Lilian Jackson Braun – Kırmızı Gören Kedi

Jim Qwilleran, Basın Kulübü’nün yemek salonundaki iskemlelerden birine kendini atarcasına bıraktı. Gür bıyıklarının aşağıya doğru kıvrımı yüzündeki somurtuk ifadeyi daha da derinleştiriyordu. Üzerindeki sıkıntının nedeni ne on sent artan içki fiyatları ne bulunduğu ortamdaki kasvetli ışıklandırma ne o iç karartıcı tahta döşemeler ne Cuma’dan kalma balık kızartmasıyla Cumartesi’den kalma bira kokusu karışımı ne de bir zamanlar eski eyalet hapishanesi olan bu binanın o kendine has rutubetli kokuşuydu. Qwilleran’ın derdi bambaşkaydı. Daily Fluxion gazetesinin ödüllü yazarı, aynı zamanda bir elmalı turta ve biftek konosörü, şu anda dehşet ve umutsuzluk içersinde, kusmuk yeşili renkli sayfalara basılmış uzun bir liste okuyordu. Fluxion’un konu editörü Arch Riker masanın karşı tarafından söze başladı. “Evet, herkes ne yiyor? Mönüde patates köftesi olduğunu görüyorum.” Qwilleran hâlâ burnunun üzerindeki okuma gözlükleriyle elindeki yeşil yapraklara basılmış listeyi tekrar tekrar okuyarak hazmetmeye çalışıyordu. Fluxion’un fotoğrafçısı, Cins Bunsen, bir puro yaktı. “Ben bezelye çorbası, pirzola ve yanına da kızarmış patates istiyorum. Ama ondan önce bir duble martini alacağım.” Qwilleran büyük bir sessizlik içinde o inanılmaz dokümanı okudu, bitirdi ve tekrar baştan okumaya başladı. Patates yok. Ekmek yok. Kremalı çorba yok.


Kızartmalar yok. Bir masabaşı gazetecisinin geniş rahat konturlarına sahip olan Riker söze girdi. “Ben hafif bir şeyler yemek istiyorum, mesela tavuk, börek ve kremalı tatlı. Sen ne yiyeceksin Qwill?” Sos yok. Krema yok. Tatlı yok. Qwilleran son derece içerlemiş bir durumda arkasına yaslanarak oldukça zorlama bir gülümsemeyle, “Yalnızca yağsız köy peyniri ve yarım ekmek istemeyi düşünüyorum.” “Hasta olmalısın” dedi Bunsen. “Doktor Beane 15 kilo vermemi istedi.” “Sanırım o kritik yaşa geliyorsun” dedi fotoğrafçı neşeli bir sesle. Daha genç ve daha inceydi, bu konuda felsefe yapabilirdi. Qwilleran, artık belirgin bir biçimde kırlaşmış siyah gür bıyıklarını okşamakla yetindi. Gözlüklerini çıkardı, saplarını büyük bir dikkatle katlayarak göğüs cebine koydu. Bir parça ekmeğe tereyağı sürmekte olan Riker ise endişelenmiş görünüyordu. “Doktora gitmek nereden aklın “Aslında bir veteriner tarafından gönderildim” dedi Qwilleran, bir yandan da tütün torbasını çıkarmış, şuh kıvrımlı piposunu dolduruyordu.

“Koko ve Yum Yum’u, dişlerini temizlettirmek için veterinere götürmüştüm. Siz hiç, bir Siyam kedisine ağzını açtırmayı denediniz mi? Sanki en mahrem yerlerine zorla girmeye çalışıyormuşsunuz gibi tepki veriyorlar.” “Kameramla orada bulunmayı çok isterdim doğrusu” dedi Bunsen. “Koko ne yapmak istediğimizi anlayınca tam bir tüylü kasırgaya dönüştü. Veteriner onu boynundan yakaladı, yardımcısı ayaklarını tuttu ve ben de kuyruğunu kavradım. Ama Koko adeta ters yüz oldu ve kurtulmayı başardı. Bundan sonra tek hatırladığım, masanın üstünden fırlayıp köpeklerin kafesine doğru yönelmesi. Arkasında iki veteriner ve bir köpek bakıcısı çocukla birlikte kafeslerin etrafında deli gibi koşmaya başladı. Köpek havlamaları, kedi miyavlamaları ve insan çığlıkları! Koko birden yerden 2,5 metre yükseklikteki klimanın üzerine atladı. Eğer bir Siyam kedisi tarafından ciddi biçimde küfür edildiğini duymamışsan, hayatında hiç küfür duymamışsın demektir.” “Biliyorum!” dedi Bunsen. “O kedinin ambulans düdüğü gibi bir çığlığı var.” “Bütün bu keşmekeşten sonra bitkin düştüm. Veterinerin söylediğine göre bu kedilerin diş bakımından önce benim ciddi bir check-up yaptırmaya ihtiyacım varmış. Son zamanlarda tıknefes de oluyordum.

Dolayısıyla önerisine uydum. Doktor Beane’e göründüm.” “Peki, kediyi oradan indirmeyi nasıl basardın?” “Onu orada bırakarak dışarı çıktık, biraz sonra salınaa salına muayene odasına geldi, masanın üzerine sıçradı ve ağzını kocaman açarak güzelce esnedi!” “Koko’ya bir puan daha” dedi Rtker. “Peki, bütün bu olanlar olurken, dişi kedi ne yaptı?” “Yum Yum içinde getirildiği sepette kalmayı tercih ederek sırasını bekledi.” “Ve herhalde deliler gibi gülmüştür” dedi Bunsen. “İşte hepsi bu” diyerek bitirdi Qwilleran. “Bu yüzden şimdi bu berbat rejimdeyim.” “Bu rejime hiçbir zaman sadık kalamayacaksın.” “Hayır, kalacağım. Hatta ödül paramla bir baskül bile aldım. Ohio’daki bir kasaba doktorunun bürosundan antika bir parça. Qwilleran, Daily Fluxion’un düzenlediği yazı yarışmasında ‘ bin dolarlık bir ödül kazanmıştı. Bütün ekip bu tutumlu bekârın parayı nasıl harcayacağını merak ediyordu. “Paranın geri kalan kısmını ne yaptın?” diye sordu Riker. Ve alaycı bir tonla ekledi, “Kesin, eski karına göndermişsindir!” “Miriam’a yalnızca iki yüz gönderdim, hepsi o kadar!” “Seni enayi!” “Miriam hasta.

” “Olsun. Kayınpederin hayli zengin” diye hatırlattı Arch. “Kendine yeni bir otomobil satın almalıydın. Ya da evine doğru dürüst mobilyalar alabilirdin.” “Jungtown’daki dairemin hiçbir eksiği yok ki!” “Yani demek istiyorum ki, yeniden evlenmelisin. İşe banliyöde bir ev satın alarak başla, oraya yerleş.” Qwilleran bu öneri karşısında, oturduğu yerde büzüldü. Öğle yemeğinden sonra, üç adam büroya doğru giderlerken içten içe büzülmeye de devam etti. Bunun çeşitli nedenleri vardı. Bir kere köy peynirinden nefret ediyordu. Sonra Riker yemek boyunca evlilik konusunda uzatıp durmuş, Qwilleran da Riker’la eski arkadaş olduklarından sesini çıkarmamıştı. Sıkıntısının üçüncü nedeniyse Genel Yayın Yönetmeni’nin öğleden sonra yapacağı toplantıydı. Ne zaman patron toplantı yapmak istese, haberler kötü demekti. Zaten adamın kendisi Qwilleran’ı sinirlendirmeye yetiyordu. Çıkarı olduğu zaman gösterdiği, olmadığı zaman da geri çektiği sentetik bir dostluğu vardı.

Patronla randevu saati gelip çattığında, Qwilleran, Riker’la birlikte ön bürodan içeri girdi. “Merhaba Arch, merhaba Qwill” dedi yönetmen, bu durumlar için ayırdığı cıvık bir ses tonuyla. “Öğle yemeği nasıldı beyler, sizi kulüpte gördüm.” Qwilleran’dan hafif bir homurtu duyuldu. Yönetmen oturmalarını işaret ettikten sonra kendi koltuğuna kuruldu. Yüzünde gururlu bir gülümsemeyle söze başladı. “Qwill senin için yeni bir projemiz var ve eminim bundan çok memnun kalacaksın” dedi. Qwilleran’ın yüzü ifadesizdi. Memnun kalıp kalmayacağına ancak ayrıntılarını öğrendikten sonra karar verecekti. “Qwill, herkes senin ekip içindeki en iştahlı adam olduğunu söylüyor. Ve bu özelliğin, şu an sana önereceğim iş için çok önemli. Bize yeni köşende, bal badem, zaman zaman da acı soslu yazılar yazacağına güveniyoruz. Anlayacağın dostum, seni ‘gurme uzmanı’ olarak görevlendiriyoruz.” “Bu da ne demek” dedi Qwilleran, boğuk bir sesle.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir