Agatha Christie – Firavun Ağacı

RENĐSENB, tepede durmuş Nil’i seyrediyordu. Tâ öteden ağabeylerinin sesleri geliyordu kulağına. Yahmos ile Sobek, kanal duvarlarının bazı yerlerde tamire ihtiyaç gösterip göstermediği konusunda münakaşaya tutuşmuşlardı. Sobek’in sesi her zamanki gibi yüksekten ve güvenle çıkıyordu. Zaten o fikirlerim her zaman büyük bir rahatlık ve kendinden emin bir tavırla öne sürmek âdetindeydi. Yahmos’un sesi ise, şüphe ve endişe dolu bir mırıltıdan yukarı çıkamıyordu. Yahmos daima böyleydi. Hep şu veya bu vesile ile kendisine bir üzüntü konusu icadederdi. Ailenin en büyük oğlu Yahmos’du. Babası Kuzey’deki arazileri görmeye gittiğindenberi çiftliğin idaresi bir bakıma onun elinde kalmıştı. Yahmos ağır kanlı, tedbirli, vesveseli bir insandı. Đri cüsseli, ağır hareketliydi. Sobek’in canlılık ve güveninden onda eser yoktu. Renisenb tâ çocukluğundanberi ağabeylerinin tıpkı böyle münakaşa ettiklerini hatırladı. Birden içi emniyet hissiyle doluverdi… Artık evindeydi.


Evet, tekrar yuvasına dönmüştü… ilhanx Fakat, Nil’in solgun bir ışıltı ile akıp giden sularına bakınca içindeki isyan ve acı bir kere daha kabardı. Kay, gencecik kocası, ölmüştü… Güleç yüzü, geniş, kuvvetli omuzları ile Kay… Şimdi Kay, Osiris’in yanında, ölüler ülkesindeydi. Ve kendisi, Kay’ın sevgili karısı, ümitsiz, perişan bir halde kalakalmıştı. Sekiz yıl geçirmişlerdi beraber… Ona gittiği vakit çocuk denecek yaştaydı… Şimdi, Kay’dan olan çocuğu Teti ile, dul bir kadın olarak, babasının evine dönüyordu. Şu anda genç kadının içinde sanki buralardan hiç ayrılmamış gibi bir his vardı… Bu hissi sıcak bir sevinçle karşıladı… Aradan geçen sekiz yılı unutacaktı. Serapa saadetle dolu yıllar… Nihayet umulmadık kayıbın acısıyla parçalanan, mahvolan yıllar… Evet, unutmalıydı o yılları, kafasından söküp atmalıydı. Bir kere daha Renisenb olmalıydı… Kaç rahibi Đmhotep’in kızı, o düşünmeyen, hissetmeyen kız… Kocasına karşı duyduğu aşk zalim bir histi. Renisenb’i bir zevk sarhoşluğu içinde aldatmıştı… Kay’ın kuvvetli, bronz rengi omuzlarını hatırlıyordu, daima gülen ağzını hatırlıyordu. Ama, şimdi, Kay, sargılara sarılıp, mumyalanmış, muska ve tılsımlarla donatılıp, öteki dünya’ya doğru yola çıkmıştı. Bu dünya da artık Kay, hiç bir zaman teknesiyle Nil’de dolaşamayacak, balık tutamayacak, başını Güneş’e doğru kaldırıp gülemiyecekti… Renisenb düşünüyordu: «Artık düşünmeyeceğim. Herşey bitti. Şimdi evimdeyim. Hersey bıraktığım gibi… Ben de eski Renisenb olmaya çalışacağım. Tıpkı eskisi gibi. Teti daha şimdiden unuttu.

Öteki çocuklarla oynuyor, gülüyor…» Renisenb süratle döndü. Nehir kıyısına inmekte olan bir kaç merkebin yanından geçip, eve doğru yürüdü. Mısır anbarını, ahırları geride bırakıp avluya girdi. Çok hoş bir avluydu burası. Bir kenarda sunî bir göl meydana getirilmişti. Gölün etrafında zakkumlar, yaseminler, koyu gölgeli Firavun incirleri vardı. Teti ile öteki çocuklar, tiz seslerle bağırışarak bu gölün kıyısında oynuyorlardı. Gölün bir kenarındaki kameriyeye girip çıkıyorlar, öteye beriye koşuşuyorlardı. Renisenb, Teti’nin, ipi çekilince ağzını açıp kapayan tahta bir aslanla oynadığına dikkat etti… Kendisi küçükken bu oyuncağı ne kadar çok severdi? Bir kere daha içi minnetle dolarak «Yuvama döndüm!» diye düşündü. Burada hiç bir şey değişmemişti… Burada hayat emin, değişmez ve sakindi. Şimdi ortada koşuşan çocuk kendisi değil, Teti idi… Genç kadın, duvarların mahremiyeti içinde kalan annelerden biri olmuştu. Çocuklardan birinin oynadığı top, ayaklarının dibine kadar yuvarlandı. Eğilip topu aldı, gülerek çocuğa attı. Sonra, rengârenk sütunlarla süslü verandadan geçip, eve girdi. Renkli çuhalar ve lotus yaprakları ile süslenmiş büyük salonu geçti, evin arka tarafında, kadınlar için ayrılmış olan kısma doğru yürüdü.

Birden kulağına yüksek perdeden konuşan kadın sesleri çarptı… Tatlı ve âşinâ bir melodi idi bu… Satipi ile Keyt… Ah, yine, her zamanki gibi münakaşa ediyorlardı işte… Satipi’nin o tiz, mütehakkim, kafa tutan sesi! Satipi, Yahmos’un karısı idi. Uzun boylu, canlı, çenesi düşük bir kadındı. Sert, mütehakkim bir güzelliği vardı. Evde emirleri o verir, hizmetkârları esir gibi çalıştırır, herşeye kusur bulur, etrafmdakileri kırıp geçirerek, kuvvetli şahsiyeti sayesinde en olmayacak işleri yaptırırdı. Zehir gibi diliyle herkesi titrettiği için emirlerine harfiyen itaat edilirdi. Ne istediğini bilen, cerbezeli karısına Yahmos derin bir hayranlıkla bağlıydı. O kadar ki, çoğu zaman Satipi, kocasını bile hırpalar, ve bu duruma Renisenb müthiş içerlerdi. Satipi’nin tiz perdeden çıkan sesi kesildiği sıralarda, Keyfin munis, fakat inatçı sesi duyuluyordu. Keyt, kaba saba, güzellikten fazla nasibi olmayan bir kadındı. Yakışıklı, neşeli, canlı Sobek’in karısıydı o da. Keyt kendisini tamamen çocuklarına hasretmişti. Başka konularda pek fazla konuşmaz, düşüncelerini açığa vurmazdı. Yalnız, günlük konular üzerinde yapılan münakaşalarda, kırılmaz bir inatla dediğinden vazgeçmez, eltisinin karşısında sakin bir dikkafalılıkla direnirdi. Öyle öfkeye kapılıp, bağırıp çağırdığı hiç görülmemişti. Sadece kendi fikrinden başkasını dinlememek gibi kesin, kararlı bir inatçılığı vardı.

Sobek, karısına son derece bağlıydı. Bütün işlerim ona anlatmaktan çekinmezdi, zira Keyfin kendisini dinler göründüğünden, oysa kafasında çocuklarından başka bir konu bulunmadığından emindi. Satipi, hırsla haykırdı: — Olur şey değil! Yahmos’un fare kadar cesareti olsaydı buna bir an tahammül edemezdi! Đmhotep’in yokluğu sırasında idareyi kim eline aldı? Yahmos! Ben de, Yahmos’un karısı olarak şilteler ve yastıkları ilk seçme hakkına sahibim… O kara hipopotam… Keyfin ağır, yumuşak sesi araya karıştı: — Yoo, bebeğinin saçlarını yeme, yavrucuğum. Bak, burada yenecek daha güzel bir şey var… Tatlı hem de… Oh, ne güzel, değil mi? — Sana gelince, Keyt, hiç nâzik değilsin… Ne dediğimi dinlemiyorsun bile… Cevap vermiyorsun… Hareketlerin o kadar terbiyesiz ki… — Mavi yastık eskiden beri benimdi… Aa, küçük Ank’a bak, yürümeye çalışıyor… — Sen de çocukların kadar aptalsın, Keyt. Bu kadarı yeter. Ama, bu işten bu kadar kolaylıkla sıyrılamıyacaksın. Haklarımdan vazgeçecek değilim. Benden söylemesi. ilhanx Renisenb, arkasında yumuşak ayak sesleri duyunca irkildi. Henet denen kadını görünce, içinde yine o garip hoşnutsuzluk hissi baş kaldırdı. Henet’in zayıf yüzünde yine o yaltak tebessüm vardı. — Đşler fazla değişmedi diye düşünüyorsun, değil mi, Renisenb? dedi. Keyt istese cevap verebilir… Ama hepimiz onun kadar şanslı değiliz. Ben haddimi bilirim. Bana barınacak bir dam altı, yiyecek ve giyecek vermiş olan babana karşı da minnetim sonsuzdur.

Ah, ne iyi adamdır senin baban… Burada daima elimden gelenden fazlasını yapmaya çalıştım. Durup dinlenmeden çalışıyorum… Koş oraya, koş buraya… Bir şey beklediğim de yok… Ah, zavallı anneciğin sağ olsaydı, işler böyle mi olurdu? O beni ne kadar takdir ederdi, bilsen! Đki kardeş gibiydik onunla. Ne de güzel kadındı… Her neyse, ben vazifemi yaptım, ona verdiğim sözü tuttum. Ölürken bana «Çocuklarıma iyi bak, Henet!» demişti. Verdiğim söze sadık kaldım. Kendimi sizler için esir ettim… Bir teşekkür bile beklemedim. Ne bekledim ne veren oldu… «Đhtiyar Henet, aldırma!» der geçerler. Kimse beni düşünmez. Ne diye düşünsünler? Ben kendi isteğimle size yardım ediyorum. Bir yılan gibi Renisenb’in kolunun altından süzülüp, iç odaya girdi. — Şu yastıklar hakkında, kusurumu bağışlayın, Satipi, dedi, ama Sobek’in sözlerini işittim de… Renisenb oradan uzaklaştı. Henet’e karşı duyduğu nefret hissi yeniden tazelenmişti. Ne tuhaf! Henet’i hiç biri sevmezdi, O mızmız sesi, daima kendisine acındırmak istemesi, bazı hallerde yangına körükle gitmesi, herkesi ondan soğutmuştu. Renisenb, «Aman bana ne?» diye düşündü. Kimbilir, belki de Henet’in hayattaki eğlencesi de bunlardı.

Zavallının hayatı sahiden pek çekilir cinsten değildi. Gerçekten de bir esir gibi çalışıyordu. Hiç kimse onun yaptıklarına karşı en küçük bir minnet hissi duymuyordu. Đnsan Henet’e karşı minnet hissi duyamazdı. Kadıncağız, kendi yaptıklarını, meziyetlerini ve çektiği zahmetleri öylesine insanın gözüne gözüne sokmaya çalışıyordu ki, bir minnet hissi duyulmuş olsa bile bu durum insanın kanını dondurmaya kâfi geliyordu. Henet, diye düşündü Renisenb, hayatını başkalarına vakfeden, ve başkalarından en küçük bir yakınlık göremeyen insanlardan biri… Nursuz bir suratı var… Üstelik aptal da… Buna rağmen etrafta olup bitenlerin hepsini biliyor. O hırsız gibi yumuşak adımlarla yürümesi, keskin kulakları, fıldır fıldır dönen gözleri varken ondan sır saklamak mümkün olamazdı. Bazan ev halkından birine yaklaşır, kulağına bir şeyler fısıldar, sonra keyifle geriye çekilerek, söylediği sözün tesirini görmek için sırıtarak beklerdi. Henet’i evden uzaklaştırmak için Đmhotep’e çok yalvarmışlardı. Ama Đmhotep’in bu lâflar kulağına girmemişti. Galiba, evin içinde, Henet’i seven yalnız oydu. Kendisini kovdurmak isteyenlere karşı duran efendisine Henet, her seferinde öyle bir yaltaklanırdı ki, bu iğrenç gösterilerden bütün ailenin mideleri bulanırdı. Renisenb bir an Henet’in içeri girmesiyle büsbütün alevlenen münakaşaya kulak kabarttı. Sonra, Babaannesi Esa’nın odasına doğru yürüdü. Esa, odasında iki küçük esir kızla beraber, yapayalnız otururdu.

Babaannesi, esir kızların gösterdikleri keten elbiseleri gözden geçiriyor, arasıra, onları kendine hâs usulü ile azarlıyordu. Evet, evin içinde herşey bıraktığı gibiydi. Renisenb, bir köşede durdu. Dikkati çekmemişti. Đhtiyar Esa, biraz daha kurumuştu, hepsi o kadar… Sesi yine o sesti, sözleri, kelimesi kelimesine yine o sözlerdi. O kadar ki, Renisenb’e aradaki sekiz yıl hiç geçmemiş gibi geldi… Genç kadın yine usulca dışarıya süzüldü. Ne ihtiyar kadın, ne de iki esir kız ona dikkat etmişlerdi. Renisenb bir iki dakika mutfak kapısının önünde durdu. Đçeriden kızartılan ördeklerin mis gibi kokusu ile birlikte, gülüşen, konuşan, bağırışan, çocukları azarlayan sesler taşıyordu. Bir köşede ayıklanmayı bekleyen bir yığın zerzevat vardı. Renisenb bir an gözlerini yumarak, öylece durdu. Bulunduğu yerden bütün sesleri birden işitebiliyordu. Mutfaktan gelen gürültü, ihtiyar Esa’nın tiz sesi, Satipi’nin haykırmalarına karışan Keyt’in kalın, inatçı sesi… Ve nihayet, hepsi birden kadın seslerinden müteşekkil bir curcuna… Gülen, şikâyet eden, azarlayan, bağıran, kadın sesleri… Renisenb birden bu seslerin içinde boğulur gibi olduğunu hissetti. Kadınlar. Güldürücü, geveze kadınlar… Bir ev dolusu kadın! Bir an olsun susmayan, mütemadiyen konuşan, bağırışan, feryat eden kadınlar… Ve Kay… Mızrağını balığa saplamak üzere kayığında eğilmiş, sessizce bekleyen Kay… O zamanlar bu korkunç gürültüden, bu bitip tükenmeyen dırdırdan eser yoktu.

Renisenb, tekrar sakin, sıcak bahçeye koştu. Sobek’in tarladan döndüğünü, Yahmos’un uzakta, Mezar’a doğru çıktığım gördü. Döndü, Mezar’ın bulunduğu kayalıklara tırmanan yola saptı. Mezar Büyük Meriptah’a aitti. Babası Đmhotep, bu mezarın bakımı ile mükellef bir Ka rahibi idi. Ellerinde bulunan arazi, Mezar’a bağışta bulunulan malların bir kısmını teşkil ediyordu. Babasının seyahati sırasında, Ka Rahibine düşen vazifeyi ağabeyi Yahmos üzerine almıştı. Renisenb, dik patikayı ağır ağır çıktığı sırada, Yahmos, Mezar’ın bağış odasına bitişik, kayalara oyulmuş bir odada, babasının işlerine bakan Hori ile bir görüşme yapıyordu. Hori, dizleri üzerine bir papirüs açmış, iki genç adam da bunun üstüne eğilmişlerdi. ilhanx Renisenb yanlarına varıp, gölgede kalan köşelerden birine oturunca, başlarını kaldırıp gülümsediler. Genç kadın, Yahmos’u çok severdi. Yahmos, ona karşı daima şefkat ve sevgiyle muamele ederdi. Hori de, küçük Renisenb’e karşı daima sevgi göstermiş, henüz küçük bir kızken oyuncaklarını tamir etmekten büyük bir zevk duymuştu. Evlenip gittiği vakit, Hori, sessiz, ciddî bir delikanlı idi. Şimdi bir genç adam olmuş ama hiç değişmemiş, diye düşündü Renisenb.

O ağırbaşlı tebessümü bile değişmemişti… Yahmos ile Hori alçak sesle konuşuyorlardı: — Đpi’den yetmiş üç kile arpa… — O halde yekûn olarak, iki yüz otuz kile buğday ile yüz yirmi kile arpamız var… — Evet, ama, kerestelerin ücreti ile, Perha’da zeytinyağı ile ödediğimiz mahsulü de hesaba katmalıyız. Bu minval üzere konuşuyorlardı. Renisenb, erkeklerin mırıltılarını bir ninni gibi dinleyerek, yarı uykulu, öylece oturdu. Nihayet Yahmos ayağa kalktı. Papirüs’ü, rulo yaparak Hori’ye verdi, odadan çıktı. Renisenb hâlâ sessizce oturuyordu. Elini uzatıp, papirüs’e dokundu: — Babamdan mı geldi? diye sordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir