Gisele Halimi – Hapsedilmiş Kadın

Fransa’ da kısa bir süre önce P01takal Ağacmm Sütü (Le Lait de l’oranger, Gallimard, 1988) adıyla yayımlanan politik hatıratım Gisele Halimi, babası “Muhteşem Edouard”a ithaf etti: “Senin için Edouard, senin ıçm anlamak, öğrenmek, başarmak istedim. Senin için bağımsızlık savaşı verdim; çok ayırdında olmadığın haksızlıklara karşı, her zaman çok iyi anlamadığın davalar uğruna senin için savaştım” diyordu, çok sevdiği ve kızını “gözünün nuru” gibi seven, ölüm döşeğindeki yaşlı adama. Geleneklere uygun olarak ailesinin onurunu kurtarmayı babası ondan değil, ağabeyinden beklemişti, ama kitapla ilgili bir tanıtma yazısında dendiği gibi “Gisele adlı bir kasırga” bütün geleneksel sıraları bozmuş, altüst etmişti1. 1970’lere kadarki ve 70’li yıllarda mücadelelerini konu alan Hapsedilmiş Yidm da son sayfasını çevirdiğinizde aynı duyguyu veriyor size. Ne kasırga! 1927’de Tunus’ta, yoksul ve beş çocuklu bir Musevi ailesinin en büyük kızı olarak doğan Gisele Halimi’nin kaderi, normal şartlarda, dünyaya salt bir kız çocuğu olarak gel<,liği için eve hapsedilmiş bir kadın olarak yaşamak gibi görünüyordu. Ama, “Anneannen böyle yaşadı, ben böyle yaşıyorum, sen de böyle yaşayacaksın. Dünyayı değiştirecek olan sen değilsin herhalde” diyen annesinin geleneklere uygun olarak onu 16’sındayken 35 yaşındaki sevimli bir zeytinyağı tüccarıyla evlendirme çabalarına karşı gelerek ve belki de tüm hayallerini yıkarak, Gisele, Tunus’ta bugün bile kuraldışı sayılan bir hayat çizgisini seçti. 1 Josette Alia, “Un ouragan nomme Giscle”, Nouvel Observatem; sayı 1248, 7-13 Ekim 1988, s. 61. “Her şey kendi yerinde, her cınsıyet kendi işinin başında olursa, bu ortasından çatlamış yaşlı dünya, olduğu gibi kalacaktır!” diyen ve “Tanrı’nın kadınları unuttuğundan, çok küçük bir kız çocuğu iken kuşkulanmaya başlayan”2Gisele, kadınlara reva görülenlerden başlayarak haksızlıklarla dolu olan bu dünyada haksızlığa uğrayan ve ezilenden yana bir mücadeleye girişti. Antisemitizm, sömürgecilik, Cezayir savaşı, Fransız solunun kavgaları gibi çok çeşitli mücadeleler içinde yer aldı. “Avukat olacaktı… başka hiçbir mesleğe girmeyeceği ta en başından açıktı. Avukat olmak da (onun) için savunmaktı yalnızca.” Ve avukat Halimi, yirmi yaşındayken, doğurmak istemediği bir çocuğu “ortaçağ yöntemleriyle düşürmek için karnına takılan bir sondayla”, Tunus bağımsızlık savaşının en önemli siyasi davalarından birisi olan Moknin Davası’nda, haksızlığa uğrayanların savunmasını üstlendi. Aneztezisiz yapılan bu ilk kürtaj ona bir işkence gibi görünmüştü. Sonradan isteyerek doğurduğu üç çocuğundan ilkinin doğumu için kliniğe, yine son dakikaya kadar duruşmalarına girdiği bir davadan, fırlayarak gitti. “İşimi bırakmanı söz konusu değildi. Anneliğim ve avukatlık mesleğim benim için aynı kavgaydı” dediği meslek hayatı boyunca hep önemli siyasi davalarda avukatlık yaptı. Bu kitapta etkileyici bir üslupla öyküsünü anlattığı; kadınların kendi bedenleriyle ilgili en temel kararı, doğurma ya da doğurmama kararını özgürce almalarını önleyen yasalara karşı, “kadınların kendileri üzerinde iktidar kurabilme hakkını” kabul ettirmek üzere savunmasını üstlendiği Bobigny Davası bu davaların en ünlülerinden birisidir. “Bobigny’de Marie-Claire’in davasında ve başka davalarda duyduğumuz her şeyi ben de yaşadım” diyen Gisele Halimi, “Çocuk aldırmanın ilk ve tek politik davasıdır” dediği Bobigny Davası’nın politik 2 a. y. 6 niteliğini şöyle açıklar: “Bu, politik bir davadır, çünkü sanıklar, suçlananlar suçlayıcı olurlar. Mahkemeyi bir kürsü haline dönüştürmeye karar verirler ve yargıçlarını aşarak tüm kamuoyuna seslenirler.” Kızının doğurmak istemediği çocuğunu aldırmasına yardımcı olduğu için yargılanan metro işçisi Michele Chevalier, “Ama yargıç bey! Ben suçlu değilim. Suçlu olan sizin yasanız!” derken tam da bunu dile getirmektedir. Daha sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin Vietnam Savaşı’ndaki vahşetini yargılayan Russell Mahkemesi’nde uzmanlık da dahil olmak ü�ere pek çok siyasi davada görev atan Giscle Halimi, yalnız çok başarılı bir kadın avukat olmakla kalmamıştır. 1920 kürtaj yasası gibi haksız ve çağdışı yasaların değiştirilmesi için de politik bir mücadele verir. Bu amaçla Choisir (Seçme) Derneği’ni kurar. Çünkü ona göre haksız bir yasanın ortadan kaldırılması yeterli değildir. Kadınlara özgürlüğü somut olarak kullanma araçlarım, yaşam vermeyi seçme araçlarım sağlamak için yeni bir yasa yapılmalıdır. “Dünyamızda doğal özgürlük yoktur. Doğal yasa orman yasasıdır. Doğal yasanın örgütlenmesi gerekir. Yoksa ayrıcalıklı kişiler, başka insanların zararına, doğal yasaya el koyarlar” diye sunduğu hukuk mücadelesi nedeniyle kurucusu olduğu Choisir Derneği reformcu kabul edilmiş ve kendilerini çok devrimci sayan MLF’nin kızları (Kadınların Kurtuluşu Hareketi) tarafından çok eleştirilmiştir. Buna karşı: “Reform yapmak bazen reformizmi önlemenin en iyi yoludur. Ekonomisi liberal ve kültürü ataerkil bir ülkedeki kadınlarla ilgili reformlar uzun vadede devrimcidirler.” diyerek, kalıpçı anlayışlara köklü bir eleştiri getiren Gisele Halimi’nin kitabı; özerk bir kadın hareketinin hedefleri, örgütlenme biçimler� taktikleri gibi sorunlar üzerine kafa yoran tüm kadınları ilgilendirecek çözümlemeler getirmektedir (Özellikle Kadın Mücadelelerinin Dinamiği başlıklı bölümde). Bu nedenle Hapsedilmiş Kadm’ı Fransa’ya ve o toplumdaki çağdaş kadın hakları mücadelesinin belirli bir 7 aşamasına özgü gorup Türkiye kadınlarını aynı derecede ilgilendirmeyeceğini düşünebilecek herkese karşı, bu kitabın kadınların ortak, evrensel sorunlarıyla ilgili olduğunu ve özgün olduğu kadar gerçekçi, ayakları yere basan bir feministin yaşanmış deneyimlerden yola çıkarak, hepimize üzerinde düşünmemiz gereken, evrensel geçerliliği olan çözümler önerdiğini savunurum. Uzun yıllardan beri Fransa’da yaşasa da, kökeni ve özlemleriyle Akdenizli olan ve öyle kalan bu yürekli kadının Türkiye feminizmi açısından da değinmeden geçilmemesi gerektiğine inandığım bir· özelliği vardır. Yıl 1982. Sıkıyönetim, amansız bir biçimde uygulanmakta. Siyasal faaliyetler tümüyle yasaklanmış. İstanbul’ da bir avuç kadın, bütün bu olumsuz koşullara karşın kadınların özgül ezilişine karşı başlayan başkaldırının ilk aşamalarında, “kadın sorunları” konusunda bir sempozyum düzenleme hazırlığı içerisindedir. “Feminizm” sağın da solun da kuşkuyla karşıladıkları yeni bir düşünce akımı olarak yıllardan sonra ilk kez kamuoyu önünde tartışılacaktır. Bize bu bayrağı açmak, gerekli ve önemli görünmektedir ama bir “otorite”nin koruyucu kanatları altında olmadan, bunu yapabileceğimize güvenimiz yoktur. Bu yüzden, sonradan pek çok batılı ülkede de ilk adımların atıldığı dönemlerde kullanıldığım öğrendiğim3 bir yöntemi, içgüdüsel diyebileceğim bir biçimde biz de kullanarak, bu bayrağı bizden çok önce açmış bir ülkeden gelen deneyimli bir feministten bizi “meşruluk kalkanıyla” korumasını istedik. İşte o feminist, Gisele Halimi’ydi4• 3 1988 temmuzunda Spetses’te (Yunanistan) yapılan, “Akdeniz’de feminist pedagoji” seminerlerinde, değişik ülkelerden kadınlarla yaptığımız görüşmelerden. Örneğin Belçika’da ilk feminist çalışmalar başladığında, onlar da böyle bir kalkan işlevi görmesi amacıyla Simone de Beauvoir’ı çağırmışlar … 4 Gisele Halimi ile bu sempozyum vesilesiyle yaptığım bir söyleşi için bkz. �Kadınların Özgürleşmesi”, Cumlıuıiyet, 31 Mayıs3 Haziran, 1982. * Bu konuşmanın tümü, elinizdeki kitabın sonunda da yer aldı. 8 Fransa’ dan gelen, uluslararası üne sahip bir hukukçu, ama aynı zamanda Tunus kökenli; uçuşan saçları, ipincecik bedeni, eflatun renklerin hakim olduğu Yves Saİnt Laurent şalıyla sonuna kadar Parisli ve burjuva görünümlü, ama aynı zamanda Cezayir savaşı sırasında Fransız paraşütçülerinin ırzına geçerek işkence yaptıkları Camila Bupaşa’yı savunmuş, dünya kamuoyunun Cezayir’deki Fransız baskısı konusunda bilgilenmesini sağlamış bir dava kadınıydı Gisele Halimi. V� yanılmıyorsam, İstanbul’ da da çok etkili oldu. Hiç unutmuyorum. Saint-Germaine de Pres Bulvarı’ndaki, hele bir kadın avukatın bürosu (!) olarak düşünüldüğünde insanın ağzını açık bırakan şıklıkta ve büyüklükteki bürosuna, “İstanbul’a gelir misiniz? Bize destek olur musunuz?” diye sormaya gittiğimde, o sırada yine bir yığın davayla -ve yeni seçildiği mecliste Sosyalist Parti milletvekili olarak – çok meşgul olduğu halde, hiç tereddüt etmeden, “Evet!” demişti … Kadınların davası için takviminde her koşulda bir zaman bulabilir, olmazsa yaratabilirdi. .. “Kadınların kurtarılması değil, kadınların kendilerini kurtarmaları” için, “somut olarak politik bağları, sınıf kökenleri, ilişkileri ne olursa olsun, tüm kadınların birleştiği bir kitle hareketine inanıyorum” diyen Gisele Halimi, uluslararası dayanışmayı da önemsiyordu. Bu kitabının Türkçe’ye çevrilmesi, ona olan bir şükran borcumuzun yerine getirilmesidir, ayın zamanda …

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir