Actonio Krogerbu – Alacakaranlikta

Hümanizma ruhunu anlama ve duymada ilk aşama, insan varlığının en somut anlatımı olan sanat yapıtlarının benimsenmesidir. Sanat dalları içinde edebiyat, bu anlatımın düşünce öğeleri en zengin olanıdır. Bunun içindir ki bir ulusun, diğer ulusların edebiyatlarını kendi dilinde, daha doğrusu kendi düşüncesinde yinelemesi; zekâ ve anlama gücünü o yapıtlar oranında artırması, canlandırması ve yeniden yaratması demektir. Đşte çeviri etkinliğini, biz, bu bakımdan önemli ve uygarlık davamız için etkili saymaktayız. Zekâsının her yüzünü bu türlü yapıtların her türlüsüne döndürebilmiş uluslarda düşüncenin en silinmez aracı olan yazı ve onun mimarisi demek olan edebiyatın, bütün kitlenin ruhuna kadar işleyen ve sinen bir etkisi vardır. Bu etkinin birey ve toplum üzerinde aynı olması, zamanda ve mekânda bütün sınırları delip aşacak bir sağlamlık ve yaygınlığı gösterir. Hangi ulusun kitaplığı bu yönde zenginse o ulus, uygarlık dünyasında daha yüksek bir düşünce düzeyinde demektir. Bu bakımdan çeviri etkinliğini sistemli ve dikkatli bir biçimde yönetmek, onun genişlemesine, ilerlemesine hizmet etmektir. Bu yolda bilgi ve emeklerini esirgemeyen Türk aydınlarına şükran duyuyorum. Onların çabalarıyla beş yıl içinde, hiç değilse, devlet eliyle yüz ciltlik, özel girişimlerin çabası ve yine devletin yardımıyla, onun dört beş katı büyük olmak üzere zengin bir çeviri kitaplığımız olacaktır. Özellikle Türk dilinin bu emeklerden elde edeceği büyük yararı düşünüp de şimdiden çeviri etkinliğine yakın ilgi ve sevgi duymamak, hiçbir Türk okurunun elinde değildir. 23 Haziran 1941.Milli Eğitim BakanıHasan Âli YücelSUNUŞCumhuriyet’le başlayan Türk Aydınlanma Devrimi’nde, dünya klasiklerinin Hasan Âli Yücel öncülüğünde dilimize çevrilmesinin, kuşkusuz önemli payı vardır.Cumhuriyet gazetesi olarak, Cumhuriyetimizin 75. yılında, bu etkinliği yineleyerek, Türk okuruna bir “Aydınlanma Kitaplığı” kazandırmak istedik.


Bu çerçevede, 1940’lı yıllardan başlayarak Milli Eğitim Bakanlığı’nca yayınlanan dünya klasiklerini okurlarımıza sunmaya başladık.Büyük ilgi gören bu etkinliği Milli Eğitim Bakanlığı’nca yayınlanmamış – ancak Aydınlanma Devrimi yarıda kalmasaydı yayınlanacağına kesinlikle inandığımızdünya klasiklerini de katarak sürdürüyoruz.CumhuriyetALACAKARANLIKTA(Tristan)Đşte Einfried Sanatoryumu! Uzun ana yapı, yandaki küçük yapılarla birlikte geniş bahçenin ortasında, beyaz, düz çizgiler halinde uzanıyor. Bahçe mağaralar, yapraktan geçitler, ağaç kabuklarından yapılmış kulübelerle çok hoş düzenlenmiş. Arduvaz damların arkasında, dağlarda gökyüzüne doğru yükselen büyük gövdeli yeşil çamlar görünüyor.Sanatoryumu yine Dr. Leander yönetiyor. Dr. Leander kara çatal sakalı, kalın camlı gözlüğü, bilimin soğuttuğu, katılaştırdığı, yufkayürekli bir kötümserlikle doldurduğu yüzü, her şeyi kısa kesen kapalı haliyle hastaları çok etkileyen bir insandır. Sağlıkları için gereken şeyi yapmak ellerinden gelmeyenler, Dr. Leander’in yetkesine sığınmak için bütün servetlerini ona verirler.Bayan Osterloh, kendisini bütün varlığıyla sanatoryumun iç yönetimine vermiştir. Hiç durmadan merdivenleri bir aşağı bir yukarı inip çıkması, sanatoryumun bir ucundan öteki ucuna koşuşması görülecek şeydir! Mutfakta, kilerde o egemendir; çamaşır dolaplarına o tırmanır, hademeleri o yönlendirir; ekonomiyi, sağlığı ve ağız tadını göz önünde tutarak güzel yemekler, sofralar hazırlatır. Bayan Osterlohun bu üstün çalışkanlığı, becerikliliği yanında, şimdiye dek kendisiyle evlenmeyi aklına getirmeyen erkek takımına karşı sonsuz bir başkaldırısı da vardır. Ama yine de yanaklarında iki yuvarlak kırmızı leke halinde, bir gün doktor Leander’in karısı olma umudu parlar.

Ozon ve sessizlik, dingin hava… Dr. Leander’i kıskananlar, rakipleri ne derlerse desinler, göğüs hastaları için salık verilecek en uygun yer, Einfried’dir. Einfried Sanatoryumunda yalnızca veremliler değil, kadın erkek, çoluk çocuk her türlü hasta vardır. Dr. Leander türlü hastalıklarda başarı göstermiştir. Örneğin bu sanatoryumda kent meclisi üyesinin eşi Bayan Spatz gibi mide hastaları (Bayan Spatz, kulaklarından da yakınmaktadır) kalp hastaları, inmeliler, romatizmalılar ve her türden sinir hastaları vardır. Şeker hastası bir general, hiç bitmeyen homurtularla emekli aylığını burada yer. Kuru yüzlü birçok inmeli, sarsak adımlarla dolaşır. Papaz Höhlenrauchun dünyaya on dokuz çocuk getiren ve artık bunayan elli yaşındaki karısı, delice bir erinçsizlik içinde, bir yıldan beri özel bir hastabakıcının kolunda gözlerini bir noktaya dikip hiçbir şey konuşmadan bütün sanatoryumu gezer.Ara sıra ağır hastalardan biri ölürdü. Bu hastalar ne yemeğe, ne de oturma salonuna inerlerdi. Ölümlerini hiç kimse, oda komşuları bile anlamazdı. Bu cansız konuklar geceleyin bir yere aktarılır; Einfried’deki yaşam; masaj, elektrik tedavisi, iğne, duş, banyo, jimnastik, terleme ve buğulanma gibi şeyler zamanımızın en son buluşlarıyla donatılmış salonlarda hiç aksamadan sürerdi.Evet, burada canlı bir yaşam vardır. Enstitü ilk kattadır.

Yeni hastalar geldiği zaman yan yapılardan birinde duran kapıcı büyük çanı çalar, sanatoryumdan ayrılan hastaları da Dr. Leander, Bayan Osterloh’la birlikte törenle arabalarına değin geçirir.Einfried’e kimler sığınmadı ki! Burada çok tuhaf bir insan olan bir yazar bile vardır. Bir maden ya da taş adına benzeyen adıyla bu yazar, sanatoryumda Tanrıdan günler çalıyor…Enfried’de Dr. Leander’den başka bir doktor daha vardır, hafif ya da umutsuz hastalarla ilgilenir. Adı da Müller’dir ama ondan söz etmeye değmez.*Ocak ayı başında, A. C. Klöterjahn şirketinin sahibi tüccar Klöterjahn, karısını Einfried’e getirdi. Kapıcı çanı çaldı. Bayan Osterloh birinci katta, gerçek ampir biçeminde olağanüstü güzel döşenmiş kabul salonunda, bu çok uzaklardan gelen saygıdeğer aileyi karşıladı. Çok geçmeden Dr.Leander de geldi, konukların önünde eğildi, konuşmaya başladılar.Dışarda üzerleri hasır örtülü çiçek tarhları, kar altında kalmış mağaracıklar, kimsesiz kulübecikleriyle bahçe görünüyor; iki uşak büyük kapının önünde duran arabadan yeni gelenlerin bavullarını taşıyordu.Bay Klöterjahn karısını bahçeden geçirirken “Yavaş Gabriele, dikkat et meleğim, ağzını açma,” demişti.

Tüccarın karısını arabadan indirirken gösterdiği dikkat karşısında, onları istasyondan sanatoryuma getiren, bilisiz, incelik nedir bilmeyen, kaba arabacı bile dilini dişleri arasına kıstırmıştı. Đki doru at da geriye çevrilmiş gözlerle bu üzüntüyle karışık sakınmayı, inceliği seyrediyorlardı sanki.Bay Klöterjahn’ın Baltık Denizi kıyısından Dr. Leander’e yazdığı mektuplarda açıkça belirttiğine göre, genç karısı soluk borusundan rahatsızdı. Çok şükür ciğerlerinde birşey yoktu; ama hastalık ciğerlerinde de olsa, genç kadın şimdikinden farklı olamazdı. Beyaz lake koltukta, iri yarı kocasının yanında, arkasına yaslanıp sessizce konuşulanları dinlerken ince, nazlı, melek gibi, maddeden uzak bir hali vardı.Nişan yüzüğünden başka süsü olmayan güzel, solgun elleri, koyu renkli, ağır bir etekliğin plileri arasında dinleniyordu. Üzerinde dik yakalı, vücuduna sımsıkı oturmuş, gümüş rengi bir bluz vardı; bluz arabesk kadife parçalarıyla işlenmişti. Genç kadının anlatılamayacak kadar ince, tatlı, zayıf olan küçük başı, bu ağır ve yumuşak kumaşların içinde büsbütün anlam kazanıyor; insanın içini acıtan, bu dünyadan olmayan bir nitelik kazanıyordu. Ensesinde bir topuzla toplanan açık kahve rengi saçları düz taranmıştı. Yalnız alnının sağına düşen bir kakülü vardı. Sağ gözünün üzerinde, dikkati hemen oraya çeken solgun mavi bir damarcık kıvrılıyordu. Yüzüne insanın rahatını kaçıracak biçimde egemen olan bu ince damarcık, genç kadın konuşmaya başlayınca daha çok beliriyordu; yalnızca gülümsediği zaman yüzü tuhaf, insanı düşündüren, sıkıntılı, üzüntülü bir durum alıyordu. Ama genç kadın yine de konuşuyor, gülüyordu. Rahat ve içten konuşuyordu.

Biraz yorgun bakan, ara sıra kapanmak bile isteyen, köşeleri ince burun direğiyle gölgelenen gözleri hep gülüyordu. Büyük ve güzel ağzı da öyle. Dudakları solgundu ama, belki çok düzgün ve keskin oldukları için gülüşünün bir pırıltısı vardı. Kimi zaman kesik kesik öksürüyor, hemen mendilini ağzına götürüyordu, sonra da mendilini inceliyordu.Bay Klöterjahn “Öksürme Gabriele!” diyordu, “Dr. Hinzepeter’in sana öksürmeyi yasak ettiğini biliyorsun, sevgilim. Biraz kendini tut meleğim. Dediğim gibi, hastalığın yalnızca soluk borusunda. Đlk hastalandığın zaman ciğerlerinde bir şey var sanmış, Tanrı bilir ya çok korkmuştum. Ama ciğerde değil, hayır, asla değil, buna razı olamayız değil mi, Gabriele? Ha. Ha. Ha.!”Dr. Leander “Kuşkusuz,” diyerek gözlüğünün altından Klöterjahn’a baktı. Biraz sonra Bay Klöterjahn iki kahveyle bir sandviç istedi.

“K”ları genzinden söylüyor, sandviç derken de insanın iştahını kabartıyordu.Đstediğini getirdiler, odalarını da hazırladılar ve onları yerleştirdiler. Hastanın sağaltımını Dr. Leander üstlendi. Dr. Müller’i bu işe karıştırmadı.*Yeni hasta, Einfried’de olağanüstü bir ilgi uyandırdı. Bu türlü başarılara alışık olan Bay Klöterjahn, karısına karşı gösterilen sevgi ve saygıyı hoşnutlukla karşıladı. Şeker hastası general Bayan Klöterjahn’ı ilk gördüğü zaman mırıldanmasını bir an kesti, kuru yüzlü beyler de genç kadın yanlarına geldiği zaman gülümseyerek bacaklarına egemen olmaya çalıştılar. Kent meclisi üyesinin eşi Bayan Spatz da, yaşlı bir dost olarak hemen onunla arkadaşlığa başladı. Evet, Bay Klöterjahn’ın adını taşıyan kadının belli bir etkisi vardı! Birkaç haftadır Einfried’de vakit geçiren, adı değerli bir taş adına benzeyen yazarın da, Bayan Klöterjahn yanından geçtiği zaman rengi değişti; durdu, genç kadın çoktan uzaklaştığı, gözden yittiği halde olduğu yere mıhlandı kaldı.Daha iki gün geçmeden sanatoryumdakilerin hepsi Bayan Klöterjahn’ın öyküsünü biliyordu. Bremenli olduğu, konuşurken kimi heceleri tatlı tatlı ezmesinden anlaşılıyordu. Đki yıl önce tüccar Klöterjahn ile evlenmiş ve Baltık kıyısına, kocasının doğduğu kente gitmişti. Orada, bundan on ay önce, olağanüstü güç ve tehlikeli koşullar altında şaşılacak kadar canlı, gürbüz bir oğlan, bir mirasçı doğurmuştu.

Bu güç, tehlikeli doğum onu zayıf düşürmüş, genç kadın bir daha da kendini toplayamamıştı. Aslında daha önceden de pek güçlü değildi öyle. Lohusa yatağından kalktığında çok yorgun ve bitkindi, öksürürken biraz kan gelmişti; çok değildi, üzerinde durulmayacak kadar az bir şeydi; ama hiç gelmeseydi daha iyi olurdu elbette. Đnsanı düşündüren, bu önemsiz olayın az sonra yinelenmesiydi. Neyse ki sağaltımı vardı. Aile doktoru Hinzepeter sağaltıma başladı. Genç kadın tam olarak dinlenmeye alındı; buz parçaları yutturuldu; öksürük gıcıklarına karşı morfin yapıldı ve elden geldiğince kalbi yatıştırıldı. Ama hasta bir türlü iyileşemiyordu. Olağanüstü bir çocuk olan küçük Anton Klöterjahn, hiçbir şeye aldırmadan, sonsuz bir erkeyle yaşamdaki yerini alırken, genç anne tatlı, sessiz bir ateş içinde erir gibiydi. Dediğimiz gibi hastalık soluk borusundaydı. Soluk borusu sözcüğü, Dr. Hinzepeter’in ağzında dinleyenleri yatıştıran, sanki insana yürek rahatlığı veren bir sözdü. Ama ciğerlerde bir şey olmadığı halde, doktor daha yumuşak bir iklimde, bir sanatoryumda dinlenmenin hastalığın sağaltımını hızlandırmak bakımından daha doğru olacağını duyumsamış, bundan ötesini de Einfried Sanatoryumunun ve doktorunun ünü tamamlamıştı.Buraya gelişlerinin öyküsü buydu işte, merak edip soranlara Bay Klöterjahn bu öyküyü kendisi anlatıyordu. Kazancı da, midesi de sağlam olan bir adam gibi, yüksek sesli, patavatsızca, keyifli bir konuşması vardı; kuzey kıyısı yerlileri gibi dudaklarını büzüp sözcüklerii uzatıyor, ama yine de çabuk konuşuyordu.

Kimi sözcükleri, sesler tabancadan çıkmış gibi fırlatıyor ve buna, yaman bir şaka yapmış gibi gülüyordu.Orta boylu, geniş omuzlu, güçlü kuvvetli bir adamdı. Bacakları kısaydı. Çok sarı kirpiklerle gölgelenen açık mavi gözleriyle etli, pembe bir yüzü, geniş bir burnu, ıslak dudakları vardı. Sakalı, giyinişi tümüyle Đngiliz biçemiydi. Einfried’de kalan bir Đngiliz ailesiyle karşılaşınca pek sevinmiş göründü. Bu Đngiliz ailesi çocukları ve eğitmenleriyle Einfried’de yalnızca başka bir yer bilmedikleri için kalıyorlardı; hasta değillerdi. Bay Klöterjahn sabahları onlarla kahvaltı ediyordu. Yemeyi içmeyi çok seven bir insandı. Yiyecek ve içeceklerden çok iyi anladığını gösteriyor, sanatoryumdakilere, evde dostları onuruna verdiği şölenleri, sunulan başlıca yemekleri anlatıyor, Đsviçre’de bilinmeyen yemekleri tarif ederek eğlendiriyordu. Bunları anlatırken gözleri keyifle kısılıyor, sesi burundan geliyor, bir yandan da ağzını şapırdatıyordu. Geri kalan dünya zevklerine karşı da ilgisiz değildi. Einfried konuklarından biri, bir yazar, onu bir akşam koridorda hizmetçi kızlardan biriyle yakışıksız bir biçimde şakalaşırken görmüştü. Bu önemsiz, gülünç bir olaydı, ama sözü geçen yazar yüzünü tiksintiyle buruşturmuştu.Bay Klöterjahn’ın karısına gelince; kocasına bütün yüreğiyle bağlı olduğu anlaşılıyordu.

Kocasının sözlerini, davranışlarını gülümseyerek izliyordu. Ama onun bu gülümseyişinde, kimi hastaların sağlam insanlara karşı gösterdikleri aşırı hoşgörü değil, tersine akıllı bir hastanın kendisini iyi duyumsayan insanlara karşı duyduğu içten sevinç ve ilgi vardı.Bay Klöterjahn, Einfried’de çok kalmadı. Karısını buraya dek getirmişti, ama bir hafta geçince onun güvenilir ellerde olduğunu, iyi bakılacağını anladı ve artık kalmak istemedi. Büyümekte olan çocuğu, gelişen işi gibi önemli görevler onu geri çağırıyordu. Bu görevler onu geri dönmeye, karısını burada en iyi bakıma bırakmaya zorluyordu.*Birkaç haftadır Einfried’de bulunan yazarın adı Spinell’di.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir