Raymond E. Feist – Yılan Savaşları Efsanesi 3 – İblis Kralın Öfkesi

Duvar titrek titrek parladı. Bir zamanlar Saaurların Yedi Kavmi’nin son Sha-shahan’ı olan Jarwa’nın taht odasındaki boş güç koltuğunun karşısındaki dokuz metre yüksekliğindeki taş duvar sallanır gibi olduktan sonra yerinde siyah bir boşluk bırakarak gözden kayboldu. Korkunç dişleri ve zehirli pençeleri olan karabasan yaraƨkları salonda toplanmışƨ. Bazıları ölü hayvan yüzleri takıyorken, diğerleri insansı görünüyordu. Bazıları heybetli kanatlar, çatallı boynuzlar ya da boğa boynuzları taşıyordu. Hepsi de son derece kaslı ve kötücül niyetli, kara büyülü ve tehlikeli mizaçta varlıklardı. Ama, yeni yaraƨlmış kapının diğer taraķ görününce dehşete düşen salonda kıpırƨ yoktu. Ağaçlar kadar boyu olan iblisler, görülmemek için çömelmeye çalışıyordu. Bir kapı açmak çok büyük enerji gerekƟriyordu ve iblisler yıllardır Ahsart şehrinin uğursuz rahipleri taraķndan engellenmişƟ. Engel yalnızca, şehrini Saaurların feƟh ordusuna vermek istemeyen deli Yüksek Rahip, iblisleri bu dünyaya geƟrmek için geçişin mührünü kırınca ortadan kalkmıştı. Arƨk Shila paçavraya dönmüştü. Gezegende geriye kalan yaşam, denizin dibindeki ikinci derecedeki yaraƨklardan, uzak dağların tepelerindeki kayalara tutunan likenlerden ve gözden uzak durmak için kayaların alƨna saklanan küçük yaraƨklardan oluşuyordu. En küçük böcekten daha büyük bütün canlılar silinip süpürülmüştü. Arƨk iblisleri açlık sarmışƨ ve birbirlerinin üstünde beslenmeye dayalı kadim alışkanlıklarına geri dönmüşlerdi. Ama Beşinci Çember’den Shila’ya açılan yeni bir kapı, iblis diyarının ulu hükümdarıyla ileƟşim kurmak için açılan yol tamamlanınca, ordunun seçkinleri arasındaki ölümcül çatışmalar bir kenara bırakılmıştı.


Bir adı olmayan iblis, bu bir zamanların görkemli salonuna çağırılmış olan grubun kıyısında duruyordu. DikkaƟ üstüne çekme korkusu ile taş bir sütunun arkasından dikkatle etraķ gözetliyordu. Benzersiz bir ruh ele geçirmişƟ ve kurnaz ve tehlikeli olmak için onu saklıyor ve kullanıyordu. Çoğu kardeşinin aksine, kurnazlığın, değerli yaşam enerjisi ve zekâ kazanmak için birilerine meydan okumaktan daha çok işe yaradığını keşfetmişƟ. Hemen üstünde bulunan iblislere hâlâ korku ve tehlikenin uygun bir karışımını gösteriyordu; onların yöneƟmi alƨnda olduğunu düşündürecek kadar korku, ama onları onu yemeye çalışmaktan alıkoyacak kadar tehlikeli. Bu çok tehlikeli bir duruştu ve eşsizliğine dikkatleri çekecek tek bir yanlış adım atarsa, yakınlarındaki yüzbaşılar, zihni yabancılaşƨğı ve her birine bir tehdit oluşturmaya yetecek kadar bilinçli olduğu için, onu anında yok ederdi. Bu iblis, üstünlük taslayan ve önünde olan iblislerin en azından dördünü kolayca alt edebileceğini biliyordu, ama ordunun arasında çok çabuk yükselmek, istenmeyen ilgiyi üstüne çekerdi. Kısa yaşamı süresince, ya günün birinde kendilerine de meydan okuyabilir düşüncesiyle, ya da gözde bir hizmetkârı korumak için, çok çabuk yükselip büyük yüzbaşıların biri taraķndan yok edilen, yarım düzineden fazlasını görmüştü. Bu yüzbaşılardan en güçlüsü, şu anda saygısını gösteren Yüce Maarg’ın Baş Hizmetkârı Tugor idi. Tugor dizlerinin üstüne çöküp alnını yere dayadı ve diğerleri de onu taklit etti. Bir adı olmayan iblis zayıf bir ses duydu ve sesin yakalamış olduğu ruhtan geldiğini anladı. Onu duymazdan gelmeye çalışƨ, ama ruh her zaman iblisin önemli olduğunu bildiği bir şeyler söylüyordu. Sanki kulağına gelen zayıf bir ķsılƨymış ya da kendi düşüncesiymiş gibi, “Gözle,” diye bir ses duydu aklında. Titreyen duvar dışarı doğru esniyormuş gibi gözükünce, odayı aniden büyük bir enerji akımı doldurdu, ardından iblis diyarına açılan bir kapı belirince ortadan kayboldu. Salonu, sanki bu salondaki her şeyi ana yurtlarına dönmeye zorluyormuş gibi, dünyalar arasındaki delikten emilen havanın yol açƨğı bir rüzgâr doldurdu.

Yaradılışlarından dolayı iblisler, içgüdüsel olarak kendilerinden çok daha güçlü olan iblislerin farkındalığını hissediyordu ve Tugor’a yakın olmak, adsız iblisin korkudan neredeyse bayılmasına yol açmışƨ. Ama uzayın dokusundaki yırƨktan saçılan varlık onu neredeyse zırvalama tutarsızlığına indirgemişti. Hâlâ sütunun arkasında saklanan adsız iblis hariç salondaki herkes, alınlarını yerden kaldırmayarak dizlerinin üstünde kaldı. Adsız iblis, kafasını kaldırıp boşluğa bakan Tugor’u izledi. Duvardaki delikten, öfke ve korkunun yansımalarıyla dolu bir ses geldi. “Yolu buldunuz mu?” Tugor, “Bulduk en kudretli!” dedi. “İki yüzbaşımızı gedikten Midkemia’ya gönderdik.” “Ne rapor eƫler?” diye sordu öteki taraŌan gelen ses ve adsız iblis sesin içinde öŅe ve gücün yanı sıra bir şey daha hissetti; muhtemelen bir çaresizlik belirtisi. “Dogku ve Jakan rapor vermedi,” diye yanıtladı Tugor. “Hiçbir şey bilmiyoruz. Kapının güvenliğini sağlayamadıklarına inanıyoruz.” “O halde başkasını gönder!” diye emreƫ Beşinci Çember’in Hükümdarı Maarg. “O yol açılana kadar geçmeyeceğim; bu dünyada yiyebileceğim hiçbir şey bırakmadınız. Bir daha ki sefere yolu açƨğımda, geçeceğim ve eğer yiyebileceğim herhangi bir şey bulamazsam, senin kalbini yiyeceğim Tugor!” Dünyalar arasındaki gedik kapanınca, salondan emilen havanın sesi kesildi. Titreme gözden kaybolup duvar eski haline dönerken Maarg’ın sesi havada asılı kaldı.

Tugor ayağa kalkıp kızgınlığını göstermek için öŅeyle bağırdı. Diğerleri, şu an ırklarının en güçlü ikinci iblisinin dikkaƟni çekmenin iyi bir zaman olmadığını bildiği için ayağa yavaşça kalkƨ. Tugor, yerine geçebilecek bir rakip ortaya çıkmasın diye, çok güçlü büyüyor gözükenlerin kafalarını koparmasıyla bilinirdi. Irkına hükmetmek için Maarg’a kafa tutabileceği güne kadar gücünü sakladığı söylenƟleri bile vardı. Tugor dönüp, “Kim gidiyor?” diye sordu. Tam olarak sebebini bilmese de, adsız iblis öne çıktı. “Ben giderim lordum.” Tugor’un çehresi -büyük boynuzlu bir at kafası- neredeyse ifadesizdi, ama yansıtabildiği kadar şaşkınlık yansıtıyordu. “Sen de kimsin küçük aptal?” “Henüz adım yok Efendi,” dedi adsız iblis. Tugor, yüzbaşılarından birkaçını iterek iki uzun adım aƨp küçük iblisin tepesine dikildi. “Yüzbaşılar gönderdim, ama geri dönmeyi başaramadılar. Onların başaramadığını sen nasıl başaracaksın?” “Çünkü ben sabırlıyım ve saklanıp gözlem yapacağım Efendi,” dedi adsız iblis sessizce. “Bilgi toplayacağım ve diğer taraŌan kapıyı tekrar açabilecek duruma gelinceye kadar gücümü korumak için ortaya çıkmayacağım.” Tugor sanki düşünüyormuş gibi bir an durduktan sonra elinin tersiyle küçük iblise vurdu ve onu salonun karşı duvarına yapışƨrdı. İblisin, kanatları henüz uçmasına yetmeyecek kadar küçüktü ve taş duvara çarptığı zaman kanatlarının kırıldığını zannetti, “Bu küstahlığın içindi,” dedi Tugor, öŅesi öldürücü seviyenin biraz alƨnda.

“Seni göndereceğim,” dedi kendinden sonraki en güçlü yüzbaşısına. Ardından hızla dönüp bir başkasını yakaladı ve “Bu da böylesi bir cesaret göstermeyen hepiniz için!” diye bağırırken, şanssız iblisin boğazını parçaladı. Grubun dış taraķndaki iblislerden bazıları dönüp kaçarken, diğerleri kendilerini Tugor’un merhameƟne bırakarak yere yaƴ. Kardeşlerinden bir tanesini öldürmekten tatmin olmuştu ve bir süre kan ve yaşam enerjisi içtikten sonra, artık boş olan kabuğu bir kenara fırlatıp attı. “Git,” dedi Tugor yüzbaşıya. “Gedik doğudaki uzak tepelerde… Gediği koruyanlar geri dönmen için ne yapman gerekƟğini anlatacaklardır… tabii dönebilirsen. Dönersen, seni ödüllendiririm.” Yüzbaşı hızla salondan çıkƨ. Küçük iblis duraksadıktan sonra, sırƨndaki dayanılmaz acıya aldırış etmeden yüzbaşıyı takip eƫ. Yemek ve dinlenmeyle kanatları iyileşirdi. Saraydan çıkarken iki kere, açlıktan deliye dönmüş iblisler tarafından meydan okundu. Onları çabucak öldürdü. Yaşam enerjilerini içmek, kanatlarındaki acının azalmasını sağladı ve daha önce olduğu gibi, yeni düşünceler ve fikirler kendini gösterdi. Birden, gediği tekrar açması için gönderilen yüzbaşıyı neden takip ettiğini anladı. Bir zamanlar boynunun etraķna asƨğı küçük şişeden, ama arƨk kafasının içinden gelen ses, “Dayanacağız, ardından serpileceğiz, ardından da yapılması gerekeni yapacağız,” dedi.

Küçük iblis, son Saaur grubunun dünyalar arası çatlaktan kaçƨğı gedik bölgesine seğirƫ. Küçük iblis yeni bir şeyler öğrenmişƟ ve bir müƩefikin bir şekilde iblisleri aldaƴğını ve bu kapının kapaƨlmak yerine açık bırakılması gerekƟğini biliyordu. İki kere zorla açılmaya çalışılmış, ama diğer taraŌakiler kapıyı kapalı tutmak için karşı büyüler kullandığı için, tekrar çabucak kapanmıştı. En az bir düzine güçlü iblis, beceriksizlikleri yüzünden Tugor’un ellerinde ölmüştü. Yüzbaşı gedik bölgesine ulaşınca, bir düzine iblis etraķnı sardı. Bunlar yüzbaşının geçişine yardımcı olmak için oradaydı. Küçük iblis fark eƫrmeden, sanki ona eşlik ediyormuş gibi iri iblisi takip etti. Gedik bölgesi sıradandı: onlara eşlik eden karıları ve çocuklarıyla birlikte geçen binlerce Saaur aƨ ve atlısı taraķndan ezilen otlardan geriye kalan büyük, çamurlu bir toprak parçası. Gediği çevreleyen otların büyük bir bölümü iblislerin ayaklarıyla kurumuş ve kararmışƨ, ama orada burada küçük yeşillik parçalan görülebiliyordu. Eğer gedik daha da uzun süre kapalı kalırsa, bu çok küçük yaşam enerjisi kaynakları bile sindirilecekƟ. Gözlerini kısarak bakan küçük iblis, havada asılı duran enerjide, özellikle onu aramayanın görmekte zorlanacağı garip bir girdaplanma gördü. Saaurların ve diğer ölümlü ırkların büyü dediği şey, iblisler için yaşam enerjilerinin bir değişiminden başka bir şey değildi, ama buna rağmen gediği açarken bu iblislerden bazıları ölebilirdi. Diğer taraŌaki korumalar kaldırılmadığı sürece, gediği birkaç saniyeden fazla açık tutmak imkânsız olacakƨ ve bunun gibi iki ya da üç geçişi bile başarmak için pek çok iblis ölecekƟ. Hiçbir iblis yaşamını isteyerek vermezdi -bu doğalarında yoktu- ama hepsi de Tugor ve Maarg’dan korkuyordu ve onlar ödül kazanmak için hayaƩa kalırken, en büyük bedeli gruplarındaki diğer iblislerin ödeyeceği umudunu taşıyorlardı. Yüzbaşı, “Yolu açın!” diye emretti.

Girişimde bazılarının ölebileceğini bilen iblisler birbirlerine göz aƴ, ama sonunda zihinlerini açıp enerjilerin akmasına izin verdiler. Küçük iblis havayı inceledi ve açıklık belirirken Ɵtrek bir parılƨ gördü ve yüzbaşı, kısa bir süre sonra kapanacak olan açıklıktan atlamak üzere zamanlamasını ayarlamak için çömeldi. Alanın etraķndaki iblisler çığlıklar aƨp düşerken, küçük iblis açıklığa doğru ķrlayan yüzbaşının sırƨna atladı Tamamen şaşkınlığa düşen yüzbaşı, gedikten geçerken şaşkınlığını ve öŅesini kükreyerek gösterdi. Küçük iblisin amacının zorunluluğu, yüzbaşınınkini arƴrırken, şaşkınlığını görmezden gelmesine yardımcı oldu. Karanlık ve geniş bir salonda ortaya çıkarlarken, küçük iblis bütün gücüyle yüzbaşının kafatasının dibini, vücudunun en zayıf noktası olan boyunla birleşƟği yeri ısırdı. Yüzbaşının öŅesi, yerini korku ve acıya bırakırken, küçük iblisin içine aniden çok heyecan verici bir Ɵtreşim akmaya başladı. Yüzbaşı arkasındaki yaraƨktan kurtulmaya çalışarak karanlıkta ümitsizce çırpındı. Küçük iblis kurbanının sırƨna sıkı sıkıya yapışmışƨ. Derken yüzbaşı, küçük iblisi mağaranın taş duvarına çarpmak için kendini geriye doğru aƴ, ama güçlü kanatları buna engel oldu. Ardından yüzbaşı dizlerinin üstüne çöktü ve o an küçük iblis kazandığını anladı. Kelimenin tam anlamıyla patlayana kadar enerjiyle dolduğunu hisseƫ; daha önce öldürdüklerinin üstünde kayıtsızca beslenmişƟ, ama hiçbirinden bu kadar çok enerji emmemişƟ. Arƨk az önce beslendiği iblisten daha güçlüydü. Yaşam gücü emilirken arƨk sadece zayıf sesler çıkarabilen kurbanını kaldırırken sert taş zeminde duran bacakları, bir an öncekinden daha uzun ve daha kaslıydı. Çok geçmeden ziyafet biƫ ve iblis, içine akan güçten neredeyse sarhoş olmuş bir biçimde salonda durdu. Onun türünü bu duruma sokacak hiçbir et ya da meyve, hiçbir bira ya da şarap yoktu.

Bir an öncekinden en az bir baş daha uzun olduğunun bilinciyle bir Saaur aynasına bakıyor olmayı istedi. Ve bir gün onu gökyüzünde taşıyacak sırƨndaki kanatların tekrar büyümeye başladığını hissetti. Ama bir şey dikkaƟni dağıƴ ve tekrar yabancı düşüncelerin zihnine girdiğini hisseƫ. “Gözle ve dikkatli ol!” Döndü ve karanlıkta görebilmek için algılarını değiştirdi. Engin salon ölümlü yaraƨkların cesetleriyle doluydu. Hem Saaurları, hem Pantathialı denen yaraƨkları, hem de Saaurlardan daha küçük, Pantathialılardan daha büyük ve ona yabancı olan üçüncü tür bir yaraƨğı gördü. Yaşam enerjilerinden geriye hiçbir şey kalmamışƨ, bu yüzden onlarla daha fazla ilgilenmedi. Tek başına geçmeye çalışan iblislerin ölümüne yol açan korumalar hâlâ yerlerindeydi. Korumaları inceledi ve kendisinden önce gönderilen iblisler taraķndan kolaylıkla kaldırılabileceklerini gördü. Tekrar salondaki katliama bakƨğında, kendisinden önce gelen iblislerin korumaları kaldırmasını önlemek için çok fazla büyü yapıldığını fark eƫ. Kardeşlerine ne olduğunu merak eƫ; eğer bu çarpışmada yok edilmişlerse, ortamda asılı duran bir enerji olması gerekirdi, ama hiçbir şey yoktu. Yeni yaşam gücünden dolayı sarhoş olmasına karşın, verdiği mücadeleden dolayı yorgun olan iblis, ilk korumayı kaldırmak için elini uzatınca, yabancı ses, “Bekle!” dedi. İblis duraksadı, ardından boynuna takƨğı ufak şişeyi çıkardı. Yeni güçlenmiş iblis sonuçlarını düşünmeden şişeyi açƨ ve içindeki ruhu serbest bırakƨ. Ama şişedeki ruh uçup atalarının ulu ruhlarına katılmak yerine, iblise geçti.

Yeni bir akıl kontrolü ele alırken, iblis gözlerini kapayarak Ɵtredi. Eğer iblis zafer sonrası değişimiyle büyülenmiş olmasaydı, şişedeki ruhu serbest bırakmak için bu kadar kolay teslim olmaz ve böylesine kafası karışmış olmasaydı, diğer akıl hakimiyeƟ ele geçirmeyi başaramazdı. İblise hükmeden akıl, şişede bir parça ruh bırakıp tapayı yerine takƨ. İblisin şehveƟ ve açlığına karşı bir çeşit dayanak noktası oluşturması için, ruhunun bir kısmının iblisten ayrı durması gerekiyordu. Bu dayanak noktasıyla bile, iblisin doğasına karşı koymak sürekli mücadele etmeyi gerektirecekti. İnsansı olmayan gözlerin ardından bakan yeni bir biçim almış yaraƨk, korumaları tekrar gözden geçirdi ve onları kaldırmak yerine, kadim bir Saaur çağırma büyüsü okuyarak güçlendirdi. Yaraƨk, bu dünyaya girmeye çalışan bir sonraki iblis alevler içinde patladığında, yalnızca Tugor’un öŅesini hayal edebiliyordu, Bu başarısızlık iblisleri bu dünyaya girmekten sonsuza kadar alıkoymayacaktı, ama bu yeni yaratığa çok değerli olan zamanı kazandıracaktı. Pençeleri ve ardından aniden çok uzun gibi gözüken kolları büken yaraƨk, yerde yatan üçüncü türü düşündü. Bu tür, Pantathialılar ve onların kandırdıkları Saaurlar ile müƩefik miydi yoksa düşman mı? Yaraƨk bu gibi düşünceleri bir kenara bırakƨ. Küçük iblisin ve tutsak ruhun karışımı olan yeni bilinçte bilgi ortaya çıkƨ. Bu taş salonlarda ve galerilerde en az bir akılsız iblisin dolaşƨğını hisseƫ. Korumaların, yüzbaşının sırƨnda gedikten geçerken kendisini koruduğunu ve ne kadar güçlü olursa olsun, yüzbaşıyı sersemleƫğini, akıldan yoksun bırakƨğını ve hayvansı bir hale geƟrdiğini biliyordu. Ama bir zamanlar bir iblis olan bu yeni yaraƨk, burada çoktan beslenmeye başlamış ve güç ve kurnazlık, ardından zekâ bakımından gelişmiş diğer iblislerin, eninde sonunda buraya geri döneceğini biliyordu. Ve geçmişi anımsayarak bu mağaraya geri dönme ve yolu açmak için korumaları yok etme ihtiyacı hissedeceklerdi. Yaraƨk, bunun olmayacağını garanƟ alƨna almak için ilk önce o iblisleri avlamalıydı.

Ardından başka bir aramaya başlayacakƨ. “Jatuk.” Yaraƨk ismi hafif yüksek sesle söylemişƟ. Shila’daki Saaurların son hükümdarının oğlu, son Saaur ordusundan geriye kalanların üstünde burada hüküm sürüyordu ve bu yaraƨğın ona anlatacağı çok şey vardı. Karışma devam ederken, iblisin doğası kontrol alƨna alınıp basƨrıldı, ardından diğer zekâyla birleşƟ. Şu anda Jatuk’a hizmet eden Shadu’nun babası, bu geçici bedeni kontrol alƨna aldı ve bir tünele doğru ilerlemeye başladı. Saaurların büyük İrfanustalarının sonuncusu Hanam’ın zihni, ölümü ve ihaneƟ aldatmanın bir yolunu bulmuş ve eğer durdurulmazsa başka bir dünyaya da yıkımı geƟrecek olan büyük bir dalavereye karşı onları uyarmak için halkından geriye kalanları bulacaktı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir