K. H. Scheer, Clark Darlton – Sürgündeki Yıldız

Amerikalılar tarafından Nevada Çöllerinden atılan ilk ay füzesi Binbaşı Perry Rhodan’m kumandasında gezegenimize ulaştığında, kumandan, kazaya uğramış garip bir uzay gemisi buldu. Bu, Arkonislilere ait bir araştırma kruvazörüydü. Üzerinde yaşayanların ebedî gençlik sırrına sahip bulunduklarına inanılan esrarengiz bir gezegenin bulunması için donatılmıştı. Rhodaıı Yıldızlarla birleşti; onların silâhlarının ve tekniklerinin üstünlüğü sâyesinde, Dünya üzerinde, bağımsız bir devlet olan Üçüncü Kuvveti kurdu. Bu devlet, iki hasım bloka, Doğu ve Batı bloklarına isteklerini kabul ettirebilecek güçteydi. Böyîece yalnız sürekli bir barış değil, bir konfederasyon da meydana geliyordu: Diinya Birleşik Devletli bir hayâl olmaktan çıkıyordu. Fakat, kazaya uğrayan uzay krovazörü, S.O.S. işaretini verebilecek kadar vakit bulabilmişti. Bu işaret insan olmayan zekî mahluklar tarafından zaptedilmiş ve onları ava doğru çekmişti. Zira kazaya uğrayan uzak krovazörü Arkonidlilere aitti. Yıkılma hali, Arkonidlilerin imparatorluğunun her gün biraz daha kemiriyordu. Oysa, Arkonidliler, evvelce manzumenin dörtte üçüne hâkim bulunuyorlardı. Şimdi, boyun eğen milletler bağımsızlıklarını ilân ediyorlar, zayıflamakta olan bir düşmana saldırmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyorlardı.


Yeni müttefiklerini ve özellikle IIIüncü dünyayı savunmak için, Rhodan uzaydan gelen bu istilâcılara karşı savaşa atılmak zorunda kalmıştı. Vega manzumesinin sekizinci gezegeni olan Ferrol açığındaki çarpışmalar sırasında Dünya-Dışı mahluklarının bir uzay krovazörünü zaptetmeyi başardı ve bu da zaferi kazanmasına yetti. Sonra, yanma yardımcı olarak aldığı iki Yıldızlı, Thora ve Krest’le birlikte, kendilerini git gide «Gençlik» gezegenine yaklaştıran bir işaretler dizisini takibederek kozmik araştırmasına çıktı. İlk tehlike Vega sisteminin dev gezegeni Gol üzerinde belirdi. Bu dev dünyanın sakinleri ışıklı ve kötü mahluklardı. Rhodan ve beraberindekilerin araştırma seferini nerdeyse yok-edeceklerdi. Sonra, can çekişen bir güneşin ışıkları altındaki kurak ve bir düşünen kır fareleri ırkının yaşadığı Perdita’da ikinci tehlikeyi atlattılar. Ne var ki, bir engeli aşar aşmaz karşılarına bir yenisi dikiliyordu. Sonunda Rhodan ve Astre adındaki uzay gemilerinin mürettebatı, geminin Topsidler üzerine varmasiyle hedeflerine ulaştılar: Bu hedef, durmadan ve bir sisteme uymadan dolaşan Dolos gezegeniydi. Bu Yıldızın hâkimi olan Ölümsüz, ebedî gençlik sırrını yalnız Rhodan’a vermeye razı oldu. Çünkü, Arkonisliler onun nazarında çok eski bir ırktı, geçmişindi. Dünyalıların önünde, nihayet, istikbal açılmıştı. Bu, tuzaklarla dolu bir istikbaldir; zira, başkenti olan Galaktopolis’e dönüşünde, Rhodan kudretli olduğu kadar da zâlim bir düşmanla karşılaşacaktır: «Mutanların hâkimi» ve olağanüstü kaabiliyetlere sahip bulunan Stafford Monterny dünyaya diktatörlüğünü kabul ettirmeye kalkışmıştır. Perry Rhodan bir kere daha zaferi kazanmaya ve Üçüncü Kuvveti kurtarmaya muvaffak olur. Rhodan, Fcrrolicnler’e ekonomik bir anlaşma yaparken, farkında olmadan Frank-Passörlerin ekonomik çıkarlarına zarar vermiştir.

Hilekârca hücumları, Rhodan’ı onlara bir tuzak kurmak zorunda bırakır. Bıı tuzağın yemi, Uzay Akademisi öğrencisi olan Julian Tifflor’dur. Çok ustaca bir tertip, bu öğrencinin son derece önemli vesikaların taşıyıcısı olduğu zannını uyandırıyordu. Ticaret kaptanlarından biri olan Origans tarafından esir edilen Tifflor, dört arkadaşı ve bir robot ile kaçmaya ve Beta Albireo sisteminin ikinci gezegeni Nivose’ye sığınmaya muvaffak olur. Bu arada saldırıya geçen Frank-Passörler, Dünyayı neredeyse mahvolmanın eşiğine getiren bir robot ayaklanmasına sebep olurlar. Rhodan, böyle bir düşmanı yenmek için yeni silâhlar gerektiğini anlar ve bu silâhları ona yalnız hükümdar Ölümsüz verebilir. Ama, buna razı olacak mıdır? Birinci Bölüm Dev cüzzeli uzay gemisi, başdöndürücü güneş ışığı hızıy-le yoluna devam ediyordu ve dünyalıların yapısı değildi. Şeklini daha ilk görüşte bu husus farkediliyordu: Bu, pruvası keskin bir daire ve arkası körletilmiş biçimde olan bir üstüvaneydi. Üç yüz metre uzunluğu vardı ve elli metre genişliğindeydi. Geminin gövdesinde muntazam aralıklarla aydınlık yuvarlak pencerelerde zaman zaman ağır ve cüsseli gölgeler görülmekteydi. Bütün araştırma araçları ile Toprak Üç’ü gözleyen gemi yalnız değildi; aynı tonajda yedi gemi ona eşlik etmekteydi. Uzay gemilerindeki tayfalar, insana benzeyen hiçbir – yahut aşağı yukarı hiçbir – görünüşe sahip değillerdi. özellikle bir gezegen değil, bütün uzay onların vatanıydı. Uzay gemilerinde doğuyor ve onlarda yaşıyorlardı. Manzumeyi dolaşarak, bütün zeki ırkların ticarî alış verişlerini tekellerine geçiriyorlardı.

Hesaplarına uyduğu müddetçe barışçılıktan ayrılmıyorlardı. Fakat, bir savaşın çıkarlarına yarayacağı anlaşıldığı vakit, onun çıkması için ellerinden geleni yapıyorlardı. Aynı zamanda hoşgörü sahibi ve otoriterdiler. Mizah anlayışından da mahrum değillerdi: En küçük bir alay, gök gürültüsünü andıran kahkahalarını salıvermelerine yetiyordu. Bu yüzden, onları ilk görenler, onları neşeli boşvericiler, biraz kaba olinakla beraber iyiliksever ve kendileriyle kolay yaşanır mahluklar karşısında bulunduklarım sanıp aldanabilirlerdi. Oysa, onların mizaç yapılarının temelinde merhamet nedir bilmeyen bir zalimlik yer alıyordu. Bu özellikleri en ufak bir tehdit veya uzun yol ticareti tekelilerine yöneltilmiş bir baltalama karşısında hemen olanca vahşiliğiyle ortaya çıkıyordu. Uzay gemisinin merkez kaptan mevkiinde filonun kumandanı Topthor, bütün gözlem ekranlarında, âletler üzerine korkunç ağırlığıyle abanarak etrafı gözden geçiriyordu. Bir metre altmış santim boyunda olan Topthor, yarım ton ağırlığmday-dı. Teni yeşilimtrak gibiydi ve kafasının cavlaklığını belli etmemek için gür sakalını iyice uzatmıştı. Onun ırkından olanlar böyle sakal bırakırlardı. Frank – Passörler Arkonidlerden gelmediler. Arkonidler, evvçlce manzumenin dörtte üçünü içine alan büyük imparatorluklarında mutlak bir hakim olmuşlardı, ama şimdi, çökme hali imparatorluğu her gün biraz daha zayıf düşürüyordu. Passörler, kendilerini hâkimiyeti altında tutan Arkonidlerden kurtulmuşlar, bağımsız devletlerini kurmuşlardı. Kendi ekonomik kanunlarını kabul ettirerek gezegenler arası ticareti ellerine geçirmişlerdi ve bundan da muazzam çıkarlar sağlıyorlardı.

Topthor öyle alelade bir Frank-Passör değildi; o ağırlar aşiretindendi. Oldukça geride kalan ve cedîerinin gezegenlerin sağlam toprağına bağlı bulundukları bir devirde, aşiretin kumcuları ağırlığın 2,1’e vardığı bir dünyada oturuyorlardı. Fazla sayılmayacak kuşaklar boyunca, meydana gelen fizik bir değişme, hızlı bir gelişme onlara şimdiki ağırlıklarını sağlamıştı. Bu anormallikten üzüntü duyacak yerde, ondan çıkar sağlamayı bilmişlerdi: Ağırlar, Passörlerin askerî gücünü meydana getirmişlerdi. Bazan ölüyorlarsa da, çoğunluk yaşayıp gidiyorlardı: Zira, güçlüklerle karşılaşan bir uzay gemisinin veya bir aşiretin en ufak çağırışına koşmaya hazırdılar ve bunun karşılığını da fazlasiyle görüyorlardı. Fakat, bu defa, Topthor kendi hesabına harekete geçmiş bulunuyordu. Baş tarafdaki ekran üzerinde mavi ve yeşil renkte, gelişmiş bir medeniyeti bütün işaretleriyle gösteren bir gezegenin hayâlini tesbit ediyordu. Muazzam denizler kıtaları yıkamaktaydı, uzun beyaz bulut yığınları manzaranın bazı ayrıntılarını saklıyordu. Yüzünde artık Arkonidlerin ince hatlarından ve yüksek ahularından hiçbir eser bulunmayan iri mahluk, kalın elini kaldırdı ve bir düğmeye bastı. Bir ekran aydınlandı ve üzerinde bir başka ağır göründü. — Ne istiyorsunuz, Topthor? — Şu gezegen, o, bu sistemin üçüncü gezegeni değil mi? Acâip!… Sadece onun varlığını ortaya çıkarmış oluyoruz. — Orada yaşayan kimseler kendilerine dünyalılar adını veriyorlar, uzay seyahatini yeni yeni biliyorlar ve daha şimdiden bize güçlük çıkarmaya çalışıyorlar. Diğer iki güneş sistemiyle ticaretleri yok mu? inanılmaz şey! — Biliyorum, Grogham. Kan akrabalarımızın gönderdikleri mesajlar fazlasiyle açıktı. Orlgans ve hükümdarı Etztak hypcrtclekom cihaziyle uzun uzun görüştüler.

Doğrusunu söylemek gerekirse, henüz bizi imdatlarına çağırmış değillerdir. Bununla beraber, kanunlarımızda bizi müdahaleden alıkoyucu hiçbir şey yoktur. Yeter ki bu müdahale başka bir kabilenin zarar görmesine sebep olmasın. iki Ağır, manzume içi konuşulan dille anlaşıyorlardı. Bu dil büyük imparatorluğun her tarafında konuşuluyordu. Grogham sakalını sıvazladı. — Son raporlardan öğrendiğimize göre, Orlgans ve Etztak ellerinden kaçırdıkları dünyadan gelen haberci Perry Rho-dan’la hayli uğraşacaklar. Rhodan, şimdi buradan üç yüz ışık yılı kadar uzak donmuş bir dünyada saklanıyor. Bu arada, bu üçüncü gezegeni gidip yakından niçin görmeyelim? Nihayet, bütün tarih de orada başladı! ihtimal bundan çıkarlar da sağlarız. Tophtor’un yüzü buruştu. — Hayır, Grogham! Bunu aklından çıkar! Uzun zaman-danberi ilk defa tehlikeli bir rekabetle karşı karşıya olduğumuzu unutmuş görünüyorsun. Bu Rhodan, on, on beş yıl içinde, geri kalmış gezegeni birinci derecede uzay kuvveti haline getirdi. Uzay gemileri bize saldırıyorlar. Bu durumda, bize, Frank – Passöılere savaş ilân etmiş durumda. Sebebi ne? Sadece onun niyetlerini nezâketle öğrenmek istediğimiz için.

Grogham: — Biz bahis konusu değiliz, diye düzıeltti. Fakat, Rhodan, Orlgans’a karşı harekete geçti. Çünkü Orlgans, Rhodan’ın bir çok uzay gemisini rahatça incelemek, mürettebatı konuşturmak için yolundan alakoydu. Ruhî-çözüm usuliyle sorguya çekilen bir esirin başına gelenleri siz de benim kadar biliyorsunuz! Bu hiç de terbiyelice bir hareket tarzı değil. Tophtor, geminin bütün telekom cihazlarında titreşimler meydana getiren bir sesle: — Sus! diye ihtar etti. Bu kadar sudan şeylere karşı ilgi duyacağımımı sanıyorsun? Bunca yoklan başkasının işine karışmak için mi geldiğimi sanıyorsun? Hem unutma ki, ne Orlgans, ne de Etztak bizden yardım ve hizmet istemiş değillerdir: Böyle bir meseleye kendiğimizden müdahale ettiğimiz takdirde, haklı olarak, bize bir şey vermek istemeyebilirler! Grogham kararsızlık içinde kaldı. — Peki, öyleyse buralarda ne arıyoruz? Sizi şimdiye kadar yağlı ve sağlam hedefler olmadan harekete geçmiş görmedim de! Gururu okşanan Tophtor; hemen tasdik etti: — Öyle, gerçekten öyle… İyi anlamışsın. Sebepsiz hiçbir şey yapmadım. Bugün de aynı şey. Şimdi savaş dışında bulunan robot casuslarımızın ve Titan üssümüzün raporlarını dikkatle inceledim. Bu Rhodan, eğer bizi çağırırsa hiçbir zaman Etztak’ın hakkından gelemeyecektir. Ama, hükümdar tereddüt ediyor. Sebebi de hasislik: Yardımımızın karşılığı pahalıdır. Rhodan, bu işi bitirmek zorundadır; ama şimdi elinde bulunanlardan daha kudretli silâhlara ihtiyacı var. Bunları sağlamaya çalışacaktır.

Ama nereden? Grogham cehâletini itiraf etti. Tophtor, muzaffer bir cdâyla: — Ama nereden? dedi ve ekledi: Ben bunu biliyorum. Şüphesiz ki, pek inanmadan çoğunluk Gençlik gezegeninden söz ediyorlar. Ama bazıları bu gezegenin varlığım bile inkâr ediyorlar: «Sadece bir efsâne:» deyip işin içinden çıkıyorlar. Oysa, kanaatimce, her efsânede bir gerçek payı vardır. Grogham, şaşırmış bir halde: — Gençlik gezegeni? diye tekrarladı. Evet, biliyorum. Bu gezegenin gayri muntazam bir yörünge gidişi içinde olduğunu anlatıyorlar… hjem de kâinatın en derin noktasında. Ne olursa olsun, hiç kimse onunla karşılaşmadı. Zarif bir masal doğrusu… Tophtor, öfkeli: — Hiç dc değil, budala! diye gürledi. Hayatı bahis konusuyken bu lanetlenmiş Rhodan’ın bir efsânenin peşine düşebileceğini nasıl akimdan geçiriyorsun? Sağlam kaynaklardan haberler aldım: Rhodan bu gezegenin nerede bulunduğunu biliyor. Gezegenin şimdiki vaziyetini de hesaplayabilir. Kendisinde bulunmayan silâhları elde etmek için gezegene gidecek. Rhodan bu silâhları elde ettiği takdirde manzumede devletimizden eser kalmayacak. Ama ondan önce davranmayı başardığımız takdirde, meslek hayatımızın en güzel işini görmüş olacağız! — Etztak’m Rhodan’m projeleri üzjerinde bilgisi var mı? — Var.

Ama, o da senin kadar budala olduğundan esrarengiz gezegenin varolduğunu kabul etmiyor. Elinden kaçırdığı, Rhodan’m emrinde bulunan Tifflor adındaki bir delikanlıyı takibetmenin daha önemli olduğuna inanıyor. Ama, o kadar budala değilim! Grogham aksi bir tavır takmmamaya dikkat etti. Tophtor: — Hükümdar ve onun uyguladığı taktik beni ilgilendirmez, diye devam etti. Beıim ancak bir gayem var: Perry Rho-dan’ın takibetmek ve gözden kaçırmamak! Bu adam, bu küçük dünyalı eğer emellerinde muvaffak olursa, bizim bütün çıkarlarımıza Allahaısmarladık dememiz gerekir. Arkonidlerin imparatorluğunu ele geçirdiği takdirde bu böyle olacaktır. — Elde bulunan raporlarınıza göre, istediğini ne zaman elde edebilir? — Kim? Rhodan mı? Bu konuda tam bir şey söyleyemem: Bilmiyorum. Aldığım raporlar pek yeni değil. Raporlardan sonuncuları, Titan üssümüzün Dünyalılar tarafından tahribinden önce elimize geçti. Yalnız bildiğim şu ki, Rhodan, Gençlik gezegenine gitmeye hazırlanıyor. Anlıyor musun Grogham? Gitmeye hazırlanmak! Bu söz onun, evvelce bir kere oraya gittiği mânâsına gelir. Duyduğu hayretten Grogham’m sakalı yukarı doğru çıktı. — Evvelce oraya gitti mi? Bütün mahzume tanrıları adına söyle! — Haklısın, bu soruya cevap vermek her şeyi değiştirir. Biz bir hayâl peşinde değil, gerçeğin ta kendisinin peşindeyiz! Meselemize gelelim. Filonun diğer gjemilerinden haber var mı? — Yok.

Öteki gemiler bu sistemin diğer yönündeler. Yani onlarla aramızda otuz ışık saati mesafe var. İşaret etmeye değer bir husus yok. Dünyalıların uzay gemileri de görünmedi. Hem de bunlardan hiçbiri düşürülmedi. — Bu nokta önemli, bir işaret Rhodan’ı ele verecektir. Bunu bizim haber alma cihazlarımız başaracaklardır. Rhodan üst fezaya daldığı takdirde, onu takibedeceğiz. Ve onun üstünde kalacağız, kanısındayım. — Harikulâdc iyi düşünülmüş bir plan! Ümit edelim ki, fazla beklemiyelim. — Ne diyorsun? Gençlik ve Ebediyet gezegeni bahis konusu olunca böyle sözlerin önemi kalır mı? Grogham, bir kere daha karşılık verecek söz bulamadı. * * * Perry Rhodan hiç vakit kaybetmemek zorundaydı. On yıldan beri büyük imparatorluğun Dünya üzerine alakasını çekmemek için başarıyle çalışmış, çabalamıştı. Ama emekleri boşuna gitmişti. Korsan tüccarlar, o Frank Passör-lerler IIFüncü âlemin varlığım keşfetmişlerdi.

Şurası muhakkak ki, onlara karşı ilk savaşı kazanmıştı. Bütün casus robotlar bertaraf edilmiş, böylece güneş sistemi içinde bir casus şebekesinin varlığı ortadan kaldırılmıştı. Üsleri olan Titan da, bütün kuvvetine rağmen, artık bir harabeden başka bir şey değildi. Bu üssün verici istasyonu da artık ebediyen susmuştu. Ama, bir tek zafer, bir savaşın sonucu üzerinde kesin bir rol oynayamazdı. İki ağır uzay kravözörü, Hecat ile Helios, kral Ertzak’ın filosuyla karakol çarpışmaları yaparak, çift yıldız Beta Albireo bölgesinde bulunuyorlardı. Bu sırada Tifflor ve beş arkadaşı, karlı bir bölgede kendilerinin imdadına gelinmesini bekliyorlardı. Kendisine daha çok teğmen Emir denmesini isteyen, Perdita gezegeninden düşünen kır faresi Les-Mirettes de onun grubunda bulunuyordu. Yine beraberlerinde bulunan Telefatın da olağanüstü kabiliyetleri vardı. Belki de onun sayesinde, Rhodan hedefine varıncaya kadar Etztak’ı hareketsiz tutabiliyorlardı. Rhodan hedefi, olan Delos gezegenine varacak ve oradan yeni silâhlarla dönüp düşmanım kaçmak zorunda bırakacaktı. Durum genel olarak cesaret verici sayılamazdı. Uzay sonuna varmaya hazırlandığı sırada, Astree uzay gemisinde bulunan uzay adamı, bu muhteşem Arkonid uzay gemisinde bulunmalarına rağmen keyifsiz görünmjekteydi. Reginald Bull, kumandanın yine her zamanki gibi sinirli olduğunu üzüntüyle gördü. — Her zaman niçin bu kadar endişelisin diye kendi kendime sorarım, dedi.

Her şey yolunda gidiyor. Genç Tifflor kabiliyetlidir vp kendisine yardımcı olan Les-Mireîtes’in sâyesin-de bu işin içinden başarıyle çıkacak. Nyseene gelince…

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir