteseydim Sen teıvnlıini yaptın, değil mi? İkisine de aynı anda sahip olamazsın, “Can düşmanı” lafının lıangi kısmını anlamakta güçlük çekiyorsun Pak, pisliğin teki olduğumu biliyoı^um ama bunun başka bir yolu yok Arkadaş olmamızın imkdnı yok çünkü sen gamamın bir avuç Seni düşünmek lıer şeyi daha da zor hale getin-yor, bu yüzden bir daha yazma Evet, ben de seni özledim. Hem de çok. Bu hiçbir şeyi değiştirmez.


Üzgünüm. Jacob Parmaklarımı kâğıdın üzerinde gezdirdim, neredeyse kâğıdı delercesine arkasında bıraktığı girintilere dokundum. Mektubu yazarkenki halini düşünmeye çalıştım. Kötü el yazısıyla bu öfke dolu mektubu nasıl yazdığını, yazdıkları ona yanlış geldikçe satırların üzerini tek tek çizdiğini hayal ettim. Belki de kalem kocaman ellerinde ikiye ayrılmıştı, hem bu mektuptaki mürekkep damlalarını da açıklıyordu. Siyah kaşlarının üzüntüyle bir araya geldiğini ve alnının kırıştığını hayal edebiliyordum. Eğer orada olsaydım, muhtemelen bu haline gülerdim. Kendini bu kadar sıkma Jacob, derdim ona. Söyle gitsin. Aslında, mektubu defalarca okuyup yazdığı bütün kelimeleri aklıma kazıdığımdan, gülmek yapacağım en son şeydi. Onun da dediği gibi, ikinci smıf öğrencilerinin yapacağı türden bir şey yaparak Charlie vasıtasıyla Billy’ye oradan da nihayet ona ulaşan özür notuma verdiği bu cevap hiç de şaşırtıcı olmamıştı. Daha mektubu açmadan ne yazdığını tahmin etmiştim. Asıl şaşırtıcı olan şey, üzeri çizilmiş satırların beni bu kadar yaralamış olmasıydı. Daha da önemlisi, her birinin öfkeyle başlamasına rağmen derinlerinde büyük bir keder saklıyor . olmalarıydı; Jacob’ın çektiği acı, beni kendi çektiğim acıdan daha çok yaralamıştı.

Oturmuş bunları düşünürken, burnuma mutfaktan bir yanık kokusu geldi. Herhalde, benden başka kimse, evlerinde yemek pişirildiğinde benim kadar panik yapmazdı. Hemen buruşmuş kâğıdı arka cebime koydum ve zaman kaybetmeden alt kata koştum. Charlıe’nin mikrodalga fırına koyduğu bir kavanoz makarna sosu mikrodalga fırının içerisine takılıp kalmıştı, kapağını açtım ve onu çıkardım. “Neyi yanlış yaptım?” diye sordu Charlie. “Once kapağını açıp çıkarmalıydın, baba. Metal şeyler mikrodalga için uygun değil.” Hemen kapağını açtım, sosun bir kısmını kâseye boşalttım ve fırına koydum. Fırmın 10 zamanını ayarladıktan sonra, kavanozu tekrar buzdolabına koydum. Charlie dudağını bükmüş beni izliyordu. “Doğru düzgün bir makarna yiyebilecek miyim?” Kokunun kaynağını fark edince ocağın üzerindeki tavaya baktım. “Biraz karıştırmanın yardımı dokunur,” dedim kibarca. Bir kaşık aldım ve sıcak su ekleyerek lapa haline gelmiş yığını sulandırmaya çalıştım. Charlie iç geçirdi. “Peki tüm bunlar ne için?” diye sordum.

Kollarını göğsünde kavuşturmuş, yağmur damlalarının vurduğu arka pencereden hiddetle dışarıya babyordu. “Neden bahsettiğini bilmiyorum,” diye söylendi. Şaşırmıştım. Charlie yemek mi yapıyordu? Bu haşin tavır da neyin nesiydi? Üstelik Edward bile burada değilken; bu tip davranışları genellikle sevgilime saklardı, “hoş karşılanmadığını” göstermek için elinden geleni ardına koymazdı. Fakat Charlıe’nin bu çabası gereksizdi, Edward, Charlie belli etmese bile, hakkında ne düşündüğünü biliyordu. Sevgili kelimesi, tanıdık bir hissin ortaya çıkmasına neden oldu. Tek sorun doğru kelime olmamasıydı. Sonsuz bir bağlanışı ifade edecek başka bir deyişe ihtiyacım vardı… Fakat günlük konuşmalarda, kader ve alınyazıst gibi kelimeleri kullanmak kulağa eski moda geliyordu. Edward’in aklında ise, bu hissettiğim tuhaf duygunun da kaynağı olan başka bir kelime vardı. Bu kelimenin düşüncesi bile beni rahatsız ediyordu. Nişanlı. lyy. Tüylerimi ürperten bu düşünceyi hemen aklımdan uzaklaştırdım. “Ben bir şey mi kaçırdım? Ne zamandan beri yemek yapıyorsun?” diye sordum Charlie’ye. Kaynayan sudaki makarnayı karıştırıyordum.

“Ya da deniyorsun, demeliydim.” Charlie umarsızca omuz silkti. “Kendi evimde yemek yapamayacağıma dair bir kural mı var?” 11 “Biliyor olmalıydın,” dedim gülümseyerek, bir yandan da ceketine iliştirdiği rozete bakıyordum. “Güzel espriydi.” Sanki ben hatırlatmışım gibi, ceketini çıkardı ve diğer teçhizatlanyla birlikte asbya astı. Silahı da askıda duruyordu, son birkaç haftadır yanına alma gereği duymamıştı. Washington’m küçük bir kasabası olan Forks’ta, artık birdenbire ortadan kaybolmalar, orda burada görülen devler ve ormanda meydana çıkan gizemli kurtlar yoktu… Makarnayı sessizce karıştırırken Charlie’yi neyin bu kadar rahatsız ettiğini anlamaya çalışıyordum. Babam kelimelerle arası çok da iyi olan biri değildir, bu yüzden de, eğer benimle oturup yemek yemeyi planladıysa, aklında her zamankinden farklı bir şeyler olduğu kesindi. Sık sık saate babyordum, bunu son günlerde alışkanlık haline getirmiştim. Gitmeme yarım saat kalmıştı. Günün en zor bsmı öğleden sonralarıydı. En iyi arkadaşım Jacob Black (kurt adam) motosiklete bindiğimi ispiyon-ladığından beri, erkek arkadaşım Edward Cullen (vampir) ile vabt geçiremiyordum. Yaptığı bu hainlik yüzünden eve hapsedilmiş, babamın denetimi ve aksi babşlan altında yaşamaya mahkûm edilmiştim. Yine de, bu gerginlik, daha evvel hiçbir açıklama yapmadan üç gün ortadan kaybolmuş olmama verilen karşılığa b-yasla daha kolay bir süreçti. Elbette, Charlie bu konuda bir şey yapamayacağından Edward’i okulda görüyordum.

Hem sonra, Edward neredeyse her geceyi benim odamda geçiriyordu ve Charlie bunun farkına bile varmıyordu. Edward’in sessizce ve kolayca pencereme tırmanabilme yeteneği, bizim için, en az Charlie’nin aklını okuyabilme yeteneği kadar kullanışlı oluyordu. Öğleden sonraları, Edward’dan en uzak kaldığım zamanlardı ve bu beni oldukça rahatsız ediyor, saatler adeta geçmek bilmiyordu. Fakat cezamla ilgili tek kelime etmiyordum. Bunun iki sebebi vardı; birincisi bunu hak etmiş olmam, ikin12 cisi de evden ayrılarak babama acı verme fikrine dayanama-mamdı. Tamamen gitmek yerine Charlie için görünmez biri olmayı tercih ediyordum. Babam, elinde ıslanmış bir gazeteyle homurdanarak masaya oturdu ve birkaç saniye sonra gazetedeb bir haberi onaylamadığını belli eden bir yorumda bulundu. “Haberleri neden okuduğunu bilmiyorum, baba. Seni bzdırmaktan başka bir işe yaramıyorlar.” Beni duymazlıktan geldi ve söylenmeye devam etti. “İşte insanların küçük kasabalarda yaşamasının sebebi bu! Gülünç.” “Büyük şehirlerin ne suçu var?” “Seattle adeta cinayet başkenti olmak için yanşıyor. Son iki haftada çözülmemiş beş cinayet vakası oldu. Böyle bir şehirde yaşadığını hayal edebiliyor musun?” “Bence Phoenbc, cinayet vakalarında daha üst sıralardadır baba. Orada bununla ycyöyafct’/mijrim.

” Ve bir cinayete kurban gitmeye, onun bu küçük güvenli kasabasına gelene kadar asla böylesine yaklaşmamıştım. Aslında hâlâ ölüm listesinde yer alıyordum… Kaşığı tutan elim birden titreyince içindeb sıvı da titreşti. Yemeği bekletmekten vazgeçtim ve servis etmeye karar verdim. Spagettiyi et çatahyla ayırmak zorunda kaldım. Yemeği tabaklarımıza bölüştürürken, Charlie, mahcup bir ifadeyle beni izliyordu. Sonra, kendi makarnasını sosa buladı. Bense, kendi tabağımı, onun sergilediği coşkudan uzak bir şeblde, önüme koydum. Bir süre sessizce yemeklerimizi yedik. Charlie haberlere göz atmaya devam ederken ben de, evde eskimiş bir kop^’^asını bulduğum Uğultulu Tepeler’i, sabah kaldığım yerden okumaya devam ettim. Konuşmasını beklerken kendimi on dokuzuncu yüzyılın ingiltere’sinde kaybetmeyi denedim. Tam Heathcliff’in döndüğü bsma gelmiştim b, Charlie boğazmı temizledi ve gazetesini kenara fırlattı. “Haklıydın,” dedi Charlie. “Bunu yapmamın bir nedeni * vardı.” Sosla kaplanmış çatalını bana doğru sallıyordu. “Seninle konuşmak istiyordum.

” Kitaptan gözümü ayırıp neredeyse parçalanacak olan kitabı masaya bıraktım. “Sadece sorabilirdin.” Başını salladı, kaşları çatılmıştı. “Evet, bir dahaki sefere böyle yaparım. Yemek yapmanın seni yumuşatacağını düşünmüştüm.” Güldüm. “İşe yaradı, yemek yapma yeteneğin beni yağ gibi eritti. Ne oldu, baba?” “Pekâlâ, bu Jacob ile ilgili.” Yüzümün ifadesinin sertleştiğini hissettim. “Ne olmuş ona?” diye sordum soğuk bir ses tonuyla. “Sakin ol, Bells. Biliyorum, seni ispiyonladığı için hâlâ kızgınsın ama o doğru olanı yaptı. Sorumlu davrandı.” “Sorumlu,” diye tekrarladım alay edercesine ve gözlerimi devirdim. “Pekâlâ, ne olmuş Jacob’a?” Bu soru kayıtsızca zihnimde yankılanıyordu.

Ne olmu^ Jacob’a? Onun için ne yapabilirdim? Eski en iyi arkadaşım şimdi neyim olmuştu… Ne? Düşmanım mı? Korkmuştum. Charlie’nin yüzünde birden ihtiyatlı bir ifade belirdi. “Bana kızmak yok, oldu mu?” “Kızmak?” “Bu Edward’la da ilgili.” Gözlerimi kısmış ona bahyordum. Charlie’nin sesi huysuz bir şekilde çıkmıştı. “Onun eve girmesine izin veriyorum, değil mi?” “Evet veriyorsun,” diye kabul ettim. “Belirli bir zaman için. Tabii ki, evden belirli bir zaman için çıkmama da izin veriyorsun.” Konuşmaya şakayla devam ettim; okul dönemi boyunca mahkûm hayatı yaşayacağımı biliyordum. “Son zamanlarda oldukça iyiyim.” “Pekâlâ, ben de bu yüzden bir şeyler yapmaya…” Ve Charlie beklemediğim bir şekilde gülümsedi, gözleri neredeyse görünmüyordu. Bir an, neredeyse yirmi yaş gençleşmişti. 14 O gülümsemede, soluk da olsa bir ışık görünce yavaşça üzerine gittim. “Kafam karıştı baba. Biz Jacob’tan mı, Edward’dan mı yoksa cezalı olmamdan, mı bahsediyoruz?” Tekrar gülümsedi.

“Üçünden de.” “Öyleyse bu üçünün birbiriyle ne ilgisi var?” diye sordum merakla. “Pekâlâ,” dedi ve iç geçirdi, sonra da, sanki teslim oluyormuşçasına ellerini havaya kaldırdı. “Sergilediğin iyi halden dolayı erken tahliye edilmeni düşünüyordum. Bir genç olarak, şaşırtıcı biçimde hiç sızlanmadın.” Sesim heyecanımdan dolayı yüksek çıkmıştı. “Gerçekten mi? Özgür müyüm?” . Bu da nereden çıkmıştı? En iyi ihtimalle taşmana kadar ev hapsinde kalacağımı düşünmüştüm ve Edward, Charlie’nin düşüncelerinde böyle bir şeye rastlamamıştı… Charlie bir parmağını havaya kaldırdı. “Şartlı olarak ama.” Tüm hevesim bir anda yok oldu. “Harika,” diye inledim. “Bella, bu bir istekten çok rica, tamam mı? Özgürsün. Fakat umarım bu özgürlüğü…akıllıca kullanırsın.” “Bu da ne demek şimdi?” Tekrar iç geçirdi. “Tüm vaktini Edward ile geçirmekten büyük zevk alacağını biliyorum…” “Alice’le de vakit geçiriyorum,” diye araya girdim.

Edward’in kız kardeşinin ziyaret saatleri yoktu. İstediği gibi gelir ve giderdi. Onu görünce Charlie kolayca yola gelirdi. “Bu doğru,” dedi Charlie. “Fakat senin CuUen ailesi dışında da arkadaşların var Bella, ya da vardı demeliydim.” Uzun bir süre birbirimizin gözlerine baktık. “En son ne zaman Angela Webber ile konuştun?” dedi birdenbire. “Cuma öğle yemeğinde,” diye cevap verdim hemen. Edward geri dönmeden önce okul ikiye bölünmüştü. Bu iki grubu iyiler ve kötüler diye ayırmaktan zevk alıyordum. Biz 15 ve onlar olmuştuk. İyiler arasında Angela, onun erkek arkadaşı Ben Cheney ve Mike Newton vardı. Üçü de, Edward gittikten sonra yaptığım çılgınlıkları büyük bir cömertlikle af-fetmişlerdi. Lauren Mallory ise diğerlerinin tam merkezindeki kişiydi ve çevresinde de geri kalanlar vardı. Hatta, Forks’a geldiğim zaman arkadaş olduğum ilk kişi olan Jessica Stanley de bu anti-Bella grubunda yer alıyordu.

Edward’m okula geri dönmesiyle, bu iki grup arasındaki uçurum iyice belirgin hale gelmişti. Edward geri döndüğünde, Mike ile olan sıkı dostluğu devam etmişti. Angela da şaşmaz bir sadakate sahipti ve erkek arkadaşı Ben de onun gibi davranmıştı. İnsanların Cullen ailesine duyduğu derin tiksintiye rağmen Angela her öğle yemeğinde aşılmaz bir görev bilinciyle Alice’in yanma oturmuştu. Birkaç haftanın sonunda Angela daha rahat görünmeye başlamıştı. Bir CuUen’ın cazibesine kapılmamak oldukça zordu. “Ya okul dışında?” diye sordu Charlie, ilgimi yeniden konuya çekmek istiyordu. “Okul dışında hiç kimseyi görmüyorum, baba. Cezalıyım, hatırlıyorsun, değil mi? Hem Angela’nm bir erkek arkadaşı var. Her zaman onunla birlikte. Eğer özgür olsaydım,” sesime kuşkulu bir ton ekleyip, “belki çift olarak takılabilirdik,” dedim.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir