Her bölümün başında yer alan şiirler Margaret Murray’in Mısır Dini Şiirler (Connecticut: Greenwood Yayınları, 1980) ile Leonard Cot-trell’in Firavunların Denetimindeki Yaşam (Londra: Pan Books, 1955) adlı yapıtlarından alınmıştır. Khaemwaset’in Eşi ve Çocukları Khaemwaset: Prens. Ptah rahibi, On’un rahibi, büyücü ve doktor, Firavun İkinci Ramses’in dördüncü oğlu (hayatta olan üçüncü oğlu). Otuz yedi yaşında. Nubnofret: Prenses. Khaemwaset’in karısı. Otuz beş yaşında. Hori: Prens. Khaemwaset’in ikinci oğlu. Ptah rahibi. On dokuz yaşında. Sheritra: Prenses. Khaemwaset’in kızı. On beş yaşında. Adı “Küçük Güneş” anlamındadır. Khaemwaset’in Ailesi İkinci Ramses: Yukarı ve Aşağı Mısır’ın Firavunu, Khaemwaset’in babası. Altmış dört yaşında. Astnofert: Ramses’in kraliyet eşi ve kraliçe. Khaemwaset onun ikinci oğludur. Elli dokuz yaşında. Ramses: Kraliyet prensi ve kraliyet vârisi. Astnofert’in büyük oğlu ve Khaemwaset’in ağabeyi. Kırk üç yaşında. Si-Montu: Prens. Khaemwaset’in ağabeyi. Kırk iki yaşında. Suriyeli bir gemi kaptanının kızı olan Ben-Anath ile evlendiği için tahtın vârisi olamamıştır. Memphis’de bulunan babasının üzüm bağlarının başındadır. Merenptah: Astnofert’in oğullarından biri. Khaemwaset’in küçük erkek kardeşi. Otuz bir yaşında. – 9- Bint-Anath: Annesi Astnofert ile birlikte kraliçe. Khaemwaset’in küçük kız kardeşi. Otuz altı yaşında. Meryet-Amun: İkinci Ramses’in birinci eşi olan Nefertari’nin kızı. İkinci derecede kraliçe. Yirmi beş yaşında. Dostları Sisenet: Memphis’de yaşayan Koptos’lu bir soylu. Kırk beş yaşında. Tbubui: Koptos’lu soylu bir kadın. Otuz beş yaşında. Harmin: Tbubui’nun oğlu. On sekiz yaşında. Hizmetkârları Amek: Khaemwaset’in korumalarının başı. İb: Khaemwaset’in kâhyası. Kasa: Khaemwaset’in oda hizmetkârı. Penbuy: Khaemwaset’in özel kâtibi. Ptah-Seankh: Penbuy’un oğlu ve Khaemwaset’in kâtibi olarak halefi. Sunero: Fayum’daki Ninsu’da Khaemwaset’in ajanı. Wennufer: Abydos’da başrahip ve Khaemwaset’in arkadaşı. Antet Hori’nin erkek hizmetkârı ve sırdaşı. Wernuro: Nubnofret’in kadın hizmetkârı. Bakmut: Sheritra’nın kadın hizmetkârı ve arkadaşı. Ashahebsed: İkinci Ramses’in sakisi ve eski dostu. Amunmose: İkinci Ramses’in Memphis’deki hareminden sorumlu görevli. Mısır Tanrılarının Kimliği Amun – ya da Amun-Ra. Yukarı Mısır’da Thebes’de tapılan tanrı. “Tanrıların Efendisi” olarak bilinir. 18. sülale döneminden itibaren tüm firavunlar Amun’un kendilerinde varlık bulduğuna inanırlardı. – 10 – Apis – Kutsal boğa, bu tanrıya hem güneşin simgesi olduğu için, hem de Ptah’ın özünü içerdiğinden tapılırdı. Atum – On’un hanedanlık öncesi güneş tanrısı. Bast – Güneşin besleyici ve lütufkâr yanını simgeleyen kedi başlı tanrıça. Horus – Şahin tanrı. Osiris’in oğlu. Her firavun unvanlarında bu adı kullanırdı. Hu – Her varlıkla konuşan Ptah’ın Dili. Yaradılışın arkasındaki itici güçtü. Isis – Osiris’in karısı. Set, Osiris’i kılıçtan geçirdiğinde Isis onun parçalara ayrılmış bedenini bir araya getirmiş ve onu sihirle yeniden yaşama döndürmüştü. Ma’at – Adalet, gerçek ve düzenin simgesi. Tüy takan bir tanrıçayla simgelenmiştir. Mut – Amun’un karısı. Kraliyet kadınlarının tanrıçası. Nut – Gökyüzünün tanrıçası. Osiris – Mısır’da özellikle sıradan insanların taptığı eski bereket tanrısı. Ölüler ülkesinin efendisi. Ptah – Dünyanın tanrısı. Ra – Güneş tanrısı. Ser – Fırtına ve kargaşanın tanrısı. Osiris’i kılıçtan geçiren tanrı. Mısır tarihinin bazı dönemlerinde şeytanın kimlik bulduğu tanrı olarak da değerlendirilirdi. İkinci Ramses döneminde Set, çok önem kazanmıştı. Shu – Toprağı gökyüzünden ayıran hava tanrısı. Thoth – Tıp, büyü ve matematik tanrısı. Kâtiplerin efendisi ve yazının kâşifi. Zamanı ölçen tanrı. – 11 – Birinci Bölüm ‘Selam sizlere, cenneti ve dünyayı terazisinin kefesinde ölçen Ruhlar Tapınağının tüm tanrıları!’ Havanın serinlemesi herkesi rahatlatmıştı. Khaemwaset, yerdeki gri kumların üstüne ayak basan tek kişi olduğunun bilincinde mezarın içine girmeden önce derin bir soluk alarak sıcak çöl rüzgârına doğru başını çevirdi. Dar ve küçük yolda dikkatle ilerledi. Mezar bin yıl önce mühürlenmişti. Bin yıl! Bin yıldan beri buradaki havayı soluyan tek canlı varlık benim. “Ib!” diye seslendi. “Meşaleleri getir. Orada neyin düşünü kuruyorsun?” Kâhyası alçak sesle özür diledi. Khaemwaset çıplak ve tozlu ayaklarına çarpan küçük taşları itti. Köleler saygı dolu bir şekilde meşaleleri taşırlarken Ib, Khaemwaset’in yanına gelmiş saygıyla duruyordu. “İyi misiniz, baba?” Hori’nin tenor sesi boş duvarlarda yankılandı. “Payanda ile desteklememiz gerekecek mi?” Khaemwaset çevresine bir göz attı sonra da bağırarak, “Hayır,” dedi. Az önceki neşesi hızla düş kırıklığına dönüşüyordu. Her şeyin ötesinde eski prenslerin bulundukları kutsal zemine ayak basan ilk kişi değildi. Kısa ve dar yerden dışarı çıktığında ve meşalelerin titrek alevleri arasında gördüklerinin bilincine vardığında mezarda soygun yapıldığını fark etmişti. Ölülerin dünyevi varlıklarını içeren kutular parçalanmış ve içleri boşaltılmıştı. O dönemin en iyi üzümlerinden yapılmış şaraplarla değerli yağların bulunduğu kavanozlar da ortada yoktu, yalnızca kutuların ve – 13 – kavanozların kırık mühürleriyle tek bir tıpa vardı. Khaemwaset’in ayaklarının dibinde basit desenli bir tabure, ayaklarında boğazlanmış ördek gravürleri olan tahta bir sandalye vardı. Ördekler boş gözlerle bakıyorlardı ve kıvrılmış boyunları sandalyenin oturma yerini oluşturmuştu. Sandalyenin arkalığında ise Ptah’ın Dili vardı. Üstlerindeki desenleri kazınmış alçak iki yemek masasıyla duvara dayalı bir de yatak vardı. Dokunulmayan tek şey duvarlardaki altı resimdi. Siyah boyayla yapılmış olan bu resimler bir sonraki dünyada efendilerine hizmet etmek için kendilerini yaşama döndürecek büyüyü bekliyor gibiydiler. Bu çalışmaların tümü de basit ve açık seçikti, ama buna rağmen güçlü bir etkileri vardı. Khaemwaset kendisinin hiç hoşlanmadığı, ama karısına çok hoş gelen görkemli evini düşünerek içini çekti. “Penbuy,” dedi elinde yazı tahtası ve kalem kutusuyla yanı başında duran kâtibine. “Duvardakileri yazmaya başlayabilirsin. Mümkün olabildiğince hata yapmamaya çalış ve lütfen eksik olan hiyeroglifleri kendi tahminlerin doğrultusunda doldurma. Aynaları taşıyan köle nerede?” Kapaklan çarpık olan büyük granit mezarları incelemek için başını çevirdiğinde, yaşamım dağınık bir sürüyü gütmeye benziyor, diye geçirdi içinden. Köleler mezarlardan ürküyorlar, karşı çıkmaya cesaret edemeyen hizmetkârlarım bile mühürler kırılırken üstlerini başlarını muskalarla donatıp dualar mırıldanarak içeri giriyorlar. Neyse ki, bugün endişelenmelerine gerek yok, diye geçirdi içinden mezarın üstündeki yazıları okuyabilmek için kölelerden biri meşaleyi mezarın üstüne doğru tutarken. O gün şanslıydılar. Benim şanslı günümse evrak ve fermanlarla dolu mezarı bulduğumda başlayacak. Kendi kendine gülümsedi ve yerinde doğruldu. “Ib, marangozları çağır ve kırılmış olan parçaları tamir ettir. Sonra da yerlerine yerleştirsinler. Ayrıca taze yağlar ve kokularla dolu yeni kavanozlar da getirt. Burada ilginç bir şey olmadığına göre güneş batmadan evlerimize dönebiliriz.” Kâhyası eğilerek selam verdi. Prensin holde ilerleyerek basamakları çıkmasını bekledi. Khaemwaset çıkışa doğru ilerledi, mezarın kapısını açmak için toprağı kazıyan kölelerinin kenara yığdıkları taş ve moloz yığınlarının arasından geçti. Gözlerinin öğle güneşinin beyazlığına alışması için – 14 – bir süre bekledi. Gökyüzü masmaviydi. Güneş solunda uzanan uçsuz bucaksız çölün üstünde parlıyordu. Sağında ise çıplak sütunlu, harap duvarlı, ölüm kenti Saqqara Vadisi uzanıyordu. Bir zamanların bu görkemli kenti şimdi terk edilmişti, ama hâlâ güzeldi. Açık bej renkli sütunları Khaemwaset’e üzerinde tek bir canlının bile yaşamadığı, insanı tedirgin eden bir çölü anımsatıyordu. Firavun Unas’ın piramidi, bu harap topraklan umursamaz bir şekilde gökyüzüne yükseliyordu. Khaemwaset bu piramidi birkaç yıl önce incelemişti. Piramidi onarıp kademeli taraflarını düzleştirmek, simetrik yüzünü beyaz kireçtaşıyla kaplattırmak istemişti. Ne var ki proje çok uzun zaman alacağından, fazla köle çalıştırmak gerekeceğinden ve işçilere ekmek, sebze ve şarap verebilmek için gereğinden fazla altın harcamak zorunda kalacağından projeden vazgeçmişti. Yine de piramidin varlığında insanı büyüleyen bir güç vardı. Khaemwaset, Yüce Firavun’un bu anıtını incelerken piramidin yüzünde herhangi bir adın yazılı olmadığını görünce becerikli ustalarına Unas adını yazdırdıktan sonra şunları da yazdırmayı ihmal etmemişti: “Majesteleri, sanatçıların ustabaşına, Setem rahibi Khaemwaset, Aşağı ve Yukarı Mısır’ın Kralı Unas’ın adına piramidin yüzünde rastlanılmadığından ve Setem rahibi Prens Khaemwaset Aşağı ve Yukarı Mısır krallarının anıtlarını restore etmekten çok hoşlandığından bu kitabeyi eklemeyi bir görev bilmiştir.” Khaemwaset bu işlerle uğraşırken güneşin altında terlemeye başlamış ve gölgeliğini taşıyan köle koşarak yanına gelmişti. Dördüncü oğlunun bu garip tutkusuna karşı çıkmamış tersine onu desteklemiş olan Majesteleri İkinci Ramses, Ma’at Ra’nın beden bulduğu varlık, Setep-en-Ra kendisini de yücelten bu davranışı Tüm İnsanların Var Oluşlarının Tek Nedeni olarak oğlunu yürek-lendirmişti. Khaemwaset gölgeliğinin altında kendini daha iyi hissederek hizmetkârıyla birlikte kırmızı çadırlar ve halılarla kaplı alana doğru ağır ağır yaklaşırken korumaları da onu saygıyla selamlıyorlardı. Sandalyesi gölgelik bir yere yerleştirilmişti. Soğuk bira ve salata onu bekliyordu. Çadırında kendisi için hazırlanan sandalyeye çökercesine oturdu. Siyah birasından büyük bir yudum içtikten sonra kendisinin az önce bulunduğu karanlık deliğin içinde gözden kaybolan oğlu Hori’nin arkasından baktı. – 15 – Hori kısa bir süre sonra yeniden ortaya çıktı ve esmer ellerinde aletlerle omuzlarında toprak kavanozlar taşıyan hizmetkârları denetlemeye başladı. Khaemwaset saray erkânının da Hori’yi izlediklerinin farkındaydı. Hori hiç kuşkusuz ailenin en güzel bireyiydi. Uzun boylu, yakışıklı delikanlıda asla kibirli ve soğuk bir hava yoktu. Uzun siyah kirpiklerinin süslediği iri siyah gözlerinde her zaman bir parıltı, bir yaşama sevincine rastlamak mümkündü. Çıkık elmacık kemiklerinin süslediği esmer yüzünde nedense her an bir şeyden incinecekmiş gibi duyarlı bir ifade vardı. On dokuz yaşındaki Hori gülümsediğinde gençlik fışkıran yüzüne yaşını gizleyen bir olgunluk ve buruk bir ifade yayılır ve bu, delikanlıyı daha da çekici yapardı. Büyük ellerinde de garip bir çekicilik hissedilirdi. Ellerini kullanmaktan çok hoşlanırdı, çocukluğunda sorularıyla öğretmenlerini ve bakıcılarını şaşırtırdı. Khaemwaset, Hori’nin de kendisi gibi eski mezar ve anıtlara ilgi göstermesinden, taşlara kazılmış kitabeleri ya da babasının topladığı evrağı deşifre etmesinden çok hoşnuttu. Kendini çok şanslı biri olarak görüyordu. Hori çok yetenekli ve becerikli bir yardımcıydı, öğrenmeye açtı, düzenleme yeteneği vardı. Babasıyla birlikte çıktıkları keşif gezilerinde babasına yardım etmekten her zaman çok hoşlanırdı. Ama o gün herkesin gözlerini Hori’ye çevirmesinin nedenleri bunlar değildi. Hori çevresine yaydığı güçlü cinsel çekiciliğinin nedense farkında değildi. Khaemwaset bu etkiyi üzüntülü bir memnuniyetle izliyordu. Birasını yudumlarken ve salatasının kokusunu içine çekerken zavallı Sheritra, diye geçirdi içinden. Ah benim zavallı küçük kızım, her zaman ağabeyinin gölgesi altında yaşamaya mahkûm oldun. Kıskançlık duymadan ya da acı çekmeden nasıl onu bu denli çok sevmeyi başarabiliyorsun? Bu sorunun yanıtı da hemen kendiliğinden gelmişti. Çünkü tanrılar sana yalın ve cömert bir yürek verirken Hori’ye de büyük bir olasıklılıkla kendisi kadar yakışıklı olan bencil ve acımasız erkeklerden kendisini soyutlayabilecek girişkenliği vermişlerdi. Hizmetkârlar yanlarında bazı eşyalarla mezardan dışarı çıkıyorlardı. Hori bir kez daha mezarın karanlığına daldı. Hemen tepelerinde iki – 16 – atmaca sıcak ve ağır havada hareket etmeden duruyorlardı. Khaemwaset uykuya daldı. Birkaç saat sonra çadırındaki yatağında uyandı, oda hizmetkârı Kasa, başına soğuk su döküp kuruladıktan sonra diğer hizmetkârlarının yaptıklarına bakmak için dışarı çıktı. Toprak, kum ve moloz yığınları mezar girişinin hemen yanı başında duruyordu ve işçiler hâlâ mezarı kazmayı-sürdürüyorlardı. Hori hem hizmetkârı, hem de arkadaşı olan Antef’le kayalardan birinin gölgesinde durmuş yüksek sesle konuşuyordu, ama söyledikleri anlaşılmıyordu. Ib ve Kasa, ölü prensin naaşı-nın yanına konulacak armağanların listesini içeren evrağı inceliyorlardı. Efendisinin çadırından çıktığını gören Penbuy, kolunun altında sıkıştırdığı bir deste papirüsle koşarak yanına geldi. Kendisine bira ile bir tabak şekerleme sunulan Khaemwaset eliyle bunları bir kenara koymalarını işaret etti kölelerine. “İçeriye son bir kez daha baktıktan sonra bu prensin ka’sı için yiyecek sunmaya hazır olduğumu haber ver Ib’e,” dedi. Penbuv sayqi dolu bir tavırla uzaklaşırken güneşin altında mezarın girişine doğru yürüdü. Güneşin kırmızı ışınları kumun dört bir yanına yayılmış, çölü pembeye dönüştürmüştü. Mezarın yanına yaklaşmasıyla birlikte işçiler bir adım gerileyerek eğilip onu selamladılar. Khaemwaset onları görmezden geldi. Kâtibine, “Belki bir şey yazdırmam gerekir, onun için sen de benimle gel,” dedi başını çevirmeden ve yarı aralık kapıdan içeri girip holde yürümeye başladı. Güneşin son ışıkları onu izledi, önünde uzanan güneşin ışıklarını bir an tutabilecek gibi hissetti kendini. Ne var ki, ışıklar tabutun bulunduğu küçük odaya ulaşamamıştı. Penbuy yalnızca yazı tahtasının aydınlıkta kaldığı eşikte durdu. Khaemwaset güneşin ışınlarıyla sonsuz sessizliğin ve karanlığın ikiye ayrıldığı alanda durup çevresine baktı. Köleler işlerini başarıyla tamamlamışlardı. Sandalye ile masalar onarılmış ve uzun yıllardır durduğu yere eski yerine konulmuştu. Yeni kavanozlar düzenli bir şekilde duvara sıralanmıştı. Resimler temizlenmiş, – 17 – Firavunların Öfkesi / F: 2 kimlikleri bilinmeyen hırsızların kirlettiği zemin yıkanmış ve süpürülmüştü. Khaemwaset başını onaylarcasına salladıktan sonra tabuta yaklaştı, kapağın hemen yanındaki küçük deliğe parmağını soktu. Mezarın diğer bölümlerine oranla hava burada daha serindi. Delikten parmağını çekerken yüzükleri sert taşa çarptı. Beni mi izliyorsun, diye geçirdi içinden. Gözlerin bu yoğun karanlıkta beni bulmaya mı çalışıyor? Elini yavaşça tozlu tabutun üstünde gezdirdi. Hizmetkârların hiçbiri bir tabutu yıkamaya yanaşmayacaktı ve kendisi de bu işi yapmayı unutmuştu. Karanlıkta hiçbir şey görmeden, hiçbir şey duymadan sargılarla sarılmış durumda yıllarca hareketsiz yatmak acaba ne mene bir şeydir, diye geçirdi içinden.

Pauline Gedge – Firavunlarin Ofkesi
PDF Kitap İndir |