Inǚ san, varoluşundan bu yana doğayla olan ilişkisine bir açıklama getirmeye çalışıyor. Bu kendisine bir anlam verme sorunuyla ilgilidir; öne atıldığını görüyor, bu yeteneğinin onu özel kıldığını düşünüyor. Doğanın, kendisi için varedildiğini düşünmek, insanın en temel kuruntusudur. Doğadan ayrı bir varlık değildir insan, doğanın doğal bir uzantısıdır. Bu özel ürünü nedeniyle doğanın sevindiğini, ya da yerindiğini gösterecek yeterli veri yoktur elimizde. Doğa insan sözkonusu olduğunda da doğal mecrasındadır. Buna karşın din, felsefe ve bilim bu apaçık ilişkiye yeni bir açıklama aramaktadır. Dine göre doğa, tanrı tarafından insan için yaratılmıştır; insan, tanrının kendine bahşettiği bu nimetleri kullanma hakkına sahiptir. Tanrıyı hoş tuttuğu sürece bu ilişki sorunsuzca sürecektir. Felsefeye göre doğa ile insan arasındaki ilişki dolaysız bir ilişkidir. Inǚ san gücü yettiğince doğayı kullanır, dönüştürür. Gücünü ve yeteneklerini arttırdıkça doğa karşısında bir özne haline gelir, muktedir olur, Bilim ise bizatihi bu iktidarın doğrulanmasıdır. Bütün bu düşünüş biçimlerinin kaynağı ise insanın doğa karşısında mücadelesidir. Doğanın yüklediği zorunluluklardan henüz kurtulamamıştır insan. Birileri yaşam döngüsünün cangılından diğerlerinin sırtında geçmekte olduğu için kuruntulara kapılmaktadır sadece. Dinin, felsefenin ve hatta bilimin tarihinde, ormanı diğerlerinin sırtında geçenlerin kuruntularının izleri sezilmektedir hala. Bunun için, bu ϐikirler ve inançlar en çok ezilenlerin nezdinde rağbet görmüş olmalarına karşın ezenlerin hükmü sürmektedir. Ne din, ne felsefe, ne de bilim bu temel “çelişki”mize merhem olamamıştır. Acı çekenlerin çoğaldığı bir çağdan geçiyoruz henüz ve din, kim bilir kaçınçı kez, acıları dindirme iddiasıyla yeniden toplanmaya çağırıyor ezilenleri. Oysa yeniden toplanmaya çağrılan o ezilenler, eski dini çağrılardan kalan adları taşımaktalar. Eflatun’un dediği gibi; gerek kendileri, gerek çocukları, birçok nesiller boyunca, yaşamak için gerekli olan şeylerden mahrum kaldıklarından, bütün işleri güçleri, bütün konuşmaları da yalnız bu ihtiyaçlardan ibaret. Kendilerinden önce, geçmiş zamanlarda olup bitenlere ilgi duymuyorlar. Toplanıyorlarsa eğer, başka bir yol bilmediklerinden. Haliyle dinlerin de onlara söyleyecekleri pek az şey kalıyor geriye. Gökyüzü altında söylenen her şey büyük bir hızla mahrumiyetin diline çevriliyor, yoksullaştırılıyor. Çok basit bir nedenle; kimse karnını inançla veya dinle doyuramıyor. Ezilenlerin lanetidir bu; devrimini yapamamış hiçbir inanç ve hiçbir düşünce bu lanetten kaçıp kurtulamamıştır henüz. Sakat kalmışlardır ve topallayarak girmişlerdir tarihin sahnesine. Binlerce yıl önce o toplanma çağrısına şöyle yanıt veriyor bir Mısırlı: İzi bile kalmadı mezar tapınakları kuranların. Bakın, nasıl yitip gitti o tapınaklar da. Duvarları çoktan yıkık, İzleri yok artık Hiç var olmamışlar gibi. Dönüp gelmiyor ki gidenler, Başlarına ne geldiğini anlatsınlar… Mutlu oldular mı, olmadılar mı? Anlatmıyorlar ki yüreğimize su serpilsin Bizler de boylayıncaya kadar Onların gidip sırra kadem bastığı yeri. Gidenler dönmediği ve bize insan cennetinden bir haber getirmediği için, devrim yapamayan dinler, dini devrimlerle sarsılıyor. Ezilenler toplanıyor, bir medet umuyor tanrılardan. Sonra döngü yeniden başlıyor. Dinde pek çok devrim ortaya çıkmasına karşın, devrimini yapamamış bir tarihle karşılaşıyoruz böylece. Büyük bir hızla kendisinin üstüne çöken bir tarihtir bu. Atonizm belki tek istisnasıdır; devrimini kitlelere dayanmadan ve ona rağmen yapmaya çalışıyor; yeniliyor. Bununla birlikte binyıllar sürecek bir hesaplaşmanın başlama vuruşunu da yapmış oluyor. Burada, tek tanrılı dinler tarihini bu hesaplaşma çerçevesinde yeniden kurmaya çalıştım. Bir hesaplaşma olduğuna göre “devletsiz” olmazdı; din ile devletin içiçeliği anlamındadır bu. Atonizm dahil, bütün tek tanrılı dinler şu veya bu şekilde gücünü ve otoritesini devletten almışlardır. “Devlet ile din olabilmişlerdir” demek istiyorum. Devlet ile din olabildikleri için, ezilenler için devlet neyse din de odur. Her ikisi de ironik bir biçimde onlar için vardır; dinin ve devletin varlık nedeni onlardır. Her ikisinin toplanma çağrısına uyduklarında sırtlarındaki yükü atacaklarını ummakta ancak bu süreç yüklerinin artmasıyla sonuçlanmaktadır. “Kalk Osiris, kalk artık. Seni diriltmeye geldim. Kalbin çarpıyor hala, uzak çağlardaki kalbin.” Her şeye karşın, bu tarihi ezilenlerin diline çevirme şansımız vardır. Bu çalışmayı, o yolda atılmış ilk ve fakat “acemi” çalışmalardan biri sayın.
Orhan Gökdemir – Din ve Devrim
PDF Kitap İndir |