Michel de Montaigne – Denemeler 1

Montaigne (1533-1592), Rönesansla başlayan yeni hayatın, yeni düşüncenin ve yeni insanın simge adlarından birisi, belki de birincisidir. Başta akılcılık ve deneye dayanan bilgi olmak üzere, modern Batı düşüncesinin ve Rönesansın temel özelliklerini kişiliğinde toplamış bir yazardır. Fransa’da, Dordogne’da, bugün Saint-Michel-de Montaigne diye anılan yerde dünyaya geldi. Küçük yaşta Latince öğrendi. Hukuk öğrenimi gördü. Önce Périgueux vergi mahkemesinde, daha sonra Bordeaux Kraliyet mahkemesinde yargıçlık yaptı. Bordeaux’da, kendisi gibi, yargıçlık yapan Etienne de La Boétie ile yakın arkadaşlık kurdu. Babasının ölümünden iki yıl sonra resmi görevinden ayrıldı. Malikânesine çekilerek, kendini okumaya ve yazmaya verdi. 1569’da Raymond Sebon’un Theologia Naturalis’inin çevirisini, 1571’de La Boétie’nin yapıtlarını yayımladı. Denemeler’in birinci ve ikinci ciltleri 1580’de yayımlandı. Montaigne, önce anayurdu Fransa’da geziye çıktı. Daha sonra İsviçre, Almanya ve İtalya’ya gitti. Bu gezi sırasında, Bordeaux belediye başkanlığına seçilmiş olduğu haberini aldı. 1581-1585 yılları arasında belediye başkanlığı görevini titizlikle yerine getirdi.


1585 yılında Bordeaux’da veba salgını çıkınca kentten ayrıldı. Bu davranışı eleştirilere yo Montaigne çocuk eğitimi ve pedagoji konusunda, dönemi için çok ileri sayılabilecek düşüncelere sahiptir. Montaigne’in eğitim konusundaki düşünceleri şu cümlede özetlenmiş gibidir: “Doldurulmuş bir kafadansa iyice geliştirilmiş bir kafa daha iyidir.” O, hayatta karşılığı olan, hayatı ve doğanın kurallarını tanımaya çalışan bilgiden yanadır. Çoğu kez kof ve hiçbir işe yaramaz çeşitli bilgilerle doldurulmuş kafa ona göre değildir. Onda her şey hayatın pratiğiyle karşılaştırılmakta, değerlendirmeler ona göre yapılmaktadır. Montaigne’in yazılarında insan onun gerçeği aramanın dışında hiçbir kaygı taşımadığı inancını edinir. Montaigne’in yaşadığı dönem, Avrupa’da yeni atılımların ve çalkantıların yaşandığı bir dönemdir. Rönesans ve hümanizma hareketinin yanında dinde görülen reform hareketleri din ve mezhep kavgalarını kışkırtır. Bir yanda aydınlık ve ufuk açıcı gelişmeler öte yanda vahşi ve ölümcül bir hoşgörüsüzlükle birlikte yaşanır. Rönesans ve sonrası, bir yönüyle, bugünkü Avrupa uygarlığının harcının karıldığı dönemdir. Montaigne o dönemi yansıtmaktadır ve günümüzde de bu anlamda diriliğini korumaktadır. Bu nedenle, Avrupa uygarlığını tanımaya Montaigne’den başlayan insan işe kaynağından başlamış sayılır. Montaigne, Avrupa düşünce ve kültürünün kaynaklarını, Yunanı, Romayı ve hatta Hıristiyan kültürünü, kendisinde toplayan bir insandır. Universalis Ansiklopedisi’nde Etiemble tarafından yazılmış Montaigne maddesinde şu bilgilere yer verir: Fransız filozofu Alain cepheye giderken Montaigne’in kitabını yanına almıştır; diğer yandan, çok daha farklı bir yazar olan Lev Tolstoy’un da, 1910’da Yasnaya Poliana’daki evini terk edip Astapovo garına gittiği gün yanında Montaigne bulunur.

İnsanların, zor günlerinde Montaigne’den destek aldıkları görülür. Büyük sinema adamı Orson Welles bile, doğrudan mesleğiyle ilgili olmadığı halde, Montaigne’i elinden düşürmez. İnsanlar onda ne buluyorlar? Montaigne’i canlı ve diri kılan nedir acaba? İlk kez 1580 yılında yayımlanan Denemeler’de Montaigne’in kendi kişiliğini çizdiğini, kitabında kendini anlatmayı amaçladığını biliyoruz. Denemeler’in giriş bölümünde Montaigne bizzat söylüyor bunu. Ne Tanrı’ya ne de şeytana uyan bir kişi. Yalnızca akla ve deneye bağlanan bir insan. İç özgürlüğünü korumak için her şeyi yapan bir hümanist. Bununla birlikte, toplumda yeni bir düzen kurmak düşüncesinde de değildi. Ona göre, basit, halktan insanların ölüm karşısındaki serinkanlı duruşları bilgin filozofların düşüncelerinden daha önemliydi. Hiçbir zaman “ders vermediğini”, sadece düşündüklerini anlattığını söylüyordu. Montaigne’nin düşüncesi bir felsefe sisteminin katı kurallarına uyum sağlayamayacak derecede nüans içerir. O, kişilik olarak da, daha yüksek bir yerin, daha yüksek bir düşüncenin egemenliği altına girmeyecek derecede bağımsızlığına düşkündür. Bununla birlikte, olgunluk dönemine gelmeden önce, stoacılık, Epikurosçuluk ve septisizm gibi felsefe akımlarıyla da ilgilenmiştir. Montaigne’e göre her insan kendisi için bir derstir. Yeter ki, kendini iyice görebilsin.

“Benim yaptığım şey, bildiklerimi söylemek değil kendimi öğrenmektir. Başkasına değil, kendime ders veriyorum. Ama bunları başkalarına da anlatmakla kötü bir iş yapmıyorum. Bana yararı olan bir işin başkalarına da yararı olabilir… Kendinden söz etmeyi kötü görmek yanlıştır. Bana sorarsanız birçokları içip sarhoş oluyor diye şarabı yasaklamak yanlıştır. Fazla kaçırılan şeyler her zaman iyi olan şeylerdir. İnsanın kendinden söz etmesinin kötü sayılması bence yalnız halkın düşeceği kaba hatalardan dolayıdır. Bu tür kurallar aptallara vurulan dizginlerdir. Ne azizler, ne filozoflar ne de bilginler bu kuralları dinlerler. Ben de, onlara hiç benzememekle birlikte, bu kuralları dinlemem. Bence, insan ne olduğunu bilmekte dikkatli davranmalı, iyi taraflarını da kötü taraflarını da aynı şekilde ortaya koymalıdır. Kendini olduğundan az göstermek alçakgönüllü olmak değil, aptallıktır. Kendine olduğundan az değer vermek korkaklık ve pısırıklıktır. Kendini olduğundan fazla göstermek de çoğu kez kibirden değil aptallıktandır… Kendinden aşağıya bakıp da kafasına hayran olan insan, gözlerini kendinden yukarıya, geçmiş yüzyıllara kaldırsın. O zaman, yüzlerce dehanın ayakları altında kalacak ve burnu kırılacaktır.

” [1] Montaigne bilimsel kuşkuyu her zaman sürdürdü ve dünyayı kavramakta aklın yetersiz kaldığını öne sürdü. “Ne biliyorum?” sorusunu hiç bırakmadı. Onun özelliklerinden biri de, bir düşünceyi, kendi bütünselliği içinde, basit bir dille anlatmasıdır. O, yüksek felsefi düşünceyi günlük dille ifade eden ilk yazardır. “Kitabımın konusu bizzat benim” diyordu. Ama kendini anlattığını söylerken tüm insanlığı tasvir ediyordu. Onun belirgin özelliklerinden biri de hoşgörüsü ve bilgeliğidir. Dinsel olarak, Hıristiyanlıktan kısmen uzaklaşır, ama insanların bir inanca sahip olmalarının iyi olduğunu düşünür. Siyasal bakımdan da benzer bir tutum içindedir. Başkaldırı yanlısı değildir; insanın “değişken ve çeşitli” durumlarda olabileceğini düşünür. Septisizmle (kuşkuculuk) karışık bir Epikurosçuluktan yanadır. Yaşadığı dönemde bilim alanında görülen gelişmeler, büyük keşifler ve dinsel inanış alanındaki tartışmalar onun düşünce dünyasını etkiledi. Ona göre hakikatler değişkendir; sabit ve değişmeyen hakikat yoktur. Montaigne ölçüleri, görüş açılarını ve hiyerarşileri değiştirebilme yeteneğine sahip bir düşünürdür. Farklılıkların ve çeşitli yaşam tarzlarının varlığını kabul eder.

Bu kabul birinin ötekine üstünlüğünü ortadan kaldırır. “İnsanlar hep başkasına bakıyorlar, ben kendi içime bakıyorum. Benim işim kendimle… Kendimi inceliyorum, kendimi denetliyorum. Onlar hep başka yere gidiyorlar… Kuşkudan kurtulmanın yolu, kendini ve başkalarını sevmeden geçer. Montaigne’nin bir takıntısı da “ölmeyi öğrenmek”tir. Felsefenin bunu sağlayacağını düşünür. Felsefe yapmak ölmeyi öğrenmektir, der. Montaigne’nin kıvrak, doğal ve yalın bir üslubu vardır; kimi zaman saf, kimi zaman derindir. Bu özelliği kişiliğine önemli bir katkı sağlar. O, açık ve dürüst bir şekilde kendini anlatabilen ilk kişidir. Montaigne, Denemeler’de kendini anlattığını söylese de, aslında bildiği her şeyden söz eder. O sadece bir yazar ve fikir insanı değil, aynı zamanda ülke yönetiminde etkinliği olan bir kişidir. Bordeaux belediye başkanlığının yanında, yönetimin en üst düzeyinde danışmanlık ve arabuluculuk görevleri yapar. Kamu işlerindeki çalışmalarının izleri yazılarında kendini gösteriyor. Dönemine göre, olağanüstü yenilikler ve vizyon örnekleri taşıyan bu yazılar, aynı zamanda ayakları fazlaca yere basan, son derece gerçekçi nitelikler taşır.

Montaigne okurken, her zaman çok zengin bir hayal gücü ile aşırı derecede gerçekçi ve akılcı bir kişilikle karşı karşıya kalırız.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir