Ned Beuman – Boksör Böcek

bağlantı yoksa, g 1 Bazen aylak aylak yatarken gözlerimi kapatıp Joseph Goebbels’in kırk üçüncü doğumgünü partisini hayal ederim. Hitler’in 1940’ın o hummalı Ağustos ayında bile, yakın dostu için sürpriz parti yapmaya vakit bulabilmiş olduğunu düşünmek hoşuma gidiyor – haftalarca sanki tarihi hiç hatırlamıyormuş gibi yapacak, Propaganda Bakanı’nın gitgide yılışık ve tuhaf bir hal alan imalarını bile bile görmezden gelecek ve 29 Ekim, Salı günü akşamı U-boot komutanlarına en son emir de gönderilinceye dek bekleyip sonra Goebbels’i sudan bir bahaneyle Reich Kançılaryası’nın kokteyl salonuna sokacak. Bir anda coşku dolu “Alles Gute zum Geburtstag!” sesleri yükselecek, konfetiler yağacak, Goebbels biraz rahatlamış ve hatta biraz gözyaşı yüklü bir kahkaha atarak Führer’le kucaklaşacak ve parti başlayacak. Bütün bunlar hayal elbette. Fakat kesin olan bir şey var, Hitler o gün Goebbels’e doğumgünü hediyesini verdi: Goethe’nin Stutgart’ta, J. G. Gottafchen adlı yayınevi tarafından basılmış on beş ciltlik toplu eserlerinin, varaklı sırta ve demirli köşelere sahip kırmızı Fas derisiyle kaplı resimli, şık bir baskısı. Yaklaşık beş yıl sonra, Berchtesgaden yakınlarındaki bir tuz madeninin yakınlarında karaya çıkıp madenin içine istiflenmiş şnaps sandıklarını parçalayan 101. Amerikan Hava Birliği askerleri için ister istemez üzülüyor insan, sandıklardan ne üst üste yığılmış altın külçeleri, ne de çarmıhtaki İsa’nın böğrünü delip geçen o Kutsal Kader Mızrağı çıktı. Hatta askerleri teselli niyetine bir şişe şnaps bile çıkmadı. Bula bula –savaş Nazilerin aleyhine dönmeye başladığı sırada telaşla oraya saklanmış olan– Goebbels’ın şahsi kütüphanesini buldular. Neyse ki askerlerden biri tüm olan bitene rağmen vazifesini yerine getirdi ve kitapları şenlik ateşlerinde yakılmaktan kurtardı; böylece kitaplar gemiyle Washington’daki Meclis Kütüphanesi’ne götürüldü. (Bu arada, Hitler’in on altı bin kitabının büyük kısmı –kendi kafatası ve Eva Braun’un iç çamaşırlarıyla birlikte– Kızıl Ordu’nun eline geçti ve halen Moskova yakınlarındaki Uzkoye bölgesinde, terk edilmiş, barok tarzı bir kilisede küflenmekle meşguller. Tahminim, en azından uzaktan söylenebileceği kadarıyla, dünya üzerinde bundan daha asap bozucu bir bina daha yoktur.) Kitap koleksiyonu 1952 yılına dek paketlerinden bile çıkarılmadı.


Sonra bu işi halletmesi için, iş deneyimi edinmek üzere orada bulunan –ancak büyük ihtimalle bir yaz kampında çalışmayı tercih eden– bir üniversite öğrencisi görevlendirilmişti. İşte tam o sırada, içinde Hitler’den sevgi dolu bir mesaj ve sayfalarında Goebbels’ın kaleme aldığı kenar notları bulunan Gottafchen Goethe, bir şekilde el altından satışa sunuldu. Elli yıl kadar sonra Horace Grublock adlı Londralı bir emlakçının eline geçti; kendisi, bu yılın başındaki vahşice katledilişine dek zaman zaman işverenim olmuştur. 2002 ila 2007 yılları arasında Grublock bana ufak tefek ayak işleri karşılığında koleksiyonun üç kitabını verdi (Prometheus’tan Iphigenie auf Tauris’e kadarki bölümü) ve eğer ona sadık kalırsam, bir gün bütün koleksiyonu vereceğini söyledi. Benim adıma küçük düşürücü bir durumdu bu; fakat Grublock kitapları asla satmayacağını söylüyordu –zaten satsaydı da, Goebbels Gottafchen Goethe’yle ilgilenecek türden kişiler benden, yani Kevin Broom gibilerinden gelecek telefonlara pek kulak asmazdı. Kısacası başka çarem yoktu. Bu yüzden, Eylül ayında bir gece, ben daha Roachmorton kentinin adını bile duymamışken, Grublock bir Perşembe gecesi saat onda telefon ettiği zaman telefonu açmak için ağzımdan diş macunlarını saça saça koştum; arayanın o olduğundan emindim. “Balık” dedi Grublock. “Evet, Horace?” “Benim için küçük araştırmalar yapan özel dedektifi hatırlıyor musun? Zroszak’ı?” “Sanırım.” “Her akşam beni arayıp rapor vermesi gerekiyor. Fakat iki gecedir aramıyor, önceden haber de vermedi. Ona ulaşmaya çalıştım ama telefonunu açmıyor. Arabaya atlayıp bir baksana, her şey yolunda mı diye.” “Ofisine mi gideyim?” “Ofisi falan yok. Kenar mahalle falcıları gibi evden çalışıyor.

Ev Camden’de. On dakikada orada olursun.” Adresi verdi. “Ne yapıyordu senin için?” “Bunu sana söyleyemeyeceğimi gayet iyi biliyorsun Balık. Bana ne kadar sadık olursan ol, senin asıl kankalarının internet arkadaşların olduğunu biliyorum. Tabii şans eseri Seth Roach diye birini duymadıysan?” “Duymadım.” “Hepsi bu o zaman. Fırla.” Bana sık sık şunu sorarlar: “Madem gizliden gizliye bir Nazi değilsin, o zaman ne diye Nazilerden kalma ender eşyaları topluyorsun?” Daha doğrusu, eğer Grublock, eski temizlikçim Maria ve (Grublock’un taktığı adla) “internet arkadaşlarımın” dışında hobimi bilen birileri olsa, bana sık sık bu soruyu sormalarını beklerdim. Gizli bir Nazi değilim. Yaptıklarını ne zaman düşünsem midem bulanır. Herhalde sizin de öyle. Olanları düşünmek bile hayatta kalanlara has suçluluk duygusunu ateşliyor, içinizin şöyle yalandan bir ürpermesine neden oluyorsa, bir de elinize bir SS bıçağı aldığınız zaman neler olduğunu düşünün. Böyle başka bir deneyim var mı, bilemiyorum: bir yandan çok yanlış bir şey yapıyormuş duygusuna kapılıyorsunuz; ama aslında yanlış bir şey yapmadığınızı da biliyorsunuz, çünkü kimseye zarar vermeyeceksiniz. Aptalca, kafa açıcı bir deneyimdir bu; nefesinizi keser.

Normal şartlarda vicdanınıza doğru dürüst bakamazsınız, çünkü o sizi sadece gagalamaya gelir; sizin de tek istediğiniz onu itip göndermek için elinizden geleni yapmaktır. Ama vicdanınızı böylesi bir paradoksun kafesine sokun bakalım; orada dolanır durur, havlar, ama size zarar veremez, siz de onu dilediğiniz kadar incelersiniz. Çoğu insan Yahudi Soykırımı hakkında ne hissettiğini gerçekten bilmez; çünkü bu olay üzerine fazla kafa yorarsa, 6 milyon ölü hakkında yeterince üzülmediğini anlayacağından korkar, ama ben kendi ruhumu avucumun içi gibi bilirim. Şunu da eklemem lazım; Nazi hatıraları yılda yüzde 10 ila 20 arası fiyat yükselişi yaşar. Borsada böyle bir kâr elde edebilir misiniz; bir düşünün bakalım. İnternetteki açık artırma sitelerinde satış yapıyorum ben; gerçek bir satıcıdan daha iyi fiyata alabileceğini fark etmeyen ya da buna aldırmayan şapşalların aptallıklarından, tembelliklerinden faydalanıyorum. Bütün kapitalistler gibi ben de, serbest piyasaya zengin bir babaanne gibi davranıyorum; o kocakarıya bayıldığımı söylüyorum, ona şen sözler söylüyorum –ama onun o uyuşuk ve bunak halinden keyifle istifade ediyorum. “Görünmez El”iyle benim ticari çıkarlarıma bulaşmaya kalkışırsa, şak diye tokatı yapıştırıyorum. Gündüz işimde uzmanlık dalım İkinci Dünya Savaşı Müttefik Birlikleri’dir; ama Kırım, Birinci Dünya Savaşı ve Vietnam’la da ilgilenirim. Ayrıca bazen Japon samuray kılıçlarına da bakarım. (Asla sırf kâr etmek için Nazi dönemi eşyası alıp satmam.) Bir ara muhasebecilik yapıyordum; ama müşterilerden emir almaktan nefret ettim ve daha da önemlisi, işimle mesleğimin kol kola olmasının daha iyi olacağını düşündüm –böylece bilgisayarın başında katalogları, müzayede listelerini ve mesaj bültenlerini didik didik tarayarak geçirdiğim saatlere bir bahane bulabilirdim. Bu sayede kiramı da ödüyorum, ama cidden büyük iş çevirecek kadar nakit olmuyor elimde; sözgelimi Ilsa Koch’un sigaralıklarından birini almak için bile aylarca para biriktirmem gerekiyor.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir