Bela Horvath – Anadolu 1913

Yüzyılımızın başları… Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu, bir dönemin son tanıkları olarak yaşam mücadelesi vermeye çalışıyor. Orta ve Doğu Avrupa halklarının, Balkan ve Ortadoğu halklarının ulusal kimlik ve bağımsızlık mücadeleleri, bu iki eski rakibi birbirine yaklaştırıyor. Bu rüzgârlar en fazla Budapeşte ve İstanbul’u etkiliyor. Tarih, dil ve kültür yakınlığının iki halkın da geleneklerinde fazlasıyla yeri olduğu bir ortamda, Türk aydınları, sanayinin hızla geliştiği ve modernizasyonun dengeli ilerlediği Budapeşte’ye gözlerini dikiyorlar: İstanbul’da kurulan Tahsil-i Sanayi Cemiyeti Budapeşte’deki meslek okullarına, teknik liselere ve üniversitelere öğrenci gönderiyor. Macaristan’da aydınların ağırlıkta olduğu bir Türk kolonisi oluşuyor. Bu sırada Budapeşte’de Turan Cemiyeti kuruluyor. Macar kültüründe de Turan ülküsü var ve bu, Macarların ve Türki halkların (Asya bozkır halklarının) birliği anlamına geliyor. Bu kültürel ve siyasi ortamda Macaristan’da Türkolojiye olan ilgi artıyor. Türkoloji, Türklüğün kökenlerine yönelik arkeoloji ve etnoloji araştırmalarında Macarlar ilk sırayı alıyorlar. İşte, söz konusu yolculuk bu tarihi koşullar içinde gerçekleşiyor. Bir araştırmacı olan Dr. Béla Horváth (Türkçeye ve Türk kültürüne mükemmel vâkıf olduğunu kitaptan da anlıyoruz) 1913 yılında Budapeşte’deki Turan Cemiyeti’nden ve İstanbul’daki Tahsil-i Sanayi Cemiyeti’nden aldığı referanslarla Anadolu’da bir seyahate çıkıyor. İstanbul ve Ankara üzerinden Nevşehir, Niğde, Konya ve Karaman’a kadar süren 2300 kilometrelik bu seyahatin amacı kültürel, etnolojik ve sosyolojik gözlemler. Dr. Béla Horváth, ekibiyle birlikte, at sırtında kat ettiği bu uzun yolculuk sırasında son derece ilginç sosyolojik gözlemler yapıyor.


Anadolu’daki halklar mozaiğinin birbirine nasıl bağlandığı, çok değişik dinlerden ve kültürlerden etkilenerek ortaya çıkan yeni kültürün nasıl olup da bütünü etkileyebildiği üzerine yorumlar yapıyor. Yazar eserinde bol bol da Türkçe kelime kullanıyor (parantez içinde Macarcalarını da vererek). Biz kitabın orijinal atmosferini hissettirebilmek için, yazarın Türkçe olarak yer verdiği kelimeleri siyah harflerle geçtik. Kitabı son derece ilginç kılan bir diğer etmen de zamanlamadır: 1913 yılında, yani Balkan savaşlarının ateşinde gerçekleşen yolculuk, aynı zamanda Birinci Dünya Savaşı’nın arifesine denk düşüyor. Okuyucu Türkiye’yi ve Türk insanını çok seven, ama gözlemlerini Batılı bir insanın gözlüğüyle yapan Dr. Béla Horváth’ın rehberliğinde yüzyıl başlarında Anadolu’yu dolaşıyor, il ve ilçelerde devlet adamlarının, aydınların, subayların görüşlerini dinliyor, onların geleceğin Türkiye’siyle ilgili (yani bugünlere dair) düşlerine kulak veriyor. Sıradan insanlarla sohbetlerinden çıkardığı sonuçları öğreniyor. 1913 yılında gerçekleşen Anadolu seyahatinin üzerinden 83 yıl geçmiş. Kitabı okuyup bu ülkeyi ve bu ülkenin insanlarını tanıyan biri olarak biraz düşündüğünüzde, aradan geçen neredeyse yüz yıla, ve onca savaşa, reforma ve yeniliğe rağmen, değişikliklerin yüzeysel olduğunu görüyorsunuz: İnsan faktörü değişmiyor; daha doğrusu son derece yavaş değişiyor. Binlerce yılda, üst üste damlatılan kum taneleriyle oluşan kültür ve etnik kimlik şatosunu hiçbir radikal değişiklik, hiçbir köklü düzenleme bugünden yarına değiştiremiyor. Değişim, dönüşüm ve yenilenme tartışmalarının gündemden inmediği bugünlerde kitabın kimlik tartışmalarına yeni bir soluk getireceğini düşünüyorum.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir