Stefan Zweig – Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar

İnsanlığı incelemenin en uygun yolu, insanı incelemektir. (Pope) Bu eser bundan önce yayımlanmış olan iki kitabın hem karşıtı, hem de tamamlayıcısıdır. Kendi İçindeki Şeytanla Savaşanlar adlı kitap, Hölderlin, Kleist ve Nietzsche’de şeytani bir güçle harekete geçen ve kendini gerçek dünyadan olduğu kadar kendi kendinden de soyutlayarak sonsuzluğa doğru atılan trajik bir tabiatın üç değişik şeklini ortaya koymuştu. Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens ve Dostoyevski ise, kendi romanlarının -evreni- içerisinde, var olan gerçeğin yanına ikinci bir gerçek koyarak dünyayı destanlara layık bir biçimde yeniden inşa eden tipleri canlandırıyordu. Burada, Kendi Hayatının Şiirini Yazan Üç Şair’de izlenen yol ise, bundan öncekilerde olduğu gibi gerçek dünyaya ya da sonsuzluğa değil, yalnızca bu yazarların iç dünyalarına götürmektedir bizi. Onlar kendi sanatlarının temel görevinin, büyük evreni, hayatın ya da varlığın bütününü anlatmak değil, dünyanın önüne kendi benliklerinin küçük evrenini açmak olduğunu içgüdüleriyle sezmişlerdir: Hiçbir gerçek onlar için kendi varlıklarının gerçeğinden daha önemli değildir: Aynı şekilde, bir dünya yaratan bir yazar, psikolojik bir deyimle -dışa-yönelik-, dış dünyaya, evrene yönelen bir yazar, kendi kişiliğini, görünmez hale getirecek şekilde, dünya ile ilgili düşüncelerinin objektifliği içerisinde erittiği halde (Shakespeare bunun en göze çarpan örneğidir; kişiliği bir efsane halini almıştır), sübjektif olarak hisseden bir yazar, yani -içe-yönelik-, düşünceleri kendi benliğine doğru çevrilmiş bir yazar, her şeyin gayesini kendi içinde bulacak ve her şeyden önce kendi hayatının portresini çizecektir. Hangi şekli seçerse seçsin, ister dram, destan, lirik şiir, isterse otobiyografi olsun, bilinçdışı bir şekilde, her zaman kendi benliğini, eserlerinin merkezi ve ortamı haline getirecektir; anlattığı şeylerde her şeyden önce kendini anlatacaktır. Kendi kendisiyle uğraşan bu -içe-dönük- sanatçı tipini ve onun temel sanat biçimi olan otobiyografiyi ışığa çıkarmak: Üç Şair: Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar adını verdiğimiz bu kitapta ulaşmak istediğimiz gaye budur işte. Casanova, Stendhal ve Tolstoy: Bu üç adın bir araya getirilmesinin, ikna edici olmaktan çok, şaşırtıcı olduğunu biliyorum. İnsan her şeyden önce, Casanova gibi ahlak kurallarını hiçe sayan bir adamın, uçarı bir çapkının, şüpheli bir yazarın Tolstoy gibi çok büyük bir ahlakçı ve kusursuz bir yaratıcı ile yan yana getirilebilmesi için hangi değer ölçülerinden hareket edildiğini soracaktır kendine. Böyle bir gruplandırma, hemen söyleyelim ki, bu üç yazarı aynı manevi düzeyde yan yana koymuş olmayı gerektirmez; tam tersine, bu üç isim üç basamağı, yani aşağıdan yukarıya doğru yapılan bir sıralamayı, bunun sonucu olarak da aynı nitelikte, ama gittikçe yükselen bir varlık biçimini dile getirir: Birbirine eşdeğer olan üç varlık biçimini değil, aynı yaratıcı fonksiyondan –yani insanın kendisini anlatmasından– kaynaklanan üç basamağı göstermektedir bu isimler. Şüphesiz Casanova, kendini anlatmanın ancak ilk basamağını, en alt ve en ilkel basamağını, yani -safdil- bir otobiyografiyi simgelemektedir; böyle bir insan, hayatı, henüz dış maceralarla, duyusal ve maddi zevklere bağlı maceralarla karıştırır; hayatının akışını ve olaylarını, herhangi bir değerlendirme yapmaksızın ve kendi kendini incelemeksizin aktarır. Stendhal ile birlikte insanın kendini anlatması bir üst düzeye, -psikolojik- bir düzeye ulaşır. Burada artık, kendi hayatını yalnızca gözler önüne sermekle, basit bir curriculum vitae (bir hayat hikayesi) ile yetinilecek yerde, benlik kendini merak eder hale gelmiştir; kendisini harekete geçiren mekanizmaya dikkatle bakar, yaptığı ve yapmadığı şeylerin nedenini ve niçinini araştırır, psikolojik bir çerçeve içerisinde dramatik unsurlar bulmaya çalışır. Yeni bir görüş-açısının başlangıcıdır bu; benliğin hem süje hem obje olarak görülmesi, hem iç dünyanın hem dış dünyanın biyografisidir.


Gözlemde bulunan kişi kendi kendisini gözlemektedir, insan kendi duygularını tahlil etmektedir: Dış hayatla birlikte ruhi hayat da yaratıcı bir biçimde girmiştir görüş alanına. Son olarak Tolstoyun canlandırdığı tiple, bu manevi içe-bakış aynı zamanda -ahlaki ve dini- bir açıdan kendi kendini anlatmakla en yüksek noktasına ulaşmıştır: Gözlemde bulunan kişi yalnızca hayatını anlatmakla kalmaz, dikkatli bir psikolog olarak duygusal tepkileri ayrı ayrı incelemekle yetinmez, ayrıca yeni bir içe-bakış unsuru da işe karışır: Vicdanın acımasız gözü her kelimeyi doğru olup olmadığına göre, her düşünce biçimini saflığı ve temizliği bakımından, her duyguyu şiddetinin sürekliliği açısından ele alır: İnsanın kendini tanıması, yalnızca merak duygusu ile belirlenmiş bir -kendi-kendini tahlil etme-nin sınırlarını aşmıştır: Bir vicdan yoklaması, bir yargı halini almıştır: Yazar, kendi portresini çizerken yalnızca insani görünüşlerinin biçimini ve türünü göz önüne almakla kalmaz, bunların anlamını ve değerini de hesaba katar. Kendi portresini çizen bu sanatçı tipi bütün edebi sanat türlerinde ortaya çıkabilir, ama ancak bir tek alanda bunu en iyi şekilde yapabilir: Otobiyografide, kendi benliğinin o büyük destanı içerisinde. Farkında olmaksızın herkes bunun özlemini duyar, ama pek az insan bu konuda başarılı olabilir: Bütün edebi türler içerisinde otobiyografi, başarının en az olduğu tür olarak görünmektedir, çünkü en tehlikelisi odur. Yazarlar bu yola seyrek olarak başvururlar. Psikolojik gözlem de nadiren onunla boy ölçüşebilir, çünkü ruhun bilgisinin en derin labirentlerine inebilmek için edebiyatın dümdüz, dolambaçsız yollarını kaçınılmaz bir şekilde terk etmesi gerekecektir. Şüphesiz, burada, bir önsözün dar çerçevesi içerisinde, otobiyografinin imkanlarını ve sınırlarını tartışmaya kalkmayacağız: Yalnızca öncelikle belirteceğimiz birkaç nokta ile konuya açıklık getirmeye çalışacağız. İlk bakışta, bir yazar için en tabii ve en kolay görevin kendi biyografisini yazmak olduğu sanılabilir. Gerçekten de, kimin hayatını kendi hayatından daha iyi tanıyabilir ki? Hayatındaki her olay apaçık bir şekilde gözlerinin önüne serilmiştir, en derin sırlarını bilmektedir, kendini en derin katlarına kadar görmektedir. Şu halde, bugünkü ve geçmişteki hayatı ile ilgili – gerçekleri- anlatabilmek için, hatıra defterinin sayfalarını karıştırmaktan ve olup bitenleri kopya etmekten, kendisini dış dünyadan ayıran bölmeleri bir yana itmekten başka bir şeye ihtiyaç duymayacaktır bu da, piyes bir kere sahneye konulacak hale getirildikten sonra perdeleri açmaktan daha zor bir iş değildir. Dahası da var: Nasıl fotoğraf çekme var olan bir şeyin sadece mekanik bir şekilde tespit edilmesi demekse, dolayısıyla resim yapma yeteneğini gerektirmiyorsa, insanın kendini anlatması için de sanatçı olması gerekmeyecek, dikkatli bir şekilde not tutmasını bilen biri bu iş için yeterli olacaktır; böylece herhangi bir yazarın kendi biyografisini yazabileceğine, sevinçlerini ve kederlerini edebi bir biçimde dile getirebileceğine prensip olarak inanmak gerekecektir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir