Marquis de Sade – Ensest

Bu hikâyede kendimize koyduğumuz tek hedef insanı eğitmek ve onun ahlak ilkelerini düzeltmektir. Okuyucu hikâyeyi okumakla, arzularını yerine getirmek için engel tanımayacak olanların sonsuza kadar peşinden giden tehlikeler bilgisi içine dalabilir! Yeter ki en iyi eğitim, zenginlik, yetenek ve doğa vergisi yeteneklerin, bunlar kendi kendini kısıtlama, iyi davranış, akıl ve alçakgönüllülükle desteklenmedik ve öne çıkarılmadıkça yoldan çıkmış birine yol gösterebilecekleri konusunda ikna olsunlar. Nakletme niyetinde olduğumuz gerçekler böyledir. Okuyucu tasvir etmek zorunda olduğumuz korkunç suçun canavarca ayrıntıları için hoşgörülü görünsün, fakat biri bunları en ufak bir süsleme olmaksızın tüm çıplaklıklarıyla gözler önüne serme cesareti olmadıkça başkalarının bu tür sapkınlıklardan nefret etmelerini sağlamak mümkün müdür? Bir insanı mutluluğa götürmek için her şey nadiren bu insanda bir araya gelir. Doğa ona hediyelerini mi yağdırdı? O zaman kader ondan hediyelerini esirger. Talih ona lütuflarını mı sundu? O zaman doğa cimrilik gösterir. Tanrının eli bize en yüce işlerde olduğu gibi her kişide denge kurallarının evrenin temel kuralları, aynı zamanda meydana gelen, büyüyen, nefes alan her şeyi yöneten kurallar olduğunu göstermeyi istermiş gibi görünebilir. Franval, doğduğu şehir olan Paris’te yaşıyordu ve diğer çeşitli yeteneklerin arasında dört yüz bin lira tutarında bir gelir, yakışıklı bir görünüş ve herkesle boy ölçüşen bir yüze sahipti, fakat bu çekici dış görünüşün altında ne yazık ki benimsendikleri ve uygulamaya koyulduklarında hızla suça götüren birçok kusur gizliydi. Franval’in ilk kusuru uygunsuzluğu anlatılması zor olan bir hayalgücüydü; bu bir kişinin düzeltemeyeceği, etkileri yaşla, ancak daha beter hale gelen bir kusurdu. Bir insan ne kadar az yapabiliyorsa o kadar çok yükümlülük üstlenir; bir kişi ne kadar az harekete geçiyorsa o kadar çok keşifte bulunur; bir kişinin yaşamının her dönemi yeni fikirler öne çıkarır ve doygunluk bir kişinin şevkini kırmak şöyle dursun daha da fazla zararlı incelikli davranışların zeminini hazırlar. Dediğimiz gibi Franval gençliğin tüm cazibesiyle ve bunu güzelleştiren tüm yeteneklerle cömertçe donatılmıştı, ancak hem ahlaki hem de dini görevlere karşı duyduğu küçümseme o kadar büyüktü ki eğitmenleri için bunların herhangi birini ona aşılamak olanaksız hale gelmişti. Çocukların ve babaları ve eğitmenlerinin en tehlikeli en sinsi kitaplara ulaşabildiği, düşüncesizliğin felsefe, şüpheciliğin kuvvet kabul edildiği ve çapkınlığın hayal gücü ile karıştırıldığı bir çağda Franval’in ince zekâsı onaylayıcı kahkahalara neden oluyordu. Hemen arkasından tersleniyor olabilirdi, ancak sonradan bunun için övülüyordu. Revaçta olan safsataların ateşli bir savunucusu olan Franval’in babası oğlunun bu konularda iyice düşünmesini teşvin eden tek kişiydi. Hatta oğluna onu daha da hızlı şekilde yozlaştırmak için en hassas işleri bizzat verecek kadar ileri gitti.


Ki bunun ışığında, Franval’in hoşnut etmek zorunda olduğu ev halkının ilkelerinden farklı ilkeleri hangi öğretmen aşılamaya cesaret edebilirdi? Öyle de olsa Franval ebeveynlerini henüz çok gençken kaybetti ve on dokuz yaşındayken, kendisi de kısa süre sonra ölen yaşlı bir amca, evliliği vesilesiyle mirasından düşen tüm mal varlığını ona bıraktı. Böyle bir servetle Monsieur de Franval’in bir eş bulmakta en ufak güçlük çekmemiş olması gerekirdi. Çok sayıda olası eşler önerildi, fakat Franval amcasına kendisinden daha genç bir kızla bir evlilik ayarlaması için yalvarmış olduğundan ve bu kadar az olası akrabayla birlikte, yaşlı adam dikkatini, babasını kaybetmiş ve tek akrabası dul annesi olan, bir bankerin kızı olan bir Mademoiselle de Farneille’e yöneltti. Kız sahiden çok gençti, yalnızca on beş yaşındaydı, ancak yıllık tamı tamına altmış bin liralık bir gelire ve tüm Paris’teki en çekici ve güzel yüze sahipti… Açık yüreklilik ve çekicilik özelliklerinin hassas sevgi ve kadınsı zarafet özelliklerinin altında birbirleriyle aşık attıkları şu bakire yüzlerden biri… Uzun sarı saçları belinden aşağı dökülüyor ve iri mavi gözlerinde hem şefkat hem de tevazu okunuyordu; narin, kıvrak ve zarif bir sureti, zambak beyazı bir teni ve üstünde güllerin tazeliği vardı. Pek çok yetenekle donatılmıştı, hayat dolu, ancak bir parça melankolik bir hayal gücüne sahipti. O güç, bir kişiyi, doğanın bedbahtlığa mahkûm ettiği kişilere onlara getirdiği karanlık ve dokunaklı zevkle, onların gözyaşlarını daha az etkin ve daha az nüfuz eden bir güç olan uçarı mutluluk sevincine tercih etmelerini sağlayan zevkle bunu onlar için daha az acı hale getirirmişçesine verirmiş gibi göründüğü özellikler olan kitap sevgisine ve yalnızlık isteğine yatkınlaştıran şu tatlı melankoli olarak açıklanabilirdi. Kızının evlendiği dönemde otuz iki yaşında olan Madame de Farneille aynı zamanda nüktedan ve çekici, fakat belki de birazcık fazla mesafeli ve sert mizaçlı bir kadındı. Tek çocuğunu mutlu görmek isteyen Madame de Farneille evlilikleri ile ilgili olarak tüm Paris’e danışmıştı. Ve artık bir ailesi olmadığından, hiçbir şey umurlarında olmayan şu soğuk dostlardan birkaçının tavsiyesine güvenmek zorundaydı. Kızına önerilen genç adamın kızının Paris’te evlenebileceği, şüphesiz en iyi eş adayı olduğu ve bunu reddederse tamamen ve affedilmez şekilde budala durumuna düşeceği konusunda onu ikna etmekte başarılı oldular. Ve böylece evlilik gerçekleşti ve kendi evlerini satın alacak kadar varlıklı olan genç çift birkaç gün içinde evlerine taşındılar. Genç Franval’in kalbinde bir erkeğin otuz yaşından önce olgunlaşmasına engel olan ciddiyetsizlik, düzensizlik ya da sorumsuzluk kusurlarından hiçbiri mevcut değildi. Adil bir kendine güven payına sahip olup bir evin işlerini çekip çevirmede en iyi durumda düzenli bir adam olan Franval mutlu bir yaşantının bu yönü için gerekli tüm niteliklere sahipti. Tamamıyla farklı bir türden olan kusurları gençlik düşüncesizliklerinden ziyade olgunluk noksanlarıydılar: Kurnaz, entrikacı, zalim, aşağılık, bencil, hilekâr, hain ve hin… Tüm bunları yalnızca daha önce söz ettiğimiz nezaket ve yetenekle değil, ancak aynı zamanda belagati, sıradışı ince zekası ve çok hoşa giden görünüşüyle saklıyordu. Bahsedeceğimiz adam böyle bir adamdı.

Geleneğe uygun olarak kocasını en fazla evliliklerinden bir ay önce tanımış olan Mademoiselle de Farneille onun parlak dış görünüşüne aldanıp onun kuklası olmuştu. Onu taparcasına seviyordu ve günler onun için hayran gözleriyle ona doya doya bakmak için yeterince uzun değildi; gerçekten de sevgisi o kadar büyüktü ki, hayattaki tek mutluluğunu bulduğunu söylediği bir evliliğin güzel tadını bozacak engellerle karşılaşsa sağlığı hatta yaşamı tehlikeye düşebilirdi. Yaşamdaki diğer her şey konusunda olduğu gibi kadınlar söz konusu olduğunda bir filozof olan Franval’e gelince, bu çekici kadına karşı tutumu soğukluk ve vurdumduymazlıkla damgalanmıştı. “Bize ait olan kadın,” diyordu, “geleneğin bize bağımlı kıldığı bir tür bireydir. Nazik, söz dinler… Bütünüyle sadık ve itaatkar olmalıdır; bir eşin bizim uçarılıklarımızı taklit ettiğinde bizi maruz bırakabileceği lekeyle ilgili yaygın önyargıyı özellikle paylaştığımdan değil. Bunun nedeni yalnızca bir erkeğin bir başkasının kendi haklarını gasp ettiğini görmekten hoşlanmamasıdır. Diğer her şey tam bir kayıtsızlık meselesidir ve mutluluğa bir nebze katkıda bulunmaz.” Bu tür duyguları taşımasının yanı sıra, bu kocayla evli olan zavallı kızı bekleyenin güllük gülistanlık bir hayat olmadığını tahmin etmek zor bir şey değildi. Dürüst, hassas, iyi terbiye görmüş, dünyada değer verdiği tek erkeğin her isteğini sevgiyle önceden tahmin eden Madame de Franval, esaretinden asla kuşku duymadan ilk yıllar boyunca zincirlerini taşıdı. Evlilik konusunda yalnızca küçük kırıntılar topladığını görmek onun için kolaydı, ancak kocasının ona bıraktığı az buz şeylerden bile halen çok mutlu olarak Franval’in onun sevecenliğini teslim ettiği bu kısa anlar boyunca, sevgili kocasının onu mutlu etmek için ihtiyaç duyduğuna inandığı her şeyi bulabilmesini sağlamak için tüm dikkatini veriyor ve titizlikle kendisini ona adıyordu. Yine de Franval’in görevlerinde tamamen gevşek davranmadığının en iyi kanıtı evliliklerinin ilk yılı boyunca, o zaman on altı buçuk yaşında olan karısının annesinden bile daha güzel bir kız çocuğunu, babasının derhal Eugénie adını verdiği, hem doğanın dehşeti hem mucizesi olan bir çocuğu doğurmuş olmasıydı. Hiç şüphesiz çocuk doğduğu anda onun üstünde en iğrenç planları yapmış olan Monsieur de Franval çocuğu derhal annesinden ayırdı. Eugénie yedi yaşına gelinceye kadar Franval’in güvenebileceği bazı kadınların bakımına emanet edilmişti ve bunlar kendilerini kıza iyi bir mizaç aşılamak ve ona okumayı öğretmekle sınırlandırmışlardı. Ona o yaştaki bir kız çocuğunun normalde aldığı türden en ufak din ya da ahlak kuralları bilgisi vermekten titizlikle kaçınıyorlardı. Bu tür bir davranıştan dolayı şaşkın ve üzgün olan Madame de Farneille ve kızı bundan dolayı Monsieur de Franval’e sitem ettiler.

Soğukkanlı bir biçimde planının kızını mutlu etmek olduğu ve onun zihnini en ufak yararlarını onlara asla kanıtlamaksızın yalnızca insanları korkutmak için tasarlanmış kuruntularla doldurmak niyetinde olmadığı yanıtını verdi. Kendisini nasıl hoşa gider ve çekici hale getirmeyi öğrenmekten daha fazla hiçbir şeye ihtiyacı olmayan bir kıza bu saçmalıklar konusunda bilgisiz kalmanın tavsiye edilebileceğini, çünkü bu tür fantezilerin onun ahlaki karakterine bir nebze gerçeklik ya da bedenine bir nebze güzellik katmadan yalnızca yaşamının huzurunu bozabileceğini de söyledi. Bu tür uyarılar dünyevi zevklerden geri çekildikçe giderek ilahi fikirlere doğru çekilen Madame de Farneille için acı şekilde can sıkıcıydı. Dindarlık yaşın ilerlediği ya da sağlığın kötüye gittiği dönemlerde doğal bir zayıflıktır. Tutkuların kargaşası içinde, genelde son derece uzak olduğunu varsaydığımız bir gelecekle ilgili, ancak küçük bir endişe duyarız, fakat tutkuların dili daha az zorlayıcı hale geldiğinde, hayatın son safhalarında ilerlerken, tek kelimeyle her şey bizi terk ederken, kendimizi yeniden çocukken duyduğumuz Tanrının kollarına atarız. Ve felsefeye göre bu son yanılsamalar tamamen diğerleri kadar gerçekdışı olsalar da en azından o kadar tehlikeli değildirler. Franval›in kayınvalidesinin yakın akrabaları yoktu, kendisinin az ya da çok hiçbir nüfuzu yoktu ve olsa olsa teste tabi tutulduklarında bundan daha azını kanıtlayan birkaç rasgele dostu vardı. Dost canlısı, genç, hali vakti yerinde olan bir damatla çarpışmak zorunda olduğundan, çok akıllı şekilde ona rakip olmaya cüret ettikleri takdirde anneyi mahvedebilecek ve kızın hapsedilmesine neden olabilecek bir adama karşı kendini itiraz etmekle sınırlandırmanın daha güçlü önlemler almaktan daha kolay olacağına karar verdi. Ki bu göz önüne alındığında, tüm cüret ettiği birkaç itirazdı ve bunların faydasız olduğunu anlar anlamaz sessiz kaldı. Üstünlüğünden emin olan ve onların kendisinden korktuklarını anlayan Franval kısa süre içinde tüm kısıtlamaları elden bıraktı, eylemlerini görüntüyü kurtarmak için pek az gizleyerek dosdoğru korkunç amacına doğru ilerledi. Eugénie, yedi yaşına geldiğinde Franval onu karısına götürdü ve çocuğunu dünyaya getirmiş olduğu günden beri görmemiş olan bu sevgi dolu anne ona dokunmaya ve onu okşamaya doyamadı. İki saat boyunca çocuğu göğsüne bastırıp onu öpücüklere boğdu ve gözyaşlarıyla yıkadı. Onun tüm küçük yetenek ve başarılarını öğrenmek istiyordu, ancak akıcı şekilde okuyabilme, mükemmel bir sağlığa sahip olma ve bir melek kadar güzel olma dışında hiçbirine sahip değildi. Madame de Franval kızının en temel dini ilkeler konusunda tamamen cahil olduğunun yalnızca pek doğru olduğunu anladığında bir kez daha umutsuzluğa kapıldı. Kocasına “Siz ne yapıyorsunuz Beyefendi?” dedi.

“Onu yalnızca bu dünya için mi yetiştirdiğinizi mi söylemek istiyorsunuz? Onun hepimiz gibi sonradan sonsuzluğun içine dalmak üzere kaderinin burada yalnızca bir saniye kalmak olduğunu düşünmeyi lutfedin, ki bu onu tüm yaşam kendisinden doğan Tanrının ayaklarının dibinde mutluluğu bulmak için gerekli araçlardan mahrum ederseniz korkunç olacaktır.” Franval “Eğer Eugénie hiçbir şey bilmiyorsa,” diye yanıt verdi, “eğer bu ilkeler ondan itinayla gizlenmişse, onu mutsuz edebilmenin yolu yoktur; bunlar doğru olsalar bile, Yaradan onu bilgisizliğinden dolayı cezalandırmak için fazla adildir ve eğer doğru değillerse bunlardan ona söz etmenin ne gereği vardır? Eğitiminin geri kalanına gelince, lütfen bana güvenin. Bugünden itibaren onun öğretmeni olacağım ve size kızınızın birkaç yıl içinde kendi yaşıtı çocukların tümünü geçeceğine söz veriyorum.” Madame de Franval konuyu sürdürmek istiyordu; kalbin dilini mantığın yardımına çağırarak birkaç gözyaşı onun adına meramını anlattılar, ancak gözyaşlarından en ufak derecede etkilenmemiş olan Franval onları fark etmişe benzemiyordu. Eugénie’yi götürdü ve karısına kızına vermeyi tasarladığı eğitime herhangi bir biçimde müdahale etmeye kalkışırsa ya da kıza kendisinin verme niyetinde olduğu ilkelerden farklı ilkeler aşılamaya kalkışırsa, böyle davranarak kendisini bir daha çıkamayacağı o şatolardan birine göndereceği kızını görme zevkinden mahrum edeceğini bildirdi. Boyun eğmeye alışmış olan Madame de Franval onun sözlerini sessizce dinledi. Kocasına kendisini böylesi değerli bir varlıktan ayırmaması için yalvardı ve ağlayarak kız için hazırlanan eğitime hiçbir şekilde karışmayacağına söz verdi. O andan itibaren, Mademoiselle de Franval son derece zeki bir mürebbiye, bir mürebbiye yardımcısı, bir oda hizmetçisi ve yalnızca Eugénie’nin eğlenmesi amacına yönelik kendi yaşında iki kız arkadaşla birlikte babasınınkine bitişik çok güzel bir daireye yerleştirildi. Kendisine yazı, resim, şiir, doğal tarih, güzel konuşma, coğrafya, astronomi, Yunanca, İngilizce, Almanca, İtalyanca, eskrim, dans, binicilik ve müzik öğretmenleri tahsis edildi. Eugénie yazın ve kışın her gün saat yedide kalkıyor, kahvaltı olarak kendisiyle birlikte bahçeye götürdüğü büyük bir parça çavdar ekmeği yiyordu. Bahçede saat sekize kadar koşuyor ve oynuyor, içeri girdiğinde dairesinde babasıyla biraz zaman geçirirken, babası ona son moda küçük keyifli numara ve oyunları öğretiyordu. Dokuza kadar derslerine çalışıyor; dokuzda ilk öğretmen geliyordu. O zamanla saat iki arasında en az beş öğretmen tarafından ziyaret ediliyordu. İki küçük arkadaşı ve baş mürebbiyesiyle birlikte öğlen yemeği yiyordu. Akşam yemeği sebzeler, balık, hamur işleri ve meyveden oluşuyordu; hiçbir zaman et, çorba, şarap, likör ya da kahve olmuyordu.

Saat üçten dörde kadar Eugénie arkadaşlarıyla birlikte tekrar dışarı oyun oynamaya çıkıyordu. Orada, tenis, top, dokuz kuka, battledore, shuttlecock oynayarak ya da ne kadar uzağa koşabildikleri ve zıplayabildiklerini görerek hep birlikte egzersiz yapıyorlardı. Mevsimlere göre giyiniyorlar; bellerini sıkan hiçbir şey, asla genç bir insanın solunumunu zayıflatarak ister istemez akciğerlere zarar veren, göğüs ve mide için eşit ölçüde tehlikeli şu gülünç korselerden hiçbirini giymiyorlardı. Mademoiselle de Franval dörtten altıya kadar diğer öğretmenlerini kabul ediyordu ve hepsi aynı gün gelemediğinden, diğerleri ertesi gün geliyorlardı. Eugénie haftada üç gün babasıyla birlikte kendisi için senelik kiralanan küçük parmaklıklı localarda tiyatroya gidiyordu. Saat dokuzda eve dönüyor ve akşam yemeği yiyordu. O zaman tüm yemesi gereken sebze ve meyveydi. Haftada dört kez saat ondan onbire kadar iki mürebbiyesi ve hizmetçisiyle oynuyor, bir ya da daha fazla roman okuyor ve sonra yatmaya gidiyordu. Franval’in dışarıda akşam yemeği yemediği diğer üç gün, geceyi babasının dairesinde yalnız geçiriyor ve Franval bu süreyi “konferansları” olarak adlandırdığı şeye adıyordu. Bu oturumlar sırasında kızına ahlak ve dinle ilgili ilkelerini aşılayıp, ona bir yandan bazı adamların bu konularda ne düşündüklerini bildiriyor, sonra da diğer yandan kendi görüşlerini açıklıyordu. Kaydadeğer bir zekâ, geniş bir bilgi yelpazesi, keskin bir akıl ve şimdiden uyanan tutkulara sahip olduğundan, bu görüşlerin Eugénie’nin ruhunda kaydettikleri ilerlemeyi değerlendirmek kolaydır, fakat utanmaz Franval’in niyeti yalnızca onun zihnini güçlendirmek olmadığından, bu dersler onun yüreğini de coşturmadan nadiren sona eriyordu ve bu korkunç adam kızının hoşuna gitmenin yollarını bulmakta çok başarılı olmuştu, onu o kadar akıllıca yozlaştırıyor, kendisini hem onun eğitimi hem de zevkleri için öylesine gerekli hale getiriyor, onun her isteğini öylesine istekle öngörüyordu ki Eugénie en parlak çevrelerde bile kimseyi babası kadar çekici bumuyordu. Ve hatta Franval niyetlerini açık etmeden önce, masum ve uysal yaratık genç yüreğini kaçınılmaz şekilde en tutkulu aşka götürmesi gereken tüm dostluk, minnettarlık ve şefkat hisleriyle doldurmuştu. Gözleri Franval’den başkasını görmüyordu; ondan başka kimseyle ilgilenmiyordu ve kendisini ondan ayırabilecek herhangi bir fikre isyan ediyordu. Bu şefkatli can dostu istese ona şerefini, güzelliğini değil -tüm bu fedakârlıklar tapma nesnesi için fazla zayıf görünürdü- fakat memnuniyetle kanını, canını verirdi. Mademoiselle de Franval’in annesine, saygıdeğer ve biçare annesine karşı olan hisleri pek aynı değildi.

Babası kızına Madame de Franval’in karısı olarak kendisinden kendisini sevgili Eugénie’si için yüreğinin emrettiği her şeyi yapmaktan sıklıkla alıkoyan bazı hizmetler istediğini ustalıkla naklederek bu genç insanın yüreğine böylesi bir anneye karşı hissetmiş olması gereken saygıdeğer ve müşfik olan hislerden çok nefret ve kıskançlık ekmenin sırrını keşfetmişti. Eugénie kızının kendisine karşı başka ifadeler kullanmasını istemeyen Franval’e bazen “Dostum, kardeşim,” diyordu, “karım dediğiniz bu kadın, bana beni dünyaya getirdiğini söylediğiniz bu mahluk, sizin daima kendi yanında olmanızı istemekle hayatımı sizinle geçirme mutluluğundan beni mahrum ettiğine göre gerçekten de çok talepkâr… Onu Eugénie’nize tercih ettiğiniz benim için çok sarih. Bana gelince, kalbinizi benden çalan hiçbir şeyi asla sevmeyeceğim.” Franval “Yanılıyorsunuz sevgili dostum,” diye yanıt veriyordu. “Bu dünyada hiç kimse hiçbir zaman benim üzerimde sizinkiler kadar güçlü haklara sahip olmayacak. O kadın ve en iyi dostunuzu bağlayan bağlar, felsefi açıdan baktığım alışkanlık ve toplum kurallarının sonucu olarak bizim aramızdaki bağlara hiçbir zaman eşit olmayacak… Siz her zaman benim gözdem olacaksınız Eugénie, hayatımın meleği ve ışığı, kalbimin yuvası, varlığımın devindirici gücü olacaksınız.” Eugénie “Oh! Bu sözler ne kadar hoş!” diye yanıtlıyordu. “Bunları bana sık sık tekrarlayın dostum… Şefkatinizin bu ifadeleri beni ne kadar mutlu ediyor bir bilseniz!” Ve Franval’in elini alıp onu kalbine bastırarak, devam ediyordu: “Burada, hissedin, hepsini burada hissedebiliyorum…” Franval kızı kollarının arasında sıkarak “Şefkatli okşamalarınız beni bunun doğru olduğuna inandırıyor,” diye yanıt veriyordu… Ve böylece, bir vicdan azabı izi olmaksızın, alçak herif bu zavallı kızın baştan çıkarılması planlarını tamamladı. Eugénie›nin on dördüncü yaşı Franval’in bu suçu yerine getirmek için belirlediği zamandı. Ürperelim!. Bunu gerçekleştirdi. Bu yaşa erdiği o aynı gün ya da daha ziyade on dördüncü yaşını tamamladığı gün, ailenin ya da diğer davetsiz misafirlerin engelleyici varlığı olmaksızın ikisi de taşradaydı. O gün kızını Vesta bakirelerinin eski zamanlarda tanrıça Venüs’e kendilerini adamaları vesilesiyle giyindikleri biçimde giydiren Kont saatin on biri çalması üzerine onu gün ışığının müslin perdelerle yumuşatıldığı ve mobilyaların çiçeklerle süslenmiş olduğu lüks bir misafir odasına götürdü. Odanın ortasında güllerden bir taht duruyordu, Franval kızını tahtın üstüne götürdü. Tahtın üstüne oturmasına yardım ederek ona “Eugénie,” dedi, “bugün kalbimin kraliçesi olun ve dizlerimin üstünde size ibadet etmeme ve tapmama izin verin.

” “Ben her şeyi yaşamımın yaratıcısı, beni vücuda getiren size borçluyken kardeşim, siz bana tapıyorsunuz… Ah Aksine siz ayaklarınıza kapanmama izin verin; benim ait olduğum ve sizinle olmayı arzuladığım yegane yer orasıdır.” Kont zaferinin dekoru görevini gören çiçekler serpilmiş sandalyelere kızın yanına oturarak “Oh benim sevgili, benim sevecen Eugénie’m,” dedi, “bana bir şey borçlu olduğunuz gerçekten doğruysa, bana karşı olan hisleriniz öyle olduklarını söylediğiniz kadar içtense, içtenliğiniz konusunda beni hangi yollarla ikna edebileceğinizi biliyor musunuz?” “Neymiş onlar kardeşim? Bana ne olduklarını hemen söyleyin ki onları ele geçirmekte çabuk olabileyim.” “Doğanın size bahşettiği tüm bu çok sayıda çekicilik, Eugénie, doğanın sizi süslediği tüm bu fiziksel cazibeler… Bunları hiç gecikmeden bana sunmalısınız.” “Fakat benden istediğiniz nedir? Zaten her şeyin sahibi değil misiniz? İşlemiş olduğunuz şey size ait değil mi? Bir başkası eserinizin hoşuna gidebilir mi?” “Fakat siz insanların önyargılarının farkında değilsiniz…” “Onları benden hiçbir zaman saklamadınız.” “Bunları sizin rızanız olmadan küçümsemek istemiyorum.” “Onları benim küçümsediğim kadar küçümsemiyor musunuz?” “Elbette, ancak baştan çıkarıcınız olmak bir yana tiranınız olmak istemem. Talep ettiğim hizmetlerin, hatta istediğim ödüllerin aşkla ve salt aşkla elde edilmesini isterim. Dünyaya ve usullerine aşinasınız; cazibelerinin hiçbirini sizden asla saklamadım.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir