“Beth Hamishpath” – Adalet Evi: Avazı çıktığı kadar bağıran mübaşirden yükselen bu sözlerle ayağa fırlıyoruz, işte hâkimler de geliyor. Başı çıplak, siyah cübbeli üç hâkim, yüksek kürsünün en tepesindeki yerlerini almak üzere, yan kapıdan mahkeme salonuna giriyor. Çok geçmeden sayısız kitapla ve bin beş yüzün üzerinde belgeyle kaplanan bu uzun masanın iki ucunda zabıt kâtipleri bulunuyor. Hâkimlerin hemen aşağısında çevirmenler var, davalı veya avukatı ile mahkeme arasında doğrudan iletişimi sağlamak üzere buradalar. İbranice yürütülen duruşmayı, diğer izleyicilerin hemen hepsi gibi, Almanca konuşan davalı taraf da, bir radyo yayını aracılığıyla herkese ulaşan simultane çeviriyle takip ediyor. Fransızca çeviri çok iyi, İngilizcesi idare eder; Almanca olanıysa tam bir kepazelik, çoğu zaman ne dedikleri bile anlaşılmıyor. (Duruşmanın hakkaniyeti için bir dünya teknik düzenleme yapıldığı düşünülürse, Almanya doğumlu bir sürü insanı olan yeni İsrail Devleti’nin, nasıl olup da sanığın ve avukatının anlayabildiği tek dile doğru dürüst çeviri yapabilecek bir çevirmen bulamadığı tam bir muamma. Çünkü Alman Yahudilerine yönelik o eski önyargı -bir zamanlar İsrail’de çok barizdi- artık önceden olduğu kadar güçlü değil, bu durumu açıklamaya yetmiyor. Öyleyse geriye tek bir açıklama kalıyor: bu önyargıdan da eski ve hâlâ çok güçlü olan “K Vitamini”, yani İsrail devlet çevrelerinin ve bürokrasisinin tabiriyle “kayırma”.) Çevirmenlerin alt sırasında, karşı karşıya ve dolayısıyla izleyicilere yanlan dönük olarak, sanığın içinde durduğu cam kabin ve tanık kürsüsü bulunuyor. Son olarak da en alt sırada, dört yardımcı savcıdan oluşan ekibiyle savcı ve -ilk haftalarda kendisine eşlik eden-yardımcısıyla birlikte savunma avukatı var. Hâkimlerin davranışları bir an için bile yapmacıklaşmıyor. Yürüyüşleri yapaylıktan uzak, ne acılar çekildiğini anlatanları dinlerken duydukları üzüntünün etkisiyle açıkça artan ölçülü ve yoğun ilgileri çok doğal, savcının bu duruşmaları sonsuza kadar uzatma girişimi karşısındaki sabırsızlıkları kendiliğinden ve ümit verici. Savunmaya belki de biraz fazla nazik yaklaşıyorlar; sanki akıllarının bir köşesinde hep Dr. Servatius’un bu zorlu savaşta neredeyse bir başına olduğu, yabancı bir ortamda bulunduğu var; sanığa karşı tavırlarına diyecek yok. Bu üç adamın nasıl iyi, nasıl dürüst olduğu o kadar belli ki, böyle bir ortamda rol kesmenin baş döndürücü cazibesine kapılmamaları -Almanya’da doğmuş ve öğrenim görmüş olan bu üç adamın İbranice çeviriyi beklemeleri gerekiyormuş gibi davranmamaları- kimseyi şaşırtmıyor. Mahkeme reisi Moshe Landau, cevap vermeden önce çevirmenin işini bitirmesini neredeyse hiç beklemiyor; sık sık çeviriye müdahale edip düzeltmeler ve eklemeler yapıyor; ilgisini dağıtıp -aksi takdirde iç karartıcı bir hal alan- bu işten başka tarafa çektiği için, çeviriye ne kadar minnettar olduğu yüzünden okunuyor. Nitekim aylar sonra, sanığın çapraz sorgusu sırasında, işi iyice ileri götürüp, Eichmann’la konuşurken anadilleri olan Almanca’yı kullanma konusunda meslektaşlarına öncülük edecek – Landau’nun o dönemde İsrail kamuoyundan ne kadar bağımsız olduğunu gösteren anlamlı bir kanıt, hâlâ kanıta gerek varsa tabii.
Hannah Arendt – Kötülüğün Sıradanlığı
PDF Kitap İndir |